21 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin yeni oyunlarına karşı sınıfın devrimci baharı için!
  Newroz ateşini devrim ateşiyle körükleyelim!
AKP’ye kapatma davası ve karartılan bilinçler!
İş bırakma eylemi İstanbul’da geniş yankı buldu!
Türkiye’nin dört bir yanında işçi ve emekçiler iş bıraktı alanlara aktı!
Sınıf dayanışmasını büyütelim!
  “Bürokrasi”nin İslami faşizm ile son cephe savaşları
Yüksel Akkaya
  14 Mart eylemleri üzerine...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi ve emekçi barikatı!
  Beyazıt ve Halepçe katliamları lanetlendi
  Genç-Sen faaliyetlerinden....
  Irak işgalinin beşinci yılı…
  İran’da milletvekili seçimleri…
  İslam Konferansı Örgütü “çağın ruhu”na uyum sağlıyor!
  İktidar çekişmesinde yeni bir aşama! M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin yeni oyunlarına karşı sınıfın devrimci baharı için!

Seçimlerden bu yana devrimci saflarda sınıf ve emekçi kitle hareketinin canlanma belirtilerine yönelik vurgular eksik olmadı. Zaman zaman burjuva siyaset dünyasında yaşanan bir dizi gelişmenin dayattığı yanılsamaların gölgesinde kalsa da, bu belirtilere aylardır dikkat çekiliyor. Elbette THY, Telekom ve Tuzla Tersaneler’de gelişen hareketlilikler ile irili-ufaklı fabrikalardan yansıyan hak alma-örgütlenme eksenli eylem ve direnişler, sınıf hareketiyle ilgili bu değerlendirmelerin başlıca dayanakları oldular. Ayrıca işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yönelik saldırı ve yıkım planlarının yolaçacağı hareketlenmeler de bu değerlendirmelere bir temel teşkil etmekteydi.

Sözkonusu değerlendirmelerin arka planını tutan en önemli olay ise, 2007 Taksim 1 Mayıs’ı sayılır. Cumhurbaşkanlığı krizi, e-muhtıra, erken seçim, amerikancı dinci partinin mevzi büyütme atılımları vb. derken, Taksim’deki militan kararlılığın sınıf kitlelerinin eğitiminde ve bilenmesinde yeterince değerlendirilmemiş olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Yeni bir baharda, yani 8 Mart’la başlayan, devlet katliamları ve direnişlerle anılan günlerle sürüp buradan Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu’nun ezilen halklarını isyana ve özgürlüğe çağıran Newroz’a bağlanan ve nihayet 1 Mayıs’a uzanan bir canlanmanın ortasında, sınıf hareketinin önemli bir çıkışına daha tanık olduk. Tümüyle tabanın sosyal yıkım saldırısına karşı biriken öfkesinin ve eylem isteğinin ürünü olarak gerçekleşen 14 Mart eylemi, sınıf hareketindeki canlanma belirtilerinin doğru anlaşıldığını teyit etti. Eylemin pratik kazanımlarından çok daha önemli olan, gerçekten fazlasıyla uzun bir aradan sonra bu çapta kitlesel ve coşkulu bir işçi-emekçi eyleminin gerçekleştirilebilmiş olmasıdır.

Sınıf ve emekçi kitlelerin yaşadığı yıkımın ve kayıpların biriktirdiği öfkenin dindirilmesi bir yana, yeni saldırılarla amansızca körüklenmesinin yarattığı mayalanma, kıpırdanma ve kaynaşma, sendika bürokrasisini bile harekete geçmek zorunda bırakmıştır. Bu hain bürokratların saldırılara karşı mücadele gibi bir niyetleri olmadığı gibi, gelişen hareketliliği denetim altına almak ve biriken tepkiyi boşaltmak gibi uğursuz bir rolü üstlendikleri sayısız deneyim üzerinden bilinmektedir. Bu yüzden, sınıfa sendika ağalarından medet ummayı öğütlemek, sadece liberal reformistlerin işi olabilir. Sendikal ihanet şebekesinin sonunda hangi amaçlarla, hangi uğursuz yeni rolü oynamak üzere harekete geçtiğini gözönünde bulundurmak kuşkusuz önemlidir. Fakat bunun kadar önemli olan bir öteki nokta ise, tabanda onları harekete zorlayacak kadar bir basıncın birikmiş ve nihayet dışavurmuş olmasıdır. Tutulması gereken temel halka, dikkatlerin yöneltilmesi gereken asıl alan bir kez daha burasıdır.

İleriye doğru atılımların, sınıf hareketinde yeni bir canlanmanın potansiyeli durumundaki bu dinamik giderek büyümeye ve militanlaşmaya gebedir. Ne var ki burjuva düzen kampında sonu gelmeyen iç dalaşmalar kapsamında yaşanan yeni gelişmeler ve oyunlar, sınıf ve emekçi hareketinin önüne dikkatleri çelen ve saptıran yeni bir engel olarak dikilmiş durumda. Sermaye sınıfına ve gerisindeki emperyalizme hizmette sınır tanımayan dinci parti ve başı tam da harekete geçmiş kitlelere celallenirken, yani en çok oy aldığı toplumsal kesimlerle ipleri germişken, gündeme bir anda “kapatma davası” düşüverdi. Ve bu davanın açıklanmasının hemen ardından (yalnızca bir kaç saat sonra!) SSGS yasa tasarısı geri çekildi. Elbette gözden geçirilip yeni biçimiyle dayatılmak üzere…

AKP’nin bu geri adımı, 14 Mart eylemin bir sonucu olmaktan çok, burjuva düzen cephesindeki dalaşmada rakiplerinin hamlesini boşa çıkarma manevralarından biri olarak yorumlanabildi. Kapatma davasının gündemi boydan boya kaplayarak eylemin yarattığı etkiyi gölgelemesi bu yorumda rol oynasa da, bu geri adımın yalnızca bununla açıklanamayacağı açıktır. Saldırı yasasına karşı emekçi kitlelerin büyük bir öfkeyle ve beklenenin üzerinde bir kitlesellik ve yaygınlıkla alanlara çıkmış olması, geri çekmede açıktır ki önemli bir rol oynamıştır. Fakat öte yandan AKP hükümeti bu yolla kapatma davası karşısında pozisyonunu güçlendirecek bir manevra yapmak yoluna gitmiştir. Bir yandan kendisine yönelmiş kapatma saldırısı karşısında kitle desteğini güçlendirmeye çalışırken, öte yandan sermaye çevrelerinin yasasının hızla geçirilmesini istedikleri bir sırada kendisine böyle bir saldırının reva görülmüş olmasına kendince örtülü bir yanıt vermiştir. Özetle bir taşla bir kaç kuş vurmayı hedeflemiştir.

Sonuçta Yargıtay Başsavcısı üzerinden atılan adım bir anda gündemi değiştirmiş, en başta da sınıf hareketi üzerine yükselen seslerin kesilmesine yolaçmıştır. Bu arada Kürt hareketine karşı sınır ötesinde ve sınır içinde yürütülen kirli savaşta yaşadıkları hezimetin yarattığı tartışma da geride kalmıştır.

Günlerdir tüm sermaye dünyası AKP’ye “karşı” açılan davayla yatıp kalkıyor. Sonu gelmeyen analiz, yorum, açıklama vb. ile toplum adeta bombardımana uğruyor. Bunun toz dumanı arasında emekçilerin dikkatleri saptırılıyor, bilinçleri karartılıyor. Sonuçta açılan dava halihazırda AKP’nin işine yaramış, sıkıştığı bir anda nefes aldırmakla kalmamış, muhtemelen kitle desteğini de güçlendirmiş ve tabanını bilemiştir. Fakat öte yandan mağdur rolü oynaması da artık eskisi kadar kolay değildir. Onun sermaye iktidarının kudurgan bir uşağı olarak mağdur ettikleri, işçi ve emekçi kitleler, bu olanağı büyük ölçüde elinden alacaklardır. Olay aynı zamanda “laik cenah”a da yaramıştır, zira tüm mevzileri birer birer düşmüş, büyük bir moralsizlik içinde çırpınıyorken, bir yüklenme ve umut kapısı açılmıştır. Genel olarak sermaye düzeninin ise hem yararına, hem zararına olmuştur. Yararına olmuştur, zira yılların ardından sınıf cephesinde gelişen dinamik ve etkili bir süreci önemli ölçüde zedelemiştir. Zararına olmuştur, zira düzenin siyaset sahnesindeki krizinin öyle kolay kolay yatıştırılamayacağı böylece bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Sonuçta sermaye düzeninin amerikancı sözde “laik cephe”si ile amerikancı dinci cephesi bir kez daha karşı karşıya. Sınıfı ve emekçileri bir kez daha bu kamplardan birinin ardında saflaştırmak için, tüm medya kuvvetleri sözcüsü oldukları sermaye gruplarının anlayışları uyarınca büyük bir seferberlik halindeler.

Gelişmeler nasıl bir seyir izlerse izlesin, bu olay etrafında işçi ve emekçileri saflaştırabilmek, burjuvazi ve düzeni payına yeni bir başarı olacaktır. Böyle bir başarı aynı zamanda işçi ve emekçileri bekleyen sosyal yıkımın, kıdem tazminatının gaspının, özetle daha fazla köleleştirmenin engelsizce sürdürülmesi anlamına gelecektir. Keza kardeş Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş, yeniden sağlanacak mutabakatlarla aynı hızla sürdürülebilecektir.

Doğal olarak bunu engellemek işçi sınıfı ve emekçilerin tutumuna bağlıdır. Sınıf ve emekçiler kendi sorunlarına sahip çıkma iradesini inşa etmeye devam ettikleri, mücadele kararlılığı gösterdikleri durumda sermayenin siyaset alanındaki krizi, düzeni büyük sıkıntılara sürüklemeye adaydır. Halihazırda sınıf hareketi planında bunun önemli imkanlarının olduğu 14 Mart’ta bir kez daha açığa çıkmıştır. Uzun yılların ardından ve bunun sağladığı birikimle gerçekleşen bu eylemin bir günde sönüp giden bir saman alevi olarak kalmaması devrimci açıdan günün en önemli sorunudur. Bu çerçevede sınıf hareketinin büyümeye, gelişip serpilmeye gebe dinamiklerinin yolundan saptırılamaması hayati bir önem taşımaktadır.

Bunun sağlamanın, demek oluyor ki sermayenin her tür kirli oyununu ve saptırıcı manevrasını boşa çıkarmanın sorumluluğu ise, sınıf mücadelesinin gelişmesinden yana olan tüm güçlerlerin, öncelikle de işçi sınıfı devrimcilerinin omuzlarındadır. 14 Mart’ı Newroz’a, Newroz’la birlikte baharın tüm canlılığını devrimci 1 Mayıs’a bağlayacak süreci örgütlemek, bu sorumluluğu yerine getirmenin en alt sınırı olarak görülmelidir.