2 Kasım 2007 Sayı: 2007/42(42)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenler sınır ötesi operasyon için Washington’dan icazet istiyor…
  Şovenistlerin sahte anti-emperyalizmi!
Savaş naraları eşliğinde “Cumhuriyet Bayramı”!
Faşist saldırılara ve tırmandırılan şovenizme karşı tepkiler...
Ekim Devrimi’nin 90. yılında sosyalizm en
güncel ve acil ihtiyaç olmaya devam ediyor!
Kürtleri kırma ve katliam provaları... - M. Can Yüce
  Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
  Telekom greviyle dayanışmayı
yükseltelim!
  Şovenizm cereyanının gölgesinde BMİS Genel Kurulları...
  “Yeni” feodalite, “yeni” toplum, “yeni” hayat -
Yüksel Akkaya
  Cemaatçi/ “Hayırsever” kapitalizm kökleşiyor - Volkan Yaraşır
  Şovenizmin yalanlarına ortak olma!
  Şoven saldırganlık ve gençlik mücadelesi…
  Özgürlük ve eşitlik için,
emekçi kadınlar “bir adım ileri!”
  Dünyadan...
  Fado, Fiesta... Vatan, Millet, Sakarya!..
  Gelecek, özgürlük ve halkların kardeşliği için…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fado, Fiesta... Vatan, Millet, Sakarya!..

“Bir pazar günü futbol maçı varken devrim yapmak mümkün mü?.. Futbol günümüzün en yaygın batıl inancıdır. Futbol halkın afyonudur...“ (Umberto Eco)

Yükselen şovenizm toplumun tüm kesimlerine sirayet ederken, hemen her yer şovenizmin boy gösterdiği alanlara dönüştürülüyor. Sanal alemden sokaklara, düğünlerden futbol maçlarına kadar her yer birden bire “vatanını seven” insanlarla doluyor, dolduruluyor. Hemen hepsi tuhaf bir histerinin şuursuz bir biçimi olarak tezahür eden “tepkiler” çok büyük kitlesellik arz etmese de yaygın ve arkasına büyük destek alarak gerçekleşiyor.

Toplumun “tüm kesimlerinin” bir şekilde müdahil olma çabası, iğreti duran kampanyalara, kimseyi inandırmayı başaramayan yalanların havada uçuşmasına yol açmaktadır. Örneğin ASO (Ankara Ticaret Odası) Başkanı esip gürleyerek Irak’a ambargo için hazır olduğunu söylerken, memleket bütçesinin üçte birinden fazlasını gaspeden orduya yardım kampanyası düzenlemek için “medyanın vitrine” koydukları birbirlerini eziyor. Son olarak şovenizmin kol gezdiği futbol sektörünün de “milli maç” vesilesiyle müdahil olduğu bu yardım furyası “milli takımın” Yunanistan’a yenilmesiyle büyük oranda gündemden düştü. Ancak açılış seremonisine asker selamı verip “vatan için” maç yapan bu kof kahraman yığınının yarattığı atmosfer zaten düzenin kalesi haline gelmiş stadları “Estergon Kalesi” kıvamına getirdi. Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle verdiği resepsiyona katılan A Milli Takım Futbol takımı oyuncusu Fettullah’ın kral taşeronu Hakan Şükür, “PKK’nin saldırılarını lanetledikten” sonra Başbakan Erdoğan’a, “Askerliği gelen futbolcu arkadaşlar askere alınmak istiyor” dedi. Erdoğan, Şükür’ün sözlerine, “Bu işleri ayak üstü konuşamayız, sonra değerlendirelim” karşılığını verdi.

Son dönem stadlarda yaşanan “tek yumruk” olmuş şovenist histeriyi ve futbolun tanınan yüzlerinin “bizi de askere alın” çağrılarına varan şovlarını daha iyi okumak için, örneğin büyük her maçta oyuncularını adeta Mohaç meydan muharebesine hazırlayan “vatanpenver” Fatih Terim’in aylık 200 milyara yakın net maaş aldığını söylemek yeterli olacaktır. Yine benzer şekilde yıllık birkaç milyon doların altında maaş almayan futbolcuların bu vatanı sevmeleri hem de herkesten çok sevmeleri için “milyonlarca” nedeni olduğunu söylemek yeterli olacaktır.

Milli maç ile başlayan ve lig maçları ile tüm yurt sathına yayılan şoven propaganda, stadları adeta birer arenaya dönüştürürken, Portekiz’i yıllarca ‘3F’ ile, yani fado (arabesk), fiesta (eğlence) ve futbol ile yönettiğini saklamayan Salazar’ın ruhu bir kez daha şad oldu. Takımlar ellerinde “terörü kınayan” pankartlarla maça çıkarken, dünün futbol teröristleri birden melek kesilerek basın açıklamaları düzenlediler. “Solcu” bilinen ve amblemine anarşizmin simgesi “A” harfini işleyen Çarşı tribünleri, “132 desibellik” şovenizm şovuyla bir yandan rekor kırarken, diğer yandan faşizmin propagandasını omuzlayarak, “gollerle bile ilgilenmediler bütün maç PKK’yi lanetlediler” sözleriyle burjuva medyanın da alkışını almış oldular. Türkiye futbol endüstrisinin üçlü oligarkı Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın amigolarının yayınladığı “aşığıyız renklerimizin, ama bu vatan hepimizin” ibaresiyle başlayan açıklaması da burjuva medyanın Kürt halkına savaş ilan eden satılık gazetelerinde, “3 kulübün taraftarları ülke bütünlüğünü tehdit eden terör olaylarına karşı birlikte hareket etme kararı aldı” biçiminde yayınlandı. Hürriyet gazetesi, haberi, “vatan sevgisinde 3 büyükler tek yürek, tek bilek” sözleriyle verdi. Daha dünün medya tarafından hedef tahtasına çakılmış fanatikleri, birden medyanın şefkatli kolları arasında ikiyüzlü bir ittifaka yelken açmış oldular. Bizzat medya tarafından kilit altında tutulması emredilen bu amigolar Kürt halkına nefret, devlete sadakat gösterince birden aynı medyanın övgüsünü alabildiler. Oysa bugün “vatan, millet, Sakarya” diyen bu adamlar, tribünleri “esrarı da çekeriz…” diye başlayan tezahüratlarla inletip mafya ilişkiler ağı içerisinde yöneticilerle kolkola girenlerdi. Hırsıza, yolsuzluk yapana, uyuşturucuya, mafyaya kafa sallayıp hatta el pençe divan hazırolda bekleyenler şimdi peşlerine taktıkları futbol seyircileri ile Kürt halkına ve onun haklı mücadelesine karşı antlar içerek şoven propagandanın tetikçiliğini yapıyorlar.

Futbolu koskoca bir sektöre dönüştüren, milyonlarca insanı peşinden sürükleyen burjuvazi, bir yandan futbolun kitleleri esir eden o müthiş çekim gücünü kullanırken, diğer yandan da bu esareti kendi isteği doğrultusunda kullanmayı adet edinmiştir. Sessizleştirilen ve baskı altına alınmış bir toplumda kendini ifade edemeyenler toplu bir intikam akti içerisinde saldırgan ve tepkisel karakteriyle varolurlar. Örneğin “ölmeye gelmiştir” çoğu, ama kastettikleri aslında öldürmek, saldırmaktır, yani amaç yenmek, yoketmektir. Ancak bu saldırganlık kaba bir tedirginlik içinde kendine yer bulur. Toplu hareket etmek dışında kendini herşeye kapatmış tribün müdavimlerinin kendi şiddet eğilimlerini ifade etmeleri için bir anda her kesim için düşman gösterilen Kürt halkına saldırmak eşi bulunmaz bir fırsattır. Ancak onları bu ruhhaline iten ve dönem dönem de bundan büyük bir keyifle istifade eden sermaye devletidir. Futbol maçları bugün için düzenin şoven şovlarının ev sahipliğini yapmaktadır. Devlet hiçbir yerde yakalayamadığı kitlesel eylemlere buralarda ulaşabilmektedir.

Genel olarak spor özel olarak da futbolun tarihi sınıflı toplumlarla başlar. Köleci toplumun “sporcuları” bu işi avcılık ve toplayıcılıkla doğada var olma savaşı için yapıyorlardı. Futbol da tüm diğer spor dalları gibi sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla kendine varlık zemini bulmuştur. Yani spor/futbol hep bir efendi eliyle, boş vakit sahipleri eliyle varolmuş ve onların hizmetinde olmuştur. Bunu değiştirecek tek şey ise sınıfsız toplum olacaktır. Bugün için sermayenin mabetleri konumuna dönüşen stadların bu koskoca hipnozdan kurtulabileceğini Alman faşizmi karşısında boyun eğmeyen Dinamokievli futbolcular ve taraftarlar ve endüstriyel futbola karşı ısrarla direnen İtalya’nın Livorno takımı ve taraftarları kanıtlamışlardır. Tıpkı sınıflı toplumun yarattığı boş vakit sahipleri eliyle kendine hayat bulan sanat ve kültür gibi sporu/futbolu da kapitalizmin elinden almak bir görevdir.


Tüm Bel-Sen 1 No’lu Şube Sekreteri ile ırkçı-şoven saldırganlık üzerine konuştuk...

“Birleşik mücadeleyi örgütlemek gerekiyor”

- Mecliste çıkarılan tezkere ile Türkiye “sınır ötesi” bir operasyona hazırlanıyor. Komşu bir halka savaş anlamına gelen tezkereyi meşru göstermek için sermaye iktidarı şovenizmi kışkırtıyor. Diğer yandan işçi ve emekçilere yönelik saldırıları bu atmosferden faydalanarak hayata geçiriyor. Irkçılığın ve şovenizmin tırmandırıldığı, linçlerin kışkırtılığı, gericiliğin hakim kılındığı böylesi bir ortamda ne yazık ki emek güçleri ortaya çıkmış, işçi sınıfı alması gereken tutumu almış değil.

Türk-İş’ten Hak-İş’e, DİSK’ten KESK’e kadar sendikaların bir kısmı gerici bir tutum alırken, kimisi ise net bir tutum almış değil. Oysa böylesi bir ortamda tüm ilerici, devrimci güçlerle emek güçlerinin yükseltmesi gereken şiar “Irkçılığa, şovenizme ve gericiliğe karşı yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!” olmalıdır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kadri Kılıncı (Tüm Bel-Sen 1 No’lu Şube Sekreteri): Emek, demokrasi, demokratik anayasa ile ilgili çalışmalarımız var. IMF ile yapılan saldırı yasaları var. Bu dönemde 2008 bütçesi ile ilgili eylem programımız var. Tezkerenin çıkmasıyla halklar arasına şovenizm tohumları ekerek işçi ve emekçilere yönelik saldırı programlarını daha rahat uygulayabilecekler. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarı sorunun çözüm noktasını gösteriyor.

Kürt sorunu ile ilgili resmi ideolojinin tutumu belli. Ortada Kürt sorunu var. Bu sorun demokratik, barışcıl bir süreçle çözülür. Fakat ülkeyi yönetenlerin böyle bir yaklaşımları yok. Milliyetçilik çıtasını yükselterek bu süreci boğmaya çalışıyorlar. Bu Kürt sorununun çözümünü daha da uzaklaştırıyor. Bu süreç 3 Kasım’da Ankara’da yapılacak mitingi, Tuzla tersanelerde gerçekleşecek eylemi, Telekom grevini etkisiz bırakacaktır.

- Siz sendika olarak bu gerici atmosfer karşısında tabanınızı bilinçlendirmek, sermaye iktidarının bu oyunlarına karşı uyarmak için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Emekten yana herkesin birlikte, ortak mücadeleyi geliştirmek için neler yapılabilir, diye üzerine çaba harcaması gerekiyor. Birleşik mücadeleyi örgütlemek gerekiyor. İsteklerimizin gerçekleştirilmesi için birlikte hareket etmek şarttır.

Sendikaların üye toplatılarıyla süreci anlatmaları gerekiyor. 3 Kasım mitingine katılmalarını sağlamak gerekiyor. Linç kültürü toplumumuza üstten yayılmaya çalışılıyor. Türk-Kürt ayrımı yapmadan, halkların kardeşliğini yaşama uygulamak gerekiyor. Üyelerimizle toplantılar yaparak aydınlatmaya çalışıyoruz. Neler yapmamız gerektiğini birlikte tartışacağımız bir toplantı gerçekleştireceğiz. Bu süreçte herkese büyük görevler düşüyor.

Kızıl Bayrak/İstanbul