21 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin yeni oyunlarına karşı sınıfın devrimci baharı için!
  Newroz ateşini devrim ateşiyle körükleyelim!
AKP’ye kapatma davası ve karartılan bilinçler!
İş bırakma eylemi İstanbul’da geniş yankı buldu!
Türkiye’nin dört bir yanında işçi ve emekçiler iş bıraktı alanlara aktı!
Sınıf dayanışmasını büyütelim!
  “Bürokrasi”nin İslami faşizm ile son cephe savaşları
Yüksel Akkaya
  14 Mart eylemleri üzerine...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi ve emekçi barikatı!
  Beyazıt ve Halepçe katliamları lanetlendi
  Genç-Sen faaliyetlerinden....
  Irak işgalinin beşinci yılı…
  İran’da milletvekili seçimleri…
  İslam Konferansı Örgütü “çağın ruhu”na uyum sağlıyor!
  İktidar çekişmesinde yeni bir aşama! M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

14 Mart eylemleri üzerine...

Sendikal ihanete geçit verilmemeli, zorlu bir sürece hazırlanılmalıdır!

Sermayenin sosyal yıkım saldırıları başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun çok geniş bir kesimini vuruyor, en temel haklardan mahrum bırakmayı amaçlıyor. Buna rağmen yıkım saldırılarına karşı mücadelenin tabanı yakın zaman öncesine kadar bir hayli sınırlıydı.

1999 yılında Ecevit hükümetinin “mezarda emeklilik” yasasını meclisten geçirmesine karşı kitlesel boyutlar kazanan tepki, bilindiği gibi yaşanan depremler nedeniyle kırılmaya uğradı. Ecevit hükümeti de bu fırsattan istifade ederek yasayı meclisten geçirdi. Ondan sonraki yıllarda saldırının yeni adımlarına karşı yürütülen mücadele bir daha 1999’un yaz aylarındaki ivmeye ve kitleselliğe ulaşamadı.

Bir önceki AKP hükümetinin SSGSS Yasa Tasarısı’nı ilk kez meclisten geçirdiği süreçte de yıkıma karşı mücadele bir hayli sınırlı kalmış, saldırıyı püskürtmeye yetecek bir düzey kazanamamıştı. Saldırı ancak Cumhurbaşkanı vetosu ve Anayasa Mahkemesi’nin kararları nedeniyle bir süreliğine askıya alınmıştı.

Biraz da bu durumun verdiği rahatlıkla AKP hükümeti yakın zaman önce aynı yasayı bu kez daha da ağırlaştırılmış bir halde yeniden gündeme taşıdı. Yeniden güncellenen saldırı ilk başlarda pek bir tepkiyle de karşılaşmadı. Fakat bu tablo giderek değişti. Özellikle tasarının meclis komisyonlarında tartışılmaya başlanmasından itibaren konu giderek kamuoyuna daha çok mal oldu, işçi ve emekçilerin gündemine girmeye başladı. Saldırının çapı, yaşanacak kayıpların büyüklüğü, işçi ve emekçiler arasındaki tepkinin hızla yayılmasına yol açtı.

Öte yandan önceki deneyimlerden dersler çıkaran devrimci ve ilerici güçler, mücadeleden yana sendikalar ve şubeler, bu kez geçmiştekinden daha farklı bir müdahale pratiği içerisine girdiler. Hatırlanacağı gibi Emek Platformu bir enkaz durumunda olduğu halde, bundan birkaç yıl önceki sosyal yıkım saldırısı döneminde birçok kesim tarafından sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesinin başlıca aracı olarak görülmekteydi. Sınırları hayli dar olan mücadeleci güçler EP’ten gelecek mücadele kararları ile oyalanıyor, süreç giderek mevcut mücadele potansiyelinin de dağıtılıp tahrip edilmesi ile sonuçlanıyordu. Sermayenin denetimindeki ihanet şebekesi birkaç göstermelik eylemle filizlenmekte olan mücadele damarlarını kötürüm ediyor, neticede saldırılar “tereyağından kıl çeker gibi” yürütülüyordu.

Fakat sermayenin beklentilerinin aksine bu kez öyle olmadı. Önce İstanbul’da sonra bir dizi başka kentte devrimci ve ilerici güçler ile bazı sendikalar ve meslek örgütleri mücadeleyi daha tabandan örgütlemeye yöneldiler. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere, sürecin kimi bileşenleri açısından bu kuşkusuz bilinçli bir seçimdi. Fakat Emek Platformu’nun tümüyle atıl durumda olması ve Türk-İş yönetiminin de gelişmeleri dışardan seyretmekle yetinmesi başka bazı güçleri de mücadeleyi tabandan örgütleme sürecinin içine itti. Böylece sınıf ve emekçi hareketi cephesinde oldukça geniş sayılabilecek bir bileşen üzerinden SSGSS karşıtı mücadeleyi örgütleme işine girişilmiş oldu. Bunun sonucunda İstanbul’da ve sonrasında başka kentlerde “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” platformları kuruldu.

Sayısız soruna ve yaşanan aksaklıklara rağmen gösterilen ısrar sayesinde bu çalışma iyi-kötü örgütlendi ve işçi ve emekçilerin mücadelesinin tabandan örülmesi noktasında hatırı sayılır bir işlev görmeye başladı. Birçok alanda çeşitli araçlarla işçi ve emekçilere seslenildi, eylem ve etkinlikler gerçekleştirildi. İlerici basın ve televizyon kanalları ile burjuva medya da eskisine göre çok daha etkin bir biçimde kullanıldı. Burjuva medyanın bir kesiminin (kuşkusuz kendi temsil ettiği çıkarlar üzerinden) AKP hükümeti ile giderek daha açık bir zıtlaşma içerisine girmesinin de SSGSS ile ilgili yayınların bu basın yayın organlarında daha rahat yer bulmasında bir payı oldu. “Laikçi cenah”dan Kürt hareketine kadar AKP hükümeti ile problemli olan farklı kesimlerin SSGSS konusunda işçi ve emekçi hareketinden yana bir eğilim içerisinde olmaları ise örgütlenen mücadelenin tabanının hızla gelişmesine katkı sağladı.

Kabaca özetlemeye çalıştığımız bu süreç sonrasında SSGSS’ye karşı mücadele konusunda sınıf ve emekçi hareketi cephesinde anlamlı bir genişleme ve derinleşme oluşmuş, bu konudaki mücadele önemli düzeyde bir meşruluk kazanmıştı. THY’den Telekom’a, Tekel’den tersanelere irili-ufaklı grev ve direnişlere varıncaya kadar son bir yılın mücadele birikimi üzerinde yükselen, öfke ve kararlılığını saldırıların yol açacağı yıkımın büyüklüğünden alan SSGSS karşıtı hareket kendini 14 Mart eylemiyle ortaya koydu.

İlgili haberlere sayfalarımızda yer verdiğimiz için 14 Mart eyleminin ayrıntılarını burada tekrar etmemiz gerekmiyor. Genel planda bakıldığında ise 14 Mart “çalışmama hakkını kullanma” eylemi sermayeye ve hükümete duyulan öfke ve güvensizliğin, sınıf hareketinde bir süredir mayalanmakta olan mücadele istek ve kararlılığının anlamlı bir kitlesellikle, militan bir coşkuyla ortaya konulmasıdır.

14 Mart eylemleri her şeyden önce sınıf ve emekçi yığınlarının taşıdığı muazzam mücadele potansiyelini, toplumsal gündemi belirleme kapasitesini en kör gözlere dahi göstermiştir. Sendikal ihanet barikatının nispeten zayıf kaldığı, bunun yanında sınıf hareketine müdahale konusunda asgari ölçüde bile doğru yol ve yöntemler kullanıldığı koşullarda pekala da sınıfın mücadele enerjisinin ciddi boyutlarda açığa çıkartılabileceği bir kez daha anlaşılmıştır.

Nitekim sermaye için temel önem taşıyan bir konuda her vesileyle yüzde 47’lik oy desteği ile övünen AKP hükümetinin manevra yapma ihtiyacı duyması hiç de yabana atılmayacak bir başarıdır. Sermaye karşısında son yıllarda sürekli olarak kolay yenilgiler yaşayan sınıf hareketi açısından bunun ayrı bir anlamı vardır.

Kazanım olarak nitelememiz gereken bir diğer şey 14 Mart’ın yüzünün geriye değil ileriye dönük olmasıdır. Tüm yaygınlık ve etkisine ve ayrıca sendika bürokrasisinin engelleyeci tutumuna rağmen eyleme katılan işçi ve emekçiler de her şeyin burada bitmediği, tersine 14 Mart’ın başlangıç olduğu konusunda belli bir bilince sahiptirler. Sermayeye gerçekten geri adım attırabilmenin yolunun bir genel grev-genel direnişten geçtiği fikrinin birkaç ay öncesine göre çok daha yaygın bir kabul görmesi, meşruluk kazanması bunun ifadesidir.

SSGSS karşıtı mücadelenin hızla genişlemesinin yarattığı panikle Türk-İş yönetiminin ve Emek Platformu’nun son anda sürece dahil olması kimseyi yanıltmamalıdır. 14 Mart eylemleri esas olarak tabanda örgütlenmiştir. Konfederasyon yönetimlerinin, hele de Türk-İş yönetiminin bu konuda anlamlı bir katkısından söz etmek mümkün değildir.

Sınıf hareketi bir gelişim süreci içerisindedir ve bu süreç devrimci temellerde yeniden inşa edilmesi iddiasının daha gür sesle dile getirileceği, giderek daha somut karşılıklar bulacağı bir dönem olacaktır.

Kuşkusuz 14 Mart üzerinden sınıf hareketi hakkında tüm bu söylenenler bundan sonraki dönemde yapılacaklarla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Devrimci ve ilerici güçlerin birleşik müdahale konusundaki çabasının derinleştirilerek sürdürülebildiği, yıkıma karşı mücadeleyi tabandan eylemli bir tarzda örgütleme çizgisinde ısrarcı olunabildiği ve nihayet genel grev-genel direniş hedefli somut bir eylem programı ortaya konulup uygulanması yolunda mesafe alınabildiği ölçüde 14 Mart da sınıf hareketinin mücadele tarihinde anlamlı bir yere oturacaktır. Aksi takdirde “kubbede hoş bir seda” olmaktan öteye geçemeyecektir.

14 Mart’la bir sınavı asgari başarıyla geçmiş bulunan devrimci ilerici güçlerin, öncü işçi ve emekçilerin önünde şimdi daha büyük sınavlar, daha zorlu görevler bulunmaktadır. 19 Mart günü Emek Platformu’nun hükümet ve patron temsilcileriyle yaptığı görüşmeden çıkan sonuçlar 24 Mart günü Emek Platformu toplantısında ele alınacaktır. Yapılan ilk açıklamalar, hükümetle görüşen heyetteki konfederasyon yöneticilerinin SSGSS Yasa Tasarısı’nın tümüyle geri çekilmesi yönündeki temel talebe sadık kalmadıklarını, bunu yerine tek tek bazı maddeler üzerinden pazarlık yaptıklarını göstermektedir. Eğer durum gerçekten buysa, 24 Mart’taki EP toplantısında rötuşlanmış bir SSGSS Yasa Tasarısı’na onay verilmesinin tartışılması kimseyi şaşırtmamalıdır. Bu da SSGSS karşıtı mücadelenin önüne bir sendikal ihanet barikatının dikilmesi demektir.

Rötuşlanmış bir SSGSS yasasının işçi ve emekçiler açısından anlamı yoktur. İşçi ve emekçilerin tek talebi SSGSS Yasa Tasarısı’nın tümüyle geri çekilmesidir. O halde bundan sonraki süreçte sermayeye karşı verilen mücadelenin sendikal ihanet çetesine karşı mücadeleyi de kapsayacak şekilde genişlemesine hazırlıklı olmak, bu ihanete engel olmak için de taban basıncını diri tutmak ve büyütmek gerekmektedir. Yeni sınav bu alanda verilecektir.


14 Mart eylemine karşı esip gürleyen AKP hükümetinin manevrası…

Saldırı yasasında pazarlık yok! Yasa geri çekilinceye kadar direniş!

AKP hükümeti, 14 Mart iş bırakma eylemi kararının alınması üzerine saldırgan bir üslupla eyleme engel olmaya çalıştı. Erdoğan o kadar ileri gitti ki, eylemin kararını alan sendikaları “yalancı”lıkla suçlayabildi. Bu tavrını, TİSK’in teşvikiyle birlikte eylemin “yasadışı” olduğunu ileri sürmeye kadar vardırıldı.

AKP hükümet olduğundan bu yana ilk kez bu düzeyde bir işçi ve emekçi eylemiyle karşılaşıyordu. Bundan dolayı bu eylem, AKP için gerçek bir sınav anlamına geliyordu. Eylemlerin önü alınamadığı taktirde, işçi ve emekçi hareketinin sarsıcı müdahalesiyle yüzyüze gelme tehlikesi kendisini bekliyordu. Bundan dolayı işçi ve emekçi hareketini bastırabilmek, hem kendi siyasal gücünü koruyabilmek bakımından, hem de tekelci burjuvazi adına sürdürdüğü saldırıların geleceği açısından kritik önemdeydi.

İşçi ve emekçilerin eylem konusu haline getirdikleri SSGSS saldırısı, 22 Temmuz seçimleri öncesinde gündeme getirilmiş, fakat oy kaybettireceğinden korkulduğu için ertelenmişti. Fakat AKP bunu yaparken tekelci burjuvazi ve emperyalistlere, saldırıyı seçimlerden sonra geçirme taahhüdünde bulunmuştu. Seçimlerle kazanılacak siyasi güç, seçimlerden sonra daha etkili bir şekilde sermayenin hizmetinde kullanılacak, böylece kaybedilen zaman fazlasıyla telafi edilecekti. İşte bundan dolayı bugüne kadar, asıl olarak devrimci ve ilerici güçler tarafından sürüklenen SSGSS karşıtı mücadele, Emek Platformu’nu harekete geçmeye zorlayıp daha zorlu bir mücadelenin önünü açınca, AKP eyleme cephe almıştır.

Böylece eyleme katılım zayıflatılmaya, mücadele güçten düşürülmeye çalışılmıştır. Eğer EP daha bu ilk eyleminde başarısız olur, ortaya umut kırıcı bir sonuç çıkarsa, daha ileri eylem biçimlerinin önü de daha baştan alınabilirdi. Yoksa EP’in aldığı iki saatlik iş bırakma kararı ile birlikte yasa meclis gündemine geldiğinde planlanan temsilciler düzeyinde yapılacak bir Ankara eyleminin yaptırım gücü malumdur. Daha önce defalarca yapılan bu tür eylemler en fazla protesto mahiyetindedir. Zaten EP de eylemi “uyarı eylemi” olarak tanımlama yoluna gitmiştir. Fakat bu sınırlarda gerçekleştirilecek başarılı bir eylem daha ileri eylem biçimlerinin gündeme alınması için sınıfın ileri bölüklerinin gereksinim duydukları moral gücü ve özgüveni sağlayabilirdi. AKP hükümeti eyleme bu gözle bakmış, eylemin anlamının ve barındırdığı tehlikelerin bilinciyle saldırgan bir tutum almıştır.

Diğer taraftan, KESK ve bir ölçüde de DİSK dışında bırakılırsa, diğer işçi ve memur sendika konfederasyonları, ellerinden geldiği kadar eylemi zayıflatmaya çaba göstermişlerdir. Örgütlü oldukları işyerlerinde iş bırakma eylemini büyük ölçüde güdükleştirecek müdahalelerde bulunmuşlar, işçileri merkezi eyleme katmaktan kaçınmışlardır.

Fakat ne hükümetin engelleme çabası ne de sendika bürokratlarının eylemin içeriğini zayıflatma girişimleri başarılı olmuştur. İşçi ve emekçiler coşkulu bir ruhla eyleme yüksek bir katılım göstermişlerdir. Merkezi eylem alanlarına taşınmamakla birlikte birçok fabrika ve işyerinde büyük bir heyecan ve istekle eyleme katılmışlardır. İş bırakıp, saldırı yasasına karşı daha ileri eylemlere katılmaktan geri durmayacakları mesajını vermişlerdir. Diğer taraftan sınıf kitleleri dışında, emekçi halkın geniş gövdesi de işçi ve emekçi eylemlerine büyük bir sempati ve yakınlık göstermiş, iş bırakma eylemine destek olmuşlardır.

Ortaya çıkan işçi ve emekçi duyarlılığı öylesine bir moral güç yaratmıştır ki, alanlara çıkan işçi ve emekçiler yapılanın sadece bir başlangıç olduğu düşüncesini paylaşmışlardır. Yani sendika bürokratları bu tür eylemleri hava boşaltma amacıyla kullanmak isterken, tersine eylemler işçi ve emekçileri daha ileri mücadeleler için motive eden ve gerekli moral gücü sağlayan bir işlev görmüştür.

Öte yandan, tam da büyük eylem günü siyaset cephesinde yeni bir gelişme yaşanmış, düzen içi çatışma yeniden dışavurmuş, AKP’nin kapatılması davası gündeme gelmiştir. AKP hükümeti, kapatma davasına karşısında tam da kitlelerin desteğine ihtiyaç duyduğu bir dönemde, üstelik emekçi kitlelerin beklenenden daha kitlesel katılımla ve coşkulu eylemlerle alanlara çıktığı koşullarda, yasayı tartışacağını duyurmuştur. Böylece yasayı tartışmaya açma tutumu hem kitlelerin basıncından kurtulmak ve hem de bunu iktidar içi dalaşmada olanaklı olduğunca kullanılmak amacına yöneliktir. Bununla AKP, sermayeninin saldırı yasasını hızla çıkarılmasını istediği bir dönemde, kendisine karşı açılan kapatılma davasına örtülü bir yanıt vermek istemiştir.

Tüm bu nedenlerle, eylem öncesinde esip gürleyen, yasaya karşı çıkanları yalancılıkla suçlayan AKP, bir anda çark ederek yasayı sendikalarla yeniden değerlendirebileceklerini açıklamıştır. Kapatma davasının açıklanmasıyla hemen hemen aynı saatlerde! Açıktır ki hükümetin bu tavrı bir manevradan başka bir şey değildir. Önümüzdeki dönemde saldırının özünü değiştirmeyecek, fakat kazanım gibi gösterilebilecek birkaç yeni düzenleme karşılığında saldırı yasasına karşı yükselen mücadele direnci kırılmaya çalışılacaktır.

Sendika bürokratlarının hükümetin bu manevrasına ortak olacaklarından kuşku duyulamaz. Çünkü bu bürokrat takımını eylem kararları almaya götüren zaten saldırının yakıcılığı karşısında başta ileri sınıf bölükleri olmak üzere tabanın basıncıdır. Diğer taraftan bunların secereleri ihanetle doludur. Bu süreçte de geleneksel ihanetçi pratiklerine yeni bir halka hazırlamak üzere hazırlık yaptıkları kesindir. Nitekim 14 Mart’taki tutumları bunun böyle olacağını gösterdiği gibi, hükümetin manevrası da onlar için büyük bir olanak olmuştur. Hepsi de bu manevrayı büyük bir hoşnutlukla karşılamış, akabinde derin bir sessizliğe gömülmüşlerdir. Zira hükümet manevrası bu bürokrat takımı tarafından, “mücadele ettik, hükümete geri adım da attırdık, elimizden bu kadarı gelir” biçiminde ihanete mazeret olarak kullanılacaktır.

Sendika bürokratlarının bu tutumu şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat sınıfın ileri ve mücadeleci bölükleri göz göre göre gelen bu ihanete göz yummamalıdırlar. Bu amaçla, 14 Mart eylemini bir başlangıç olarak görmeli, saldırı yasasını tam olarak geri püskürtmek dışında bir seçeneği dışlayacak bir mücadele sürecini örgütlemelidirler. Sonuç alıncaya kadar militan bir direniş, en ileri biçimiyle “genel grev-genel direniş”i örmek için seferber olmalıdırlar. İhtiyaç nettir, ne yapılması gerektiği ortadadır. Emperyalistlerin ve tekelci burjuvazinin uşağı hükümetin saldırıda pervasız, sendika bürokratlarının ise ihanete hazır oldukları gün gibi açık olduğuna göre, ilerici-devrimci sınıf güçleri süreci omuzlayacak bir bakış ve inisiyatifle hareket etmelidirler.