11 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/02

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesi!
  Sınır ötesi operasyonun karşılığı ABD emperyalizmine sınırsız hizmet!
ESK ve DİSK’in tutarsızlıkları
Dağlıca tutsaklarının iddianamesi tamamlandı…
Operasyonlara ve saldırılara karşı
birlikte mücadeleyi yükseltelim!
“Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” ancak...
  Emekçi kadınlar Kurultay’a hazırlanıyor...
  Sınıf hareketinden...
  “Sosyal güvenlikte kara delik”: Yalancının...
Yüksel Akkaya
  Emekçi Kadın Kurultayı’na doğru...
  Düzen medyasına “Türbanlı komünist”ten yanıt:
  Verem değil düzen öldürüyor!
  Türkiye Facebook’ta rakip tanımıyor! .
  ABD’de başkanlık yarışı başladı...
  “Renkli devrim” safsatasının çöküşü
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!
  Yeni bir yılda düzen şuursuzlaştırmaya
devam ediyor!
  Yeni bir yıla girerken...
M. Can Yüce
 yök Bültenlerden...
  Özgürlük ne yana düşer, YÖK ne yana!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BİR-KAR’dan tüm uluslardan işçilere, emekçilere ve devrimcilere çağrı:

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrimci anılarını sahiplenmek için Berlin’e!

Bilindiği gibi her yıl, Ocak ayının ikinci haftasında ve Berlin’de, 15 Ocak 1919 tarihinde savaş suçlusu Alman burjuvazisi tarafından acımasızca katledilen Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht için önce bir yürüyüş ve ardından da anıt mezar ziyareti yapılmaktadır.

Onların adları ve anılarına saygının ve bağlılığın bir ifadesi olan bu yürüyüş, tarihi bir anlama sahiptir ve derin politik mesajlarla yüklüdür. Her yıl, çeşitli ülkelerden ve uluslardan onbinlerce işçi, emekçi, ilerici ve devrimci sözkonusu tarihte, büyük bir düzenlilikle Berlin’e akmakta ve bu yürüyüşe katılmaktadır. Onbinler, gün boyu kapitalist sömürü ve baskıya, demokratik ve sosyal hak gasplarına, militarizme, emperyalist saldırganlık ve savaşa, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve faşizme dönük tepkilerini sergilemekte, mücadeleye dair çağrılar yapmakta, kararlılıklarını dile getirmekte, geleceğe ve sosyalizme dair özlemlerini haykırmaktadırlar.


İşçiler, emekçiler,

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, yalnızca Alman proletaryasının değil, dünya proletaryası ve sosyalizmin iki başeğmez ve seçkin önderidir. Onların tüm yaşamları kapitalist sömürüye ve emperyalist barbarlığa karşı mücadele ile örülüdür. Adları, kapitalist barbarlığa karşı bir mücadele çağrısıdır. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht demek, deyim uygunsa, devrimin güncelliği demektir. Ve zaten onlar, militarizme ve 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na karşı mücadele ettikleri ve savaşın yarattığı yıkımdan bir toplumsal devrimle çıkmak yolunu tuttukları için katledildiler.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, her zaman dünya işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimcileri için bilimsel temellere dayalı tarihsel ve güncel bir iyimserliğin, ‘ateşin ve ruhun’ yoğurduğu bir militanlığın ve nihayet, geleceğe, yani sosyalizme dair sarsılmaz bir umudun ve inancın, burjuvazi içinse sınırsız bir sınıfsal kinin ve korkunun simgesi olmuştur. Ve bu hala da böyledir. Burjuvazi onların adlarından dahi korkmaktadır.

Öyle ki, uluslararası emperyalist burjuvazi adına Alman burjuvazisi ve devleti, onları hatırlatan her şeye büyük bir kin ve düşmanlıkla bakmakta ve saldırmaktadır. Bu çerçevede her yıl, Rosa ve Karl Liebknecht için yapılan yürüyüşe dönük son derece keyfi saldırılar gerçekleştirilmekte, polis ve neonazi çetelerinin ortak yapımı provokasyonlara başvurulmaktadır.

Alman polis devleti, bazı gerici ve faşist güçler aracılığıyla geçen yıl da açık bir provokasyona başvurmuştu. Sözkonusu faşist güruh, polisin koruması ve desteğini de arkasına alarak, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in mezarlarının da bulunduğu anıt mezarların olduğu alanda, bir “Stalin kurbanları anıtı” dikmiş ve ilkel bir anti-komünizm örneği sergileyerek kaba bir provokasyon ortamı yaratmıştı. Benzer bir provokasyon için bu yıl da harakete geçilmiş durumda. Neo-naziler, geçtiğimiz günlerde, ‘’Unutmaya karşı-Freikorps, Almanya için askerler!’’ şiarı ile bir karşı yürüyüş için başvuruda bulundular. Diğer yandan ırkçı parti, Berlin Lichtenberger ilçe meclisine, 18 Eylül 1944 yılında idam edilen KPD yöneticisi ve sendikacı Anton Saetlow adının verildiği meydanın adının, Waldemar-Pabs Meydanı olarak değiştirilmesi için başvuruda bulundu.

R. Luxemburg ve K. Liebknecht, adına Freikorps denilen faşist katliam çetesi tarafından katledilmişti. Waldemar ise, Rosa ve Karl Liebknecht’in öldürülmesi için emir veren komutandır. Dolayısıyla yapılan tüm kabalığı ve pervasızlığı ile yeni bir rezilce provokasyondur. Alman devleti son dönemlerde Avrupa’da komünizme ve sembollerine karşı başlatılan haçlı seferinin başını çekmektedir. Bu gelişme de çok açık biçimde, iki dünya savaşına neden olmanın ve faşizm belasını dünya halklarının başına sarmanın utancı ve ezikliği ile, daha yakın dönemlere kadar faşizmi bir fikir akımı dahi kabul etmeyip insanlık suçu sayan, bunu da anayasasına yazan Alman devletinin, bugün tam bir polis devleti olma yolunda sanılandan da çok mesafe aldığını göstermektedir.

Naziler’in tasmaları çözülmüş ve yeniden sokaklara salınmışlardır. Sözkonusu olan faşizmin karanlık yüzüdür. Yapılan ise basit bir olay olmayıp ilerici ve devrimci güçlerin şahsında tarihe ve ilerici insanlığa dönük bir meydan okuma, gözdağı ve saldırıdır. Tam da bu nedenle bu yılki yürüyüşe katılmak çok daha anlamlı ve önemli hale gelmiştir.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu olarak; tüm işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimci güçleri daha da kenetlenmiş olarak, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’e ve anılarına bağlılığımızı, kapitalist barbarlığa, emperyalist saldırganlığa ve faşizme karşı kinimizi, öfkemizi daha kararlı bir biçimde haykırmak, sosyalizmin zaferine olan inancımızı bir kez daha dile getirmek için, bu yürüyüşe katılmak üzere 13 Ocak’ta Berlin’e çağırıyoruz.

Kahrolsun kapitalizm ve emperyalizm!

Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!

BİR-KAR

(İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu)

8 Ocak 2008


Almanya’da yabancı düşmanlığı...

Eyalet seçimleri ve “yabancı gençlerde şiddet eğilimi”!

Almanya 2008 yılına, fırlayan enerji fiyatları, temel gıda maddelerine zam, emeklilik ücretlerinde düşüş, çalışma koşullarının tekellerin çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi ve yoksullaşan kitlelerde büyüyen hoşnutsuzluk ile girdi.

27 Ocak tarihinde iki eyalette, Hessen ve Hamburg’da seçimler gündemde. Anketler, seçimlerde düzen partilerinin büyük oranda oy kaybedeceğini, hatta Hessen eyalet hükümetinin başbakanı Hristiyan Demokrat Partili Roland Koch’un kitle desteğinin düştüğünü gösteriyor.

Ama geçmişte karapara skandalları ile adını sıkça duyuran eyalet başbakanı seçimin nasıl kazanılacağını iyi biliyor. O yine 1999 yılındaki eski tecrübesini kullanarak elini politika sandığının en derinlerine soktu ve gericiliğin her zaman kullandığı konuyu sandıktan çıkardı: “Yabancılar” ve “suç”!

Koch Almanya’da suç işlemeye eğilimli yabancı gençlerle ilgili bir tartışma başlattı. Söz konusu tartışma, Noel tatilinde biri Türk diğeri Yunanlı iki gencin Münih metrosunda kendilerine sigara içmemelerini söyleyen emekli bir Almanı “pis, domuz Alman” diyerek dövmeleri ve bu sahnelerin güvenlik kameraları tarafından tespit edilmesi üzerine başladı.

Görüntüler günlerce yayınlandı. Koch ve şürekası demeçler verdi. “Yabancılara gereğinden fazla hoşgörülü davranıldığı”, “suç işleyen kriminal gençlerin oranının Alman yaşıtlarına göre daha yüksek olduğu”, onlara karşı “sıfır tolerans” gösterilmesi”, “sert biçimde” cezalandırılması ve kolay sınırdışı edilmesi gerektiği tartışmaları başladı. Örneğin 18 ile 21 yaş arasındaki gençlere daha yüksek cezası verilmesi, gençlik mahkemesi yasasına göre en yüksek hapis süresinin 10 seneden 15 seneye yükseltilmesi, bir yıl ceza almış yabancı gençlerin sınırdışı edilmesi gündeme geldi. Bu şimdiye değin 3 yıldı, ki bu uygulama da 2007 yılında yasallaşmıştı.

Metro istasyonundaki olayın faillerinin yabancı gençler olması önemli bir ayrıntı. Böylesi olaylarda her zaman olduğu gibi Fransa’yı saran alevler ve banliyölerdeki göçmen gençliğin isyanı hatırlanır. Fransa’ya benzemekten korkulur. Olayların daha büyümeden kökten çözümünden söz edilir. Ardından yabancı gençlere, buranın efendisinin kim olduğunu göstermek gerektiğine geçilir. Ve hemen her zaman olduğu gibi, gençlik ceza hukukunun sertleştirilmesi “yabancı” gençlerin sınırdışı edilmesi gündeme gelir ve yasalar sertleştirilir.

Suç işleyen Alman gençleri gibi göçmen çocukları da, genelde toplumun en alt yoksul kesiminden geliyor. Büyük bir çoğunluğu işsiz veya yoksulluk sınırında yaşayan ailelerin çocukları. Yoksul ailelerin çocuklarının aldığı eğitim ise daha başından onların nereye gideceklerini belirleyen, eşit şans tanımayan bir sistem. Dolayısıyla isimleri ister Ali, ister Yorgo, isterse Hans olsun, Almanya’da gençlerin suça yönelmesi ulusal kimlikle değil ekonomik-sosyal yapıyla ilgilidir.