20 Ekim 2006 Sayı: 2006/41 (41)
  Kızıl Bayrak'tan
   Metal TİS’leri uyuşmazlıkla sonuçlandı... Sürecin seyrini mücadeleci sınıf
inisiyatifleri tayin edecek
  MESS’in kölelik dayatmasına karşı
kararlı bir mücadele şart!
  Türk Metal yeni bir satışa hazırlanıyor!
  İhanete ve satışa geçit vermeyelim!
Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Kürt sorunu, özgürlükler ve haklar sorunu
Kürt sorunu ve “demokrat” maskeli
Ağar’ın yarattığı boş beklentiler
Soruşturma karşıtı mücadele güncel
saldırılarla bağı içinde ele alınmalı
 Eylem ve etkinlikler
  E. Atalay’ın yanıtı sendika bürokrasisi
gerçeğine aynı tutuyor (Orta sayfa)
  İstanbul İşçi Kurultayı tanıtım toplantıları
sürüyor
  Sınıf hareketinin sorunları ve İstanbul İşçi
Kurultayı üzerine işçilerle konuştuk
  29 Ekim’de toplanacak OSİM-DER Genel
Kurulu üzerine Dernek Başkanı ile
konuştuk.
  TMMOB mitingi üzerine
  İngiltere’de öğretim görevlilerine ajanlık
dayatması
  Siyonistler Filistin halkı üzerinde kimyasal silahlar deniyorlar
  Sri Lanka’da çatışmalar şiddetleniyor
  BM’ye ABD-İsrail işbirlikçisi genel
sekreter
  12 Kasım’da İstanbul İşçi Kurultayı’nda
buluşalım!
  Yılmaz Güney ve Ruhi Su Berlin’de bir
etkinlikle anıldı
  TAYAD’dan tecrit sempozyumu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Türk sorunu, özgürlükler ve haklar sorunu

Uzun zamandır tartışılan soykırım yasasının Fransız meclisince onaylanması ve Türk hükümetinin tepkisi basında şu ibarelerle haber yapıldı:

“Başbakan Tayyip Erdoğan Fransa'da ‘Ermeni soykırımı'nı reddedenlere bir yıla kadar hapis ve 45 bin avro para cezası verilmesini öngören yasa tasarısının Fransa parlamentosundan geçmesine sert bir biçimde karşılık verdi.”(Radikal, 14 Ekim ‘06)

Başbakan'ın ‘sert' yanıtının ise, “Fransız parlamentosu demokrasi tarihine, özgürlüklere kara bir leke çalmıştır” sözlerinden ibaret olduğunu duyuruyordu aynı haber.

Tayyip Erdoğan'a ait bu sözlerin anlattığı görüş, aynı süreçte, çok fazla kişi tarafından ve hemen hemen aynı sözcüklerle savunuluyordu. Aslında, ‘savunma' sözcüğü duruma çok da uygun düşmüyor. Çünkü savunuda bilgi ve bilinç gerekir, hepsinden önce de inanç gerekir. Oysa bu sözlerle ortaya atılan görüşte ne bilgi, dolayısıyla ne bilinç ve ne de inanç bulunuyor.

Öncelikle, alıntıdaki sözün sahibi Erdoğan başta olmak üzere, bu görüşe sarılmaya kalkanların tümü, ya fikir özgürlüğü katilleridir yahut onların yardımcı ve destekçileri. Kendileri gibi düşünmeyenleri en hafifinden içerde çürütmeye, mümkünse tümden ortadan kaldırmaya çalışırken, Fransa yahut dünyanın herhangi bir ülkesinde fikir özgürlüğüne ceza getiren bir yasa çıkarılmış olması onları esastan ilgilendirmez. İlgilenme nedeni farklıdır; herkesin bildiği gibi Türk devletinin katliamcı kimliğiyle ilgili olmasıdır. Bunu herkes böyle biliyor, ama onlar gene de fikir özgürlüğünden, Fransız demokrasi geleneğinden vb. söz etmeyi tercih ediyorlar. Yani, inanmadıkları bir konuyu savunmaya kalkıyorlar.

Diğer yandan, ortaya atılan bu görüş çok ciddi bir maddi hatayı da içeriyor. Fransız devrimlerinin kanla yazdığı bir geleneği Fransız devletine aitmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Fransız devleti, tıpkı Türk devleti ve diğer tüm kapitalist devletler gibi, sınıfsal, iktisadi, sosyal, siyasal vb. nedenlerle, demokrasiden, fikir özgürlüğünden aridir. Bu, kapitalist karakteri nedeniyle böyledir. Fransa'da -hem de sınırsız- fikir, ifade, örgütlenme özgürlüğünü, Komün'ün yaratıcısı Fransız proletaryası savunmuş, kimi aydınlar da -ki Fransa'da bunların sayısı hiç de az değildir- proletaryanın kanı pahasına uygulamaya çalıştığı bu değerleri, yine kanları pahasına savunmaya devam etmişlerdir. Bugün, ‘geleneği çiğnemek'le suçlanan Fransız devletinin Komünarlar'ı nasıl katlettiği biliniyor. Özgürlüğü, Fransa'da -sadece Fransızlar için değil ama- örneğin Cezayirliler için de savunmaya kalkan aydınları ise engizisyon mahkemelerinden beter mahkemelerde yargılamış, cezalandırmıştır.

Özgürlükler ve hakların -ki temelinde yaşama hakkı ve özgürlüğü yer alır- Fransa'da en görkemli savunularından biri de, Komün'den sonra ikincisi, Nazi işgaline karşı direniştir. Bu da yine Fransa proletaryası ve pek çoğu komünist partiye o dönem üye olan Fransız aydınları tarafından, Fransa devletine rağmen gerçekleştirilmiştir. Fransız devleti o sırada Fransa'yı Naziler'e pazarlamak gibi bir utanca imza atmakla meşguldür.

Fransa'da özgürlükçüler, kuşkusuz, bu yasadan sonra da Ermeni soykırımı konusunda fikir açıklamak yahut savunmak için devlete danışacak değildir. Mesele Türkiye'de durumun ne olacağındadır. Türkiye'de Ermeni soykırımı, Kürt soykırımı, Türk soykırımı vb. vardır diye düşünenler, bu konuda özel bir yasa maddesi olmadığı halde, yaşamlarından bir korku duymadan görüş açıklayabilecek mi? Elbette tüm legal/illegal yaptırımlarına rağmen, bugüne dek nasıl savundularsa öyle savunmayı sürdürecek olanlar da var. Ancak bunlar aydın kisvesiyle dolaşan karanlık zihniyetlerin sahipleri değil. Fransa'dan bir farkımız varsa budur. Türkiye'de henüz, devrimcilerin dobra dobra söylediği, canları pahasına savunduğu özgürlükleri savunmaya cüret edebilen aydın sayısı, ne yazık ki bir elin parmaklarını geçemiyor. Pek çok konuda, bazı riskleri de göze alabilen kimi aydınlara bakıyorsunuz, Kürt sorunu gibi bir konuda -bunlara Ermeni sorunundan söz etme cesareti gösteren üç-beş aydın da dahildir- ya susuyor, yahut resmi ideolojinin savunucusu kesiliyor. Ermeni sorunu gibi geçmişe ait bir sorundan -hele de Avrupa tarafından dayatıldığı bir dönemde- söz etmek bir şey, Kürt sorunu gibi güncel bir konudan söz etmek daha başka bir şey tabii ki.

Türk yarı aydınları, Fransız yasasıyla aynı güne rastlayan Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verilmesi konusunda da, aynı ilkel, aynı cahil, aynı demagog tavırla çıktılar ortaya. Bu politik bir tutummuş, ödülün Orhan Pamuk'a verilmesi Ermeni soykırımından söz etmesindenmiş, vb...

Tüm diğer uluslararası yarışmalar, ödüller gibi, elbette Nobel ödüllerinin dağıtımında da politika temel belirleyendir. Zaten hezeyanın asıl nedeni de politikaya değil, Türk devletinin politikası yerine onaylamadığı, öfkelendiği, yasakladığı, cezalandırdığı politikaya ödül verilmesidir. Kürt sorununda açıkça ifade ettikleri gibi, Ermeni sorununda da devlet politikasına destek istiyorlar dünyadan. Bulamayınca da küplere biniyorlar.

Türkiye'de işçilerin öyle pek fazla okumadığı/okuyamadığı biliniyor. Ancak okuduğunda Nazım'ı, Yaşar Kemal'i, Fakir Baykurt'u, Aziz Nesin'i, Ahmed Arif'i, Enver Gökçe'yi vb. okuduğu, fakat Orhan Pamuk okumadığı da biliniyor. Çünkü Pamuk'un işçi sınıfı gibi bir sorunu bulunmuyor, dolayısıyla işçi sınıfının da Pamuk gibi... Bu böyle olduğu halde, ödüllendirilmiş olmasından gocunacak bir şeyi de bulunmuyor işçi sınıfının. Evet, bu politik bir karardır burada işleyen burjuva politikasıdır.

İşçi sınıfının politikası, her iki konuyu da kapsayacak biçimde, özgürlüklerin sınırsız savunulması ve kazanana dek de mücadele edilmesidir. Bu çerçevede, sermaye devletinin katliamcı yüzünün teşhiridir.

Ermeni soykırımı mı, evet, yapılmıştır. Kürt soykırımı mı da yapılmıştır ve halen sürdürülmektedir. Hatta, madem Ermeni sorununda geriye, Osmanlı'ya doğru gidiyoruz, Türk soykırımı da yapılmıştır. Bilindiği gibi hanedanın ulusal kimliği yoktur. Bütün krallıklar gibi, evlilikte soy değil soyluluk arandığından, çoğunlukla Avrupa krallıklarından gelin getirmişler, yüzyıllar süren bu alışveriş nedeniyle iyice kimliksizleşmişler, hükümranlıkları altındaki halklardan Türk olanlara da, diğerlerinden daha üstün değil, hatta daha alt muamele göstermeye başlamışlardır. Türk köylüsü hanedanın gözünde ‘pis Türk'tü örneğin. Ve Bedreddin isyanında ve Avşar boylarının iskana karşı direnişinde binlerce Türk toplu olarak katledilmiştir.

Ve bugün, Kürt isyanları, Cumhuriyet'in Osmanlı mirasını yere düşürmediğini gösteriyor. Arada bir fark varsa, katliam emrinin ‘Divan'dan değil Meclis'ten çıkıyor olmasıdır.