11 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/15

  Kızıl Bayrak'tan
  Uzlaşma yok, mücadele sürüyor!
  SSGSS saldırısına karşı mücadelenin
imkanları ve görevler
Onbinlerce işçi ve emekçi Kadıköy’de haykırdı!
6 Nisan mitingi tabanın mücadele azminin göstergesidir!
Krize karşı tek etkili önlem sınıf mücadelesini yükseltmektir!
AKP’nin düzen içi çatışmada yeni taktiği “daha fazla demokrasi”
  Birleşik, kitlesel ve devrimci bir 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için!..
  TKİP II. Kongresi kapanış konuşması... / 1
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Faşizme karşı omuz omuza! .
  Gençlik hareketinden...
  Mısır’da işçi ve emekçiler sömürü ve zorbalığa karşı ayakta!
  Emperyalizmin savaş aygıtı NATO’nun Bükreş zirvesi…
  İran Batılı emperyalistlerin uzattığı havucu reddetti!
  SSGSS’ye karşı mücadele! M. Can Yüce
  İşçi sınıfının baharına doğru... Volkan Yaraşır
  kizilbayrak.net sitesinin Mart ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mısır’da işçi ve emekçiler sömürü ve zorbalığa karşı ayakta!

Günlere yayılan genel grev–genel direniş!

Mısır’da genel grev ve kitle gösterileri önce medya tekelleri tarafından görmezden gelindi. Bu sessizlik fesadına, objektif ve hızlı haber vermekle övünen İngiliz yayın kuruluşu BBC dahil medya tekellerinin neredeyse tümü ortak oldu. Kimi olayları anında dünyaya duyuran bu tekeller, onbinlerce işçi ve emekçinin neoliberal politikalara karşı ayaklanmasını görmezden geldiler. Ancak emekçilerin günlere yayılan militan direnişi medya tekellerinin örmek istediği sessizlik çemberini parçaladı.

Tıpkı Ankara’daki Amerikancı sermaye iktidarı gibi İMF reçeteleri uygulayan gerici Mısır rejimi, yaklaşık 80 milyon nüfuslu ülkenin %40’ını açlık ve sefalete mahkum etmiştir. Buna rağmen, İMF ve DB şefleri, Mısır ekonomisinin büyüme performansından çok memnun olduklarını söylüyorlar. Mısırlı işçi ve emekçilerle alay etme küstahlığında bulunan İMF-DB şeflerinin memnuniyeti, Hüsnü Mübarek başkanlığındaki rejimin halkın değil, işbirlikçi sermayeyle arkasındaki emperyalist güçlerin hizmetinde olduğunun çarpıcı göstergesidir.

6 Nisan’da yapılan (Müslüman Kardeşler Örgütü’nün boykot ettiği) yerel seçimlerden iki gün önce başlayan grev ve gösteriler, ‘77’de gerçekleşen “ekmek ayaklanması”yla kıyaslanıyor. ‘77’de ayaklanan emekçilere saldıran kolluk kuvvetleri yüze yakın insanı katletmişlerdi.

31 yıl sonra, 4 Nisan’da 3 milyon nüfuslu işçi kenti Mahalla el Kübra’da tekstil işçilerinin başlattığı grev ve gösterilere de saldıran polis, kimi haberlere göre 2, kimilerine göre ise 6 emekçiyi katletti. 35 bin polisle kuşatılan kentte yüzlerce yaralı olduğu kaydedilirken, 400’ü aşkın emekçinin de tutuklandığı bildiriliyor.

Ülke nüfusunun %40’ının yoksulluk sınırı altında bir yaşama mahkum edildiği Mısır’da günlük ekmek tüketimi dünya ortalamasında ilk sırada yer alıyor. İMF-DB şeflerinin övgülerine mazhar olan gerici rejim ise, uyguladığı ekonomik politikalar sonucu ekmek fiyatlarının hızla yükselmesine yolaçtı. Yoksul Mısırlıların ekmek kuyruklarında saatlerce beklemesi sıradan bir olay haline gelirken, son haftalarda bu kuyruklarda çıkan kavgalar sonucu 15 kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor.

Yoksulluk ve açlığı dayatan zorba rejime karşı Mahalla el Kübra’da başlayan direniş, genel grev çağrısıyla başkent Kahire ve diğer kentlere de yayıldı. Greve çıkmaları engellenen 25 bin tekstil işçilerinin bir kısmı aileleriyle birlikte sokaklara çıkıp kolluk kuvvetleriyle militan çatışmalara girerken, diğer kentlerdeki işçi ve emekçiler de Mahalla el Kübra işçileriyle dayanışma grevleri ve eylemleri düzenlediler.

İki günlük genel greve katılımın yüksek olduğu belirtilirken, pek çok kentte kepenklerin kapatıldığı, işçilerin yanısıra öğrencilerin, kamu emekçilerinin, işsiz kent yoksullarının da sokaklara dökülerek Hüsnü Mübarek yönetimine karşı tepkilerini militan eylemlerle ortaya koydukları bildirildi.

Grev yapma ve gösteri düzenlemenin yasak olduğu Mısır’da, Mübarek yönetiminin halktan genel greve katılmamasını ve sokak olaylarından uzak durmasını talep etmesine rağmen olayların ayaklanma boyutuna varması, işçi ve emekçilerdeki öfke birikiminin göstergesidir.

Silahlı kolluk kuvvetlerini emekçilerin üzerine salan Amerikancı rejim, olayların üstesinden gelemeyince bazı tavizler vermek zorunda kaldı. Hüsnü Mübarek yönetimi maaşlara zam yapıp, 15 milyon kişiyi daha gıda yardımı programına dahil edeceğini ilan ederek emekçileri yatıştırmaya çalışıyor. Karaborsada un satan 12 bin vurguncuyu gözaltına aldığını öne süren Mısır yönetimi, un-ekmek fiyatlarını kontrol altına almaya çalışıyor.

30 milyon civarında insanın günde 2 dolardan az bir gelirle yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği ülkede ekmeğin yanısıra yemeklik yağ, pirinç gibi temel gıda maddelerinin fiyatı da son aylarda iki mislinden fazla artmış durumda.

Gıda krizine varan sorunlar toplumun ara kesimlerini de etkileyecek boyuttadır. Nitekim insanca yaşam talebiyle genel grev ilan edip sokaklara dökülen işçilerin yanısıra işsizler, öğretmenler, doktorlar, avukatlar, yargıçlar ve öğrenciler de harekete geçmiş bulunuyor.

Mısırlı işçi ve emekçilerin kitlesel olduğu kadar militanca dışavuran öfkesi zorba Mübarek yönetimini sıkıştırmaktadır. Ancak bu hareketin henüz devrimci bir program etrafında birleşik bir direnişe geçme olanağından yoksun olması, rejimi belli ölçüde rahatlatıyor.

Görünen o ki, zorunlu olarak “muhalif” rolü üstlenen gerici Müslüman Kardeşler Örgütü, bu toplumsal hareketin yarattığı siyasal duyarlılıktan en çok yararlanacak taraf olacaktır. Mübarek yönetimine muhalif olan, ancak kapitalizme, neoliberalizme ya da emperyalizme muhalif olmayan bu gerici örgütün işçi ve emekçilerin sorunlarına çözüm üretmesi mümkün değil. Zira işçi sınıfıyla emekçileri açlık ve sefilliğe mahkum eden Mübarek ya da partisinin ötesinde, Mısır’da egemen olan kapitalist düzendir.

Mevcut koşullarda işçi ve emekçilerin bir kısmı Müslüman Kardeşler Örgütü’nün peşine takılsa da, bu yanılsama geçici olmak durumundadır. Çünkü dünyanın her yerinde olduğu gibi Mısır’da da işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin çıkarlarını ancak anti-kapitalist, anti-emperyalist programı rehber edinen devrimci akımlar sonuna kadar savunabilir.



 

Arjantin halkı kirli savaş suçlularından hesap soruyor!

CIA güdümündeki Arjantin ordusu 1976 yılında faşist bir darbeyle yönetime el koyduktan sonra, 20. yüzyılın tanık olduğu en vahşi cuntalardan birini kurarak ‘83 yılına kadar hüküm sürmüştür. Onbinlerce işçi, emekçi ve ilerici-devrimciyi katleden askeri cunta, 30 bine yakın ilerici-devrimcinin “kayıp” olduğunu da ilan etmişti. Katledilen çocuklarının cesetlerine ulaşamayan analar, onyıllar boyunca başkent Buenos Aires’teki Plaza de Mayo Alanı’nı eylem alanına çevirmişlerdir.

Çocuklarının faşist cellâtlar tarafından ortadan kaldırılmasına engel olmayan Arjantin halkı, ‘90’lı yıllardan itibaren cunta artıklarından hesap sormasını başararak tarihsel sorumluluğunu kısmen de olsa yerine getirmeye başlamıştır.

Yönetime yaptıkları basınçla cuntacı generallerden kısmen de olsa hesap sorulmasını sağlayan Arjantin halkı, her fırsatta kirli savaşın işkenceci katillerinin de yakasına yapışmaktadır. Halkın duyarlılığını bilen Arjantinli savcılar da, Türkiye ve pekçok ülkede tanık olduğumuz gibi kirli savaş suçlularını aklama yoluna gidemiyor. Nitekim bir Arjantin mahkemesinin yeni açıklanan kararı da kirli savaş suçlularının huzurunu kaçıracak cinstendir.

Uzun yıllar boyunca mücadele eden Plaza de Mayo büyükanneleri, faşist cunta sonrasında katledilen devrimci kadınlardan 500’ünün zindanlarda doğum yaptığını, burada doğan bebeklerin ise kaçırılarak kirli savaş suçluları tarafından “evlat” edinildiğini açığa çıkarmışlardı. Faşist cuntacılar, “düşman neslini rehabilite etme” adına bebekleri asker ailelerine yasadışı yollarla vermişti.

Kaçırılan torunlarının %88’inin kimliğini tespit eden büyükanneler, çocukların bir kısmının ailelerine dönmelerini sağladılar.

Kaçırılan 500 bebekten biri olan Maria Eugenia Sampallo Barragan adlı bir kadın, kendisini kaçıranlar hakkında açtığı davayı kazandı. Suçlular hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, sahte anneye sekiz, sahte babaya yedi, bebeği kaçıran subaya ise 10 yıl hapis cezası vererek bir ilke imza attı.

Davanın sonuçlanması üzerine, zindanda katledilen anne ve babasının resmini göstererek açıklama yapan Sampallo Barragan, “Benim ailem bunlar. Resmi bir evlatlık sözkonusu değil. Bu insanlar (hapis cezasına çarptırılan suçlular) sahte doğum tarihi, yeri ve belgeyle beni kendi kızları gibi kaydettirdi. Kendi kendinize sorunuz; kaçırılmış bir bebeğe sürekli kendi kökleri hakkında yalan söylenmiş, her gün kötü davranılmış, aşağılanmış ve aldatılmış olsun. Bütün bunları yapan kişi sevgiyi bilebilir ve hissedebilir mi? Ben derim ki, hayır” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Kaçırılan bebeklerin açtığı bu ilk davanın diğerleri için de emsal teşkil etmesi bekleniyor.