10 Haziran 2006 Sayı: 2006/22 (22)
  Kızıl Bayrak'tan
  Çürüyen düzenin çeteleşmiş devletinden hesap soralım!
  Sonunda sermaye baronları da konuştu
  Ankara'da yakalanan son çete ve çeteleşmiş devlet gerçeği
  Toplusözleşmeler yenilensin, ücret artışları yeniden belirlensin!
  TEKEL'de büyük yağma
  Paran kadar sağlık dönemi resmen de başladı
Castleblair işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
Tuzla'da hakları için tersaneyi işgal eden DESAN işçilerine polis saldırısı
Grizu patlamasında 17 işçi öldü; Kaza değil katliam!
Emekçi kadınları mücadeleye katmak için daha çok enerji...
Sendikal örgütlenme üzerine bir araştırma ve sonuçları üzerine bir değerlendirme / Yüksel Akkaya
  Trafik sorununu kapitalizm yaratıyor sosyalizm çözecek! / Orta sayfa
   İstanbul İşçi Kurultayı ertelendi
  Emekli-Sen'in 2 günlük eylemi; "Kazanmak için birleşik devrimci mücadele şart!"
  Süleyman Çelebi ve 10 Aralık Platformu
  Mehmet Karagöz; "İşçiye savaş açmış durumdalar, savaşa karşı savaş lazım!"
  İngiltere; Irkçı siyonizme karşı akademisyenlerden anlamlı tavır
  Irak; Amerikan askerlerinin sivilleri katletmesi "kusur değil"
  Nepal Komünist Partisi /Maoist'ten Katmandu'da dev gösteri
  Berlin'de binlerce kişi sosyal hak gasplarını protesto etti
  Liselilerin Sesi; Yaz tatilinde çalışmalarımız devam ediyor
  Öğrenci gençlik hareketinden...
  Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-2- / M. Can Yüce
  Nazım Hikmet ölümünün 43. yılında etkinliklerle anıldı
  Nazım Hikmet; O mavi gözlü bir devdi...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Düzen içi çatışma derinleşiyor...

Ankara'da yakalanan son çete ve çeteleşmiş devlet gerçeği

Düzen içi çatışma derinleşince ortalık çete kaynamaya başladı. Artık çetelere ulaşmak için özel bir çaba harcamak da gerekmiyor. Toplanıp sorgulanan her çetenin, bir biçimde devletle ilişki içinde olduğu her seferinde yeniden kanıtlanıyor. Dolayısıyla devletin bunlara ulaşması bir güçlük taşımıyor, yalnızca dağıtmak istemediği için ulaşmıyor. Fakat görülüyor ki, düzen içindeki bu son çatışma, devlet içinde de kutuplaşmalara yolaçmıştır. Birilerinin gizlediği bir çeteyi başkaları ortaya çıkarabilmektedir.

Ankara Eryaman'da düzenlenen son operasyonla toplanan ‘Atabeyler' çetesine ve yakalanma/sorgulanma biçimine ilişkin bilgiler, kutuplaşmanın bir ucundaki AKP ve hükümetinin polis içinde sıkı bir kadrolaşma gerçekleştirdiğini de göstermiş oldu. Polisin “bir ihbar üzerine” toplayıp götürdüğü kontrgerilla ekibinin başında yine ordu mensupları var. Ellerinde yine ordu malı silah ve mühimmat bulunuyor. Üstelik, burjuva basına bile “gayr-ı nizami harp için kurulmuş depolardan biri mi?” sorusu sorduracak kadar fazla. Bu son gelişme karşısında, Danıştay saldırısı konusunda kontrgerilla bağlantısını inkar yarışına giren kimi medya mensubu sesini kesmiş durumda. Fakat bu suskunluğun fazla sürmesi beklenemez. Ordu kaynaklı yeni bilgilerle yeniden saldırıya geçmeleri an meselesidir.

Son operasyonla ilgili asıl dikkat çekici yan, polisin ordu mensuplarını sorgulamasının yarattığı iddia edilen ordu-polis gerginliği. Her ne kadar polisten yapılan açıklama ile bu bilgi yalanlandıysa da, operasyon ve sorgulamayı haberlerden duyduğu ve ancak bu aşamada tepeden müdahale ettiği iddia edilen ordu tarafından yalanlanmış değil. İddiaya göre, üst rütbeli iki generalin devreye girmesiyle kontracı subaylar orduya teslim edilmiş. Üstelik belirli bir direnç gösterilerek.

İkinci bir önemli nokta, “ordu kaynaklı” gösterilerek yayınlanan haberlerde yer alan, gruptakilerin “gayr-ı nizami harp” için eğitim gördükleri, bulunan mühimmatın eğitim amaçlı olduğu ve benzeri bilgiler içeren açıklamalar, sadece, kendilerine ‘Atabeyler' adını veren bu grubu değil, bunun gibi kimbilir kaç grubu örgütlemiş bulunan kontrgerillanın varlığını kabul ettirme gayretidir. Nitekim, askeri savcılık tarafından yürütüldüğü söylenen sorgulama sonrasında açıklanan karar, bu şahısların “ordu malını zimmete geçirmek”ten tutuklandığı yönünde. Bu açıklama, önceki ‘tatbikat amaçlı mühimmat' açıklamasını çürütse de, kontrgerilla örgütlenmesinin ordu tarafından sahiplenilmeye devam edildiğini gösteriyor. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü, soğuk savaş sürecinde “komünizm tehlikesi”ne karşı örgütlenmiş olan cinayet-suikast şebekelerine, bugün değilse bile çok uzak olmayan bir gelecekte dünden daha fazla ihtiyaç duyacaklardır. Çünkü “sosyalizm hayaleti” hala temel “tehdit unsuru” olmaya devam etmektedir.

“Siyaset belgeleri”nde “şeriat” ve benzeri tehditlerden sözetmelerini dikkate almak gerekmiyor. Çünkü din, en ılımlısından en aşırı akımına kadar, öncelikle onların kullanımındadır. Kontrgerillanın örgütlendiği aynı süreç, Türkiye'nin de dahil olduğu bölge ülkelerinin pek çoğunda, komünizm tehlikesine karşı “yeşil” bir kuşağın da örüldüğü süreçtir. Proje ABD emperyalizminindir kuşkusuz, ancak yereldeki uygulaması Türkiye'deki uşaklarına, özellikle de ordunun tepesindeki “oğlanları”na aittir. 12 Eylül'ün darbeci generalleri eliyle tesis edilen Türk-İslam sentezi, Kürdistan'daki ayaklanmanın büyümesiyle Hizbullah ve benzeri çeteleri doğurmuştur. Daha doğrusu, başlarına takke, sırtlarına cübbe geçirilmiş bu cinayet şebekeleri bu sentez doğrultusunda bizzat örgütlenmiş, silahlanmış, Kürt aydınlarının, halkının üstüne salınmıştır. Yani, Türkiye'de “irtica tehdidi”nden bahsetme hakkı bulunmayan kurumların başında ordu vardır.

Ne var ki, onların gözünde din ve dinci örgütler, kullanıp atılacak kirli bir aletten başka bir şey değildir. Efendileri ABD “ılımlı islam” projesi kapsamında dayatmasa, AKP'nin hükümet kurmasına göz yummaz, önayak olmazlardı. Şimdi efendileriyle farklı bir konsept geliştirmiş olmalılar ki, AKP'nin hükümetten düşürülmesi için yine dinci-laikçi kutuplaşmasına oynuyorlar. Yine “şeriat tehdidi” pilavını ısıtıp sürüyorlar halkın önüne. Düzen içindeki kutuplaşmanın halk arasında da yayılması için çaba harcıyorlar. Bütün bunlar yetmiyor, işi kanlı baskınlara, suikastlara kadar götürüyorlar.

Fakat, Ankara'daki son operasyon, AKP ve hükümetin kolayından pes etmeye niyetli olmadığını da göstermiş oldu. Laik cenahın (özelde ordunun) saldırısı devam ederse, daha çok ordu mensubu çetenin toplanacağı, deşifre edileceği, bir anlamda (tutuklama, yargılama derken) dağıtılacağı görülüyor. Bu son operasyonda hükümetin polisi büyük oranda arkasına aldığı anlaşıldığına göre, çatışmanın seyri daha farklı boyutlara da ulaşabilir.

Gene de, hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın, yaşananların sınıf cephesinden önemi değişmiyor. Sınıf hareketi, her durumda, düzenin iç çelişki ve çatışmalarından yararlanmanın yoluna bakmak zorundadır. Toplumda esas olarak iki kutup (işçiler ve burjuvalar) bulunduğunu, asıl mücadelenin bu iki kutup arasında yaşandığını asla unutmamak, düzen cephesindeki kimi hesaplaşmalarda taraf tutmak değil, bu hesaplaşmadan da yararlanarak kendi sınıf çıkarlarını geliştirmek için hesap yapmak, devrimin safında yeralmak durumundadır.

------------------------------------------------------------------------------------

Şemdinli davasıyla kontgerilla devleti aklanmak isteniyor...

Kontgerilla devletinden hesap soralım!

Şemdinli davasına ilişkin duruşmalara 1 Haziran'da devam edildi. Davanın seyrine ilişkin yeni gelişmeler, duruşma esnasında yaşananlar, kontra devlet gerçekliğini aklama operasyonunun devam ettiğini göstermektedir. Davanın sanıklarından PKK itirafçısı Veysel Ateş'in son duruşmada yaptığı açıklamalar bunu doğrulamaktadır.

Ateş'in önceki duruşmalara nazaran daha “cüretkar” açıklamalar yapması, devletin kendilerine sunduğu desteği ortaya koyuyor.

Önceki duruşmalarda Ateş, jandarmanın “haber elemanı” olduğunu, bombalama olaylarıyla bir ilişkisinin bulunmadığını, olayın gerçekleştiği gün yine istihbarat faaliyetleri çerçevesinde orada bulunduğunu iddia etmekteydi. Son duruşmada PKK itirafçısının mahkeme heyetinin önünde sarfettiği sözler ise, icra ettiği görevin hiç de “haber toplama” sınırlarında kalmadığını gösteriyor. İşte Ateş'in mahkeme kayıtlarına düşen sözlerinde bazıları:

“PKK'nın silahlı kadrolarını nerede bulursam bulayım, vururum. Allah'ın izniyle mücadelemi sürdüreceğim”. Yine hakimin “kim dağdan, kim halktan nasıl tanıyorsunuz” sorusuna Ateş'in verdiği yanıt: “Biz birbirimizi yıllardır tanırız ve birbirimizi yıllardır vururuz” şeklindedir.

Böylece Veysel Ateş, devletin hizmetinde “yıllardır” operasyonlara katıldığını da itiraf etmiş olmaktadır. Ama asıl dikkat çekici açıklamasını avukat Selçuk Kozağaçlı'nın “Kardeşlerini kimin vurduğunu biliyor musun da, vuruyorsun” sorusu üzerine yapmıştır. Bu soru üzerine; “Kardeşimi sen mi vurdun? Tespit edersem seni de gözümü kırpmadan vururum” diyebilecek kadar “cüretkar” sözler sarfetmektedir PKK itirafçısı.

“Hukuk devleti” tekerlemesini ağzından düşürmeyen sermaye düzeninin mahkeme salonunda yıllardır “hukuku” kendi bildiği yöntemlerle icra ettiğini açıklayan Veysel Ateş bu cesareti ve güveni nereden bulmaktadır? Davanın her aşamasında yaşanan gelişmeler bu sorunun cevabına biraz daha çok ışık tutmaktadır. Örneğin bunun için, görevinden ihraç edilen Ferhat Sarıkaya'nın yerine atanan savcı Metin Dikeç'in son duruşmada verdiği esas hakkındaki mütalaaya bakılabilir.

Daha önce “devletin birlik bütünlüğü aleyhine faaliyette bulunmak suçu” (TCK 302) üzerinden hazırlanan mütalaa değiştirilerek, 1 Haziran tarihli duruşmada, klasik çete suçu kapsamında olan TCK'nın 220. maddesi mahkemeye sunulmuştur. Müdahil avukatlar, savcılığın bu mütalaası sonucunda sanıklara tahliye yolunun açıldığını belirtmektedirler.

Yine duruşmada mahkeme başkanı İlhan Kaya'nın, Jandarma Genel Komutanlığı'ndan gelen “gizlilik dereceli belgelerle ilgili yayın yasağı” talebini mahkemeye okuması, çeteleşmiş devlete hizmette kendisinin de savcıdan aşağı yanı olmadığı göstermektedir. Nitekim hakimin daha önceki duruşmalarda da, iddianamenin tamamını okutturmaması, müdahil avukatların bir kısmı da dahil olmak üzere duruşmayı izlemek isteyenleri yer darlığını gerekçe göstererek mahkemeye almaması, buna karşılık sivil jandarma görevlilerinin mahkemeden çıkartılması talebini reddetmesi, müdahil avukatların sanıklara soru sormasını engelleyici tutumlarda bulunması vb. de davanın akıbeti hakkında bir fikir vermektedir.

Yargılama adı altında süren bu orta oyunu Şemdinli şahsında bir kez daha açığa çıkan kontrgerilla devleti gerçeğinin gözlerden gizlenip aklanmasını hedefliyor.

Yıllardır bu ülkenin halklarına, emekçilerine karşı kirli bir savaş sürdüren, eli kanlı çeteler örgütleyen kontrgerilla devletinden hesap soracak biricik güç işçi ve emekçiler, onların örgütlü mücadelesidir.