10 Haziran 2006 Sayı: 2006/22 (22)
  Kızıl Bayrak'tan
  Çürüyen düzenin çeteleşmiş devletinden hesap soralım!
  Sonunda sermaye baronları da konuştu
  Ankara'da yakalanan son çete ve çeteleşmiş devlet gerçeği
  Toplusözleşmeler yenilensin, ücret artışları yeniden belirlensin!
  TEKEL'de büyük yağma
  Paran kadar sağlık dönemi resmen de başladı
Castleblair işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
Tuzla'da hakları için tersaneyi işgal eden DESAN işçilerine polis saldırısı
Grizu patlamasında 17 işçi öldü; Kaza değil katliam!
Emekçi kadınları mücadeleye katmak için daha çok enerji...
Sendikal örgütlenme üzerine bir araştırma ve sonuçları üzerine bir değerlendirme / Yüksel Akkaya
  Trafik sorununu kapitalizm yaratıyor sosyalizm çözecek! / Orta sayfa
   İstanbul İşçi Kurultayı ertelendi
  Emekli-Sen'in 2 günlük eylemi; "Kazanmak için birleşik devrimci mücadele şart!"
  Süleyman Çelebi ve 10 Aralık Platformu
  Mehmet Karagöz; "İşçiye savaş açmış durumdalar, savaşa karşı savaş lazım!"
  İngiltere; Irkçı siyonizme karşı akademisyenlerden anlamlı tavır
  Irak; Amerikan askerlerinin sivilleri katletmesi "kusur değil"
  Nepal Komünist Partisi /Maoist'ten Katmandu'da dev gösteri
  Berlin'de binlerce kişi sosyal hak gasplarını protesto etti
  Liselilerin Sesi; Yaz tatilinde çalışmalarımız devam ediyor
  Öğrenci gençlik hareketinden...
  Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-2- / M. Can Yüce
  Nazım Hikmet ölümünün 43. yılında etkinliklerle anıldı
  Nazım Hikmet; O mavi gözlü bir devdi...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ulus-devlet üzerine kısa notlar... -II-

M. Can Yüce

Günümüzde sermayenin ve o eksendeki ilişkilerin görülmemiş boyutlardaki uluslararasılaşması, moda deyimle küreselleşmenin geldiği düzey, genel olarak ulus-devletlerin sonu olarak tanımlanmaktadır. Kuşkusuz anılan uluslararasılaşmadaki bu eğilim, ulus-devletleri aşındırmış, kimi noktalarda egemenlik alanlarını daraltmıştır. Ama bu, ulus devletlerin sonu anlamına gelmiyor. Bu sürecin kendi içinde çelişkili ve paradoksal olduğunu vurgulamamız gerekir. Bu konu KUKM'ni Toparlama ve Yeniden İnşa BİLDİRGE'sinde çok net ve veciz bir biçimde özetlenmektedir. Şöyle:

“Uluslararasılaşma eğiliminin yoğunluk ve hız kazanması, dünya ekonomisini daha da merkezileştirmiş ve bütünleştirmiştir. Ama bu yine de paradoksaldır, çelişkili ve parçalardan oluşan bir bütündür. Satır başlıkları biçiminde özetlemek gerekirse:

Uluslararasılaşma eğilimi ile uluslar gerçeği ve uluslaşma eğilimi yan yana ve iç içedir.

Merkezileşme ile merkezkaç eğilimler birlikte ve iç içedir.

Bütünleşme ile çelişkili parçalılık birlikte ve iç içedir.

Uzlaşma ile rekabet bu sürecin iki kutbunu oluşturmaktadır.

Bütün bu eğilim ve etkenlerden dolayı, uluslararasılaşma, yoğunlaşma ve merkezileşme eğilimi, iddia edildiği gibi bir dünya tekeline, tek bir dünya devletine veya devletler gerçeğini aşan bir ulus ve devlet üstü bir oluşuma götürmüyor. Rekabet ve çatışma yerini uyumlu bir bütünleşme ve uzlaşmaya bırakmıyor. Başka bir deyişle, bugün küreselleşme olarak ifade edilen uluslararasılaşma eğilimi Kautsky'nin ‘Ultra-emperyalizm' teorisini değil, Lenin'in emperyalizm teorisini doğruluyor.”

Yeni biçimler kazansa da ulus devlet gerçeği ile küreselleşme iç içe ve paradoksal bir bütün oluşturuyor. Hatta şu da söylenebilir: Küreselleşmenin, “dünyayı bir köy haline getirme” sürecinin temel dayanağı ve kaldıracı ulus-devletlerin kendisidir. Elbette bu ulus-devletler, aynı zamanda dünyaya egemen olan devletlerdir. Yani zamanında ulus devletini kurmuş, buna dayanarak dünyayı fethetme hareketini gerçekleştirmiş, emekçilerin ve ezilen halkların sömürüsüyle semirmiş ve büyümüş burjuvalar, onların devleti, aynı zamanda uluslararası sömürünün, küreselleşmenin de temel dayanakları durumundadır. Bir avuç emperyalist devletin dışında kalan, ama bu uluslararası düzenin bir parçası haline getirilmiş diğer devletler de bir bakıma form olarak ulus devlettirler, egemenlik alanları daraltılmış olsa da yine de birer ulus-devlettirler. Elbette bağımsız değiller, politik, ekonomik, askeri ve kültürel olarak bağımsız değillerdir, ama öyle de olsa işbirlikçi, despotik ulus-devletlerdir. Burada bağımlılık ve işbirlikçilik temelinde bir küreselleşme, bütünleşme ve merkezileşme var, ama bunun karşıtı eğilimler ve süreçler de söz konusudur. Milliyetçilik, ulusal dar görüşlülük gibi…

Bu iki eğilime ve sürece karşı başka bir eğilim daha var: Dünya emekçilerinin enternasyonalizmi! Bu ana eğilimlere bulaşık ara renklerden de sözetmemiz gerekir. Bunların herbiri ayrı birer tartışma konusudur!

Küreselleşme ve ulus devlet ilişkisine ve çelişkisine yeniden dönmekte yarar var: ABD, AB devletleri, Rusya, Japonya ve diğerleri, esas olarak ulus devletler değil mi? Bir devletin federasyon biçiminde örgütlenmesi ile onun ulus devlet olduğu gerçeği çatışır mı? ABD'nin şekillenişi, gelişimi ve bugünkü noktaya gelişi kendine özgü çizgiler taşır; ama öyle de olsa Amerikan burjuvalarının ve tekellerinin kolektif baskı aygıtı, onların çıkarlarını içe ve dışa karşı koruyan bir mekanizmadır. Form olarak da esas olarak ulus-devlet formundadır. O, Amerikan tekelleri için en temel dayanaktır. Diğer burjuva devletlere karşı, diğer tekellerin uluslararası çaptaki rekabetine karşı… Bu, dün de böyleydi, bugün de böyledir… ABD kendine özgü, merkezi yönü de güçlü olan federal bir devlettir. Aynı zamanda bir ulus-devletten başka bir şey değildir.

Fransa, ulus-devletin en klasik ve radikal örneğidir. Merkeziyetçi, tekçi ve diğer ulusal ve etnik gruplar açısından eritici bir devlettir. Burjuva devrimin radikal seyri ve tarihi bunun böyle olmasını koşullamıştır. Aynı Fransa başından beri yayılmacı ve sömürgeci bir çizgide de olmuş, 18 ve 19. yüzyıllarda bir sömürge imparatorluğu haline gelmiştir. Sömürge imparatorluğu haline gelirken, Cezayir'i kendisinin bir parçası haline getirmeye çalışırken yine ulus-devlettir. Ulus devlet, sömürge imparatorluğunun çekirdeği, temel kaldıracı ve temelidir. Ulus devlet Fransız ulusunu ekonomik, toplumsal, kültürel açıdan geliştirirken, imparatorluğu da bu gelişmenin hizmetine koşmuştur. Fransız dilini, kültürünü ve yaşam tarzını sınırlarının dışına taşırmada ulus-devlet, sömürge imparatorluğu en temel araç işlevini görmüştür.

Aynı durum bazı farklı yönleriyle İngiltere için de geçerlidir. Birleşik Krallık, İskoçya ve Galler'i, İrlanda'yı kendi bünyesi içinde tutsa da, ilk ikisine kimi özerk haklar tanısa da yine bir ulus devlettir ve esas olarak İngiliz burjuvazisinin, İngiliz ulusunun çıkarlarının koruyucusu bir ulus devlettir. Aldığı biçim, tamamen tarihsel koşulların, çelişkilerin ve uzlaşmaların bir sonucudur. Yoksa form itibarıyla başka bir ulus devlet örneğidir.

Federal Almanya da başka bir ulus devlet örneğidir. 1870'lerde Alman birliği sağlandığında bunun en uygun formu federasyondu, kendi aralarında bölünmüş ve kavgalı prenslikleri, bölgesel farklılıkları birarada tutmanın bundan daha uygun bir formu da yoktu. Birlik ve ortak ulusal devlet, gelişen Alman kapitalizminin temel ihtiyacıydı, bölgesel ve dünya çapında rekabet etmenin, diğer ülke burjuvalarıyla boy ölçüşebilmenin yolu buradan geçerdi.

Geniş yetkilere ve egemenlik alanlarına sahip kantonlardan oluşan İsviçre konfederal bir devlet, aynı zamanda bir ulus devlettir.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, ulus devletin tek bir gerçekleşme biçimi yok, kimi federal devletler de ulus devlettir. Merkezi, tekçi devletler de ulus devlettir.

Ama her federal veya konfederal devletin ulus devlet olduğu biçiminde bir genelleme de yapılamaz. Sovyetler Birliği, 16 cumhuriyetten oluşuyordu. Bu birlikte Rusya Federasyonun geçmişten gelen, kimi politikalar ve kurumlaşmalarla beslenen ayrıcalıklarına, “büyük ağabey” konumuna rağmen, bir ulus devlet değil, ulus devletlerin ittifakı veya birliği niteliğindeydi. Nitekim bu birlik dağıldığında bu ulus devletler bütün hazır kurumları ve yapılarıyla bağımsızlıklarını ilan ettiler. Aynı durum Çekoslovakya ve Yugoslavya için de geçerlidir.

Küreselleşme ve ulus devletin eridiği veya eriyeceği görüşüne bir kanıt olarak gösterilen AB örneğine de kısaca bakmakta yarar var. Bir ekonomik ittifak olarak doğan ve giderek politik bir ittifak ve birliğe doğru yol alan AB, aslında küreselleşme ile ulusal gerçeklik arasındaki çatışmaya sahne olan bir platformdur. Bu platform, emek-sermaye çatışmasına da sahne oluyor, ama bunu şimdilik tartışma dışı tutuyoruz. AB'nin geleceği, gelecekte nasıl bir birlik olacağı belirsizdir. Birleşik bir devlet haline gelebilir mi? Federal veya konfederal bir birlik veya daha gevşek bir birlik haline gelebilir mi? Bu soruların yanıtları belirsizdir. Ancak en iyimser olasılık olan federal birlik haline gelmesi bile bu birliği oluşturan ulus devletler gerçeğini ortadan kaldırmıyor, tersine onları yeni bir noktaya, farklı bir aşamaya taşımaktan başka bir anlama gelmiyor. Elbette değişen bazı şeyler oluyor, egemenlik alanları yeniden tanımlanıyor, biçimlendiriliyor; ama son söz, nihai karar ve egemenlik yine ulus devletlerin kendisinde kalıyor. Olası bir Avrupa Birleşik Devletleri formu bile bir ulus devletler birliği, ittifakı, onların çelişkili ortak formu olacaktır…

Bu, kapitalizmin temel çelişkilerinden, rekabetçi-anarşik karakterinden ve gelişme dinamiklerinden kaynaklanan bir durumdur. Uluslararasılaşan kapitalizm, aynı zamanda arkasında güçlü bir devlet, ordu ve donanma ister. Küreselleşme uyumlu ve piyasanın sihirli düzenleyici eliyle yol almıyor. Tersine son derece çatışmalı, rekabet içinde ve savaşlarla oluyor. Bu ise ulusal devlet ve onun bütün kurumlarını vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak varlığını koşulluyor. Küreselleşme sürecine egemen olanların aynı zamanda güçlü birer ulus devlete sahip olmaları rastlantı mı? Uluslar, ulusal devletler ile onların yerine geçtiği iddia edilen BM, IMF, Dünya Bankası ve DTÖ, ulus devletleri aşan kurumlar değil, esas olarak onların daha üst düzeyde uzantıları niteliğindedir.

Bu genel değerlendirmeler ışığında Türkiye'de ulus devlet gerçeğine, bunun genel bir tanımına, küreselleşme ile ilişkileri ve çelişkilerine, ayrıca Kürt sorunu ile bağlantılarına bakmamız gerekiyor. Daha sonra Kürdistan sorunu ve ulus devlet teorisi arasındaki ilişkiler konusuna gelebiliriz. Bunları da daha sonraki bölümlerde değerlendirmeye çalışacağız.

6 Haziran 2006