4 Mayıs 2007 Sayı: 2007/17(17)

  Kızıl Bayrak'tan
   2007 1 Mayıs’ının özeti: İşte Taksim, işte 1 Mayıs!..
  Taksim’deki 1 Mayıs yasağına işçi ve emekçiler son verdi!
Zorbalık sökmedi, Taksim’i kazandık!
Türk-İş’in bölücü-icazetli mitingine işçi tepkisi!
Ankara’da coşkulu ve kitlesel 1 Mayıs
 Adana’da coşkulu ve kitlesel 1 Mayıs!
  1 Mayıs’ı kazandık,
önümüzdeki dönemi de kazanacağız!
  İzmir’de 1 Mayıs!
  Kilitlenen düzen siyaseti çözümü seçim sandığında görüyor…
  Düzen içi çatışmada taraf olmayı, başkaları için savaşmayı reddedelim!
  Düzen cephesinde çıkar çatışması ve seçimler
  Türkiye’de 1 Mayıs gösterilerinden...
  Almanya’da 1 Mayıs gösterilerinden...
  Dünyada 1 Mayıs gösterilerinden...
  Merkez Bankası’na göre “yüksek ücret” enflasyonu olumsuz etkiliyor!
  Darbeci generalle kukla Başkan Çankaya’da!
  Füze savunma sistemi gerginliği tırmanıyor!
  Belirleyici olan ulusal ve dinsel aidiyet değil sınıfsal konumdur 
  Demokrasicilik oyunu, darbe ve özel savaş...
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Demokrasicilik oyunu, darbe ve özel savaş...

M. Can Yüce

TC, yeni bir dönemeçte… Bu dönemeç, darbe ile demokrasi arasındaki bir dönemeç değil, demokrasicilik komedisi ile devletin militarist, özel savaşçı özü, nitelikleri arasındaki paradoksun şiddetinin düzeyinden kaynaklanan bir dönemeç…

Genelkurmay Başkanlığı, 27 Nisan saat 23.15’te kendi internet sitesinde bir “muhtıra” yayınladı. Muhtıranın hedefi AKP hükümetinden başkası değildi. Bu açıklamanın mesajı, politik hedefi ve yönü çok açıktı. Denilmek istenen ve verilmek istenen mesaj şuydu:

“Bu devlet sahipsiz değildir. Bu devletin gerçek ve tartışmasız iktidarı vardır. Sizin hareket alanınızın sınırları bellidir. Bu sınırları aşmaya kalkmayın. Bu sınırlar içinde hareket edebilirsiniz, ancak gerçek iktidar olduğunuz gibi bir yanılgıya kapılmayın. Somut olarak Cumhurbaşkanlığının bizim iktidarımız için simgesel bir anlamı, önemli bir dengeleyici rolü vardır. Bununla oynamayın. Hele bu devlete ve onun temel niteliklerine özde bağlı olmayan birini, eşi türbanlı olan birini cumhurbaşkanı olarak belirlemeye yeltenmeyin. Yoksa her yolla sizi engeller, hatta çok pişman ederiz. Buna rağmen hala demokrasicilik oynamaya devam ederseniz bu, sizin de bu oyunun da sonunu getirebilir. Eğer bu uyarılarımızı ciddiye almak istemiyorsanız cumhuriyet tarihine bakın, Erbakan Hocanızın başına gelenlere bakın!”

Genelkurmayın bu açık ve net darbe “muhtırasına” hükümet, görünürde sert bir karşılık verdi. Genelkurmayın bu girişiminin hükümete karşı bir tavır olarak algılandığını, görev ve yetkileri bakımından Başbakanlığa başlı bir kurum olduğunu ve bunun, Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda Anayasa Mahkemesini etkilemeye yönelik bir çaba olduğunu açıklayan Hükümetin bu tutumu, “cesur”, “kılıçların çekilmesi” biçiminde değerlendirildi…

Hükümetin bu tutumu bir güç ve iktidar gösterisi mi, yoksa karanlıkta mezarlıkta yürüyen adamın “ıslık çalma” çabası mı olduğu geniş bir tartışma gerektirmiyor. Hükümet gerçekten güç ve iktidar sahibi ise, bu konuda kendisine güveniyorsa yapacağı ilk şey, ordunun “komuta kademesini” görevden almak ve sonuna kadar bu kararlılığının arkasında durmak olurdu. Bunu yapmadığı gibi, kendi partilerinden bir milletvekilinin bu doğrultudaki önerisini bastırma çabası içine girdi. Açık ki hükümetin bu konuda ne gücü, ne cesareti, ne de niyeti var… Türk siyaset kurumunun böyle “sivil” gelenek, kültür ve ahlakı yoktur… Hele bu AKP açısından çok daha geçerli bir olgudur.

Meclisi, partileri ve hükümetiyle Türk siyaset kurumu, militarist-özel savaşçı iktidar ilişkilerinde bir asma yaprağı, gerçek iktidar gücünü meşrulaştırma işlevini gören bir kurumdur, bir demokrasicilik oyunundan başka bir şey değildir.

Türkiye’de burjuva anlamda bir demokrasi var mı? Anayasası, seçim, partiler ve diğer temel yasalarıyla, kurum ve pratik uygulamalarıyla bir demokrasiden söz etmek mümkün mü? Partiler, bu siyasal sistemin kendisine karşı politik duruşlarıyla, örgütlenmeleri, iç yapılanmaları ve yönetim anlayışı, işleyişi ve pratikleriyle burjuva demokrasinin neresindedirler?

Ya egemen basın yayın kuruluşları, medyası? O da aynı “Apoletli” kurum ve kültürün etkin bir parçası değil mi?

Peki, ortada süren “dalaşın” anlamı nedir? Hemen vurgulamak gerekir ki, öteden beri çeşitli düzeylerde süren kavga, demokrasi ile militarizm arasında süren bir kavga değildir. Var olan gerçekliğin en kaba özeti şudur:

TC, askeri despotik bir özel savaş, bir iç savaş örgütlenmesidir; ordu ve onun yönetim aygıtı, bu örgütlenmede gerçek iktidar gücüdür. Bu gerçeklik, açık askeri darbe dönemlerinde, “Post modern darbe” dönemlerinde, “sivil” ve “demokrasili”, meclisli, çok partili ve buna dayalı “sivil” hükümet dönemlerinde de özde ve gerçeklikte geçerlidir! Açık, dolaylı veya post modern darbelerin en temel gerekçesi, “sivil iktidarların” devletin temel duyarlılıkları, çıkarları ve buna karşı gelişen tehlikelere karşı yetersiz kalmaları değildir. Elbette bu da bir gerekçedir, ama esas gerekçe, sınırları gerçek iktidar sahipleri tarafından çizilen “demokrasicilik” oyununun kimi sınırlarının belirsizleşmesi, güç ve iktidar konusunda kimi yanılsamaların ortaya çıkması, oyunun kendisi ile gerçek “yönetmen” arasında kurulan dengenin bozulma sürecine girmesi, yani “sivillerin” iktidar oyununa yeltenmeleridir. Uyarıların, “muhtıraların” amacı oyunun sınırlarını hatırlatmak ve bozulma eğilimine giren dengenin yeniden kurulmasını sağlamaktır. Ama uyarının yetmediği veya tam işe yaramadığı noktada iktidar savaşının şiddet yasalarının devreye girdiği, gireceği de çok açıktır. TC’nin iktidar ilişkileri tarihi bir bakıma budur!

Bu gerçekliği tam kavramayanlar, demokrasicilik oyununun figüranlarından gerçek aktör rolünü bekliyorlar. Diyorlar ki, “gerçek iktidar sizsiniz, yasal olarak size bağlı olan kurum ve ilişkilileri siz yönetmeli, denetlemeli, çizmeyi aşanları da azletmelisiniz!” AKP’den bu tutumu bekleyenler var. Oysa AKP’nin böyle bir gücü, rolü ve niyeti yok. Kendisi burjuva anlamda demokratik bir parti değil, Türkiye siyasetinde böyle bir parti de yok… Bu özel savaş rejimine karşı, onun yasal, siyasal yapısına karşı, militarist yapısına ve ruhuna karşı, bunun en temel kaynağı konumundaki Kürdistan sorununa karşı en sıradan demokratik bir tavır almadan demokrat kimliğini kazanmak ve demokrasi mücadelesini vermek, bu mücadelede başarılı olmak mümkün değildir. Demokrasi mücadelesi bir iktidar mücadelesidir. Ama askeri despotik cumhuriyetin demokratikleşmesi konusu, burjuva partilerin gücünü, gelinen tarihsel noktada sınıfsal konumunu aşan bir olgudur!

Türkiye’de bir demokrasi sorunu var. Evet, bu demokrasi mücadelesi, demokrasicilik oyunu ile karıştırılmamalıdır. Hiçbir burjuva partisi, dincisi, liberali, “ulusal solcusu”, cumhuriyetçisi demokrasi mücadelesinin aktörü, bileşeni değildir. Onlar ancak Genelkurmay karşısında esas duruşa geçen, kimi durumlarda hareket alanlarını genişleterek iktidar yanılsamasını yaşayan, ama zor karşısında “şapkasını alıp giden” ya da esas duruşa geçen figüranlar konumundadırlar. O nedenle Türkiye siyaset kurumunu oluşturan meclisi, hükümeti, partileri demokrasinin unsurları olarak görmek, bunlar arasındaki dalaşı demokrasi mücadelesi olarak tanımlamak, yine ordu ile kimi zaman sertleşen çekişmeleri demokrasi mücadelesi olarak değerlendirmek TC gerçeğini, onun iktidar ilişkilerinin özünü kavramamak demektir.

Bu kavrayışsızlığın sol cephedeki ideolojik ve politik yansıması, düzen içi çözümlere bel bağlamak, “yasalcılık” oyununa kendini kaptırmak, en kötü türden reformculuktan başka bir şey değildir.

Evet, Türkiye’de bir demokrasi sorunu var. Ama bu sorun gerçek anlamda bir devrim sorunudur! Kürdistan ve Türkiye devrimleri olmadan, ya da bu devrimler özel savaş iktidarını zorlayacak ve yenilgi sürecine sokacak düzeyde gelişmeden, devrimler gerçek anlamda politik bir güç, politik birer seçenek haline gelmeden demokrasi sorunu çözülemez. Kuşkusuz devrim olmadan, devrimler bir politik seçenek haline gelmeden Kürdistan sorunu da çözülemez. Kürdistan sorunu çözülmeden Türkiye’de demokrasi sorunu da çözülemez. Askeri despotik cumhuriyeti günlük olarak besleyen ve üreten öncelikle ve esas olarak Kürdistan sorunudur!

Bu kısa vurgulardan da anlaşılacağı gibi, devrimcilerin duruşu ve görevleri, demokrasicilik oyununun bir eklentisi, bir yaması haline gelmek değildir. Tersine askeri despotik cumhuriyeti, onun gerçek iktidar güçlerini ve demokrasicilik komedyasının figüranlarını her fırsatta deşifre etmek ve Kürdistan ve Türkiye devrimlerinin bağımsız çizgisini gerçek seçenek haline getirme mücadelesini geliştirmektir. Halkımız, emekçiler, demokrasicilik oyununun yönetmeni, aktörleri ve figüranları arasında bir tercih yapmayı değil, bu oyunu ve onun her düzeydeki oyuncularını deşifre etmeyi esas alır, bağımsız duruşta ısrar etmenin gerçek kurtuluşa götürecek doğru yaklaşım olduğunu her gün yeniden yeniden kavrar…

İki gün sonra 1 Mayıs… Askeri despotik cumhuriyete karşı işçilerin, emekçilerin, gerçek demokratların bağımsız duruşlarını ortaya koymaları açısından önemli bir olanak! Bu olanağı değerlendirmek, 1 Mayıs’ı güncel politik görevler ışığında kutlamak tarihsel önemdedir… Bunun başarılacağı umuduyla…

29 Nisan 2007