10 Haziran 2006 Sayı: 2006/22 (22)
  Kızıl Bayrak'tan
  Çürüyen düzenin çeteleşmiş devletinden hesap soralım!
  Sonunda sermaye baronları da konuştu
  Ankara'da yakalanan son çete ve çeteleşmiş devlet gerçeği
  Toplusözleşmeler yenilensin, ücret artışları yeniden belirlensin!
  TEKEL'de büyük yağma
  Paran kadar sağlık dönemi resmen de başladı
Castleblair işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
Tuzla'da hakları için tersaneyi işgal eden DESAN işçilerine polis saldırısı
Grizu patlamasında 17 işçi öldü; Kaza değil katliam!
Emekçi kadınları mücadeleye katmak için daha çok enerji...
Sendikal örgütlenme üzerine bir araştırma ve sonuçları üzerine bir değerlendirme / Yüksel Akkaya
  Trafik sorununu kapitalizm yaratıyor sosyalizm çözecek! / Orta sayfa
   İstanbul İşçi Kurultayı ertelendi
  Emekli-Sen'in 2 günlük eylemi; "Kazanmak için birleşik devrimci mücadele şart!"
  Süleyman Çelebi ve 10 Aralık Platformu
  Mehmet Karagöz; "İşçiye savaş açmış durumdalar, savaşa karşı savaş lazım!"
  İngiltere; Irkçı siyonizme karşı akademisyenlerden anlamlı tavır
  Irak; Amerikan askerlerinin sivilleri katletmesi "kusur değil"
  Nepal Komünist Partisi /Maoist'ten Katmandu'da dev gösteri
  Berlin'de binlerce kişi sosyal hak gasplarını protesto etti
  Liselilerin Sesi; Yaz tatilinde çalışmalarımız devam ediyor
  Öğrenci gençlik hareketinden...
  Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-2- / M. Can Yüce
  Nazım Hikmet ölümünün 43. yılında etkinliklerle anıldı
  Nazım Hikmet; O mavi gözlü bir devdi...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İngiliz akademisyenlerden ırkçı-siyonizme karşı anlamlı tavır

İngiltere'nin en büyük akademisyenler sendikası NATFHE, kabul ettiği bir önergeyle, İsrail'in Filistin halkına karşı uyguladığı ırkçı-siyonist politikaları mahkum etti. Önerge, İsrail'in Filistin'de yürüttüğü ırkçı politikalara açık tepki göstermeyen İsrailli öğretmenler ve akademik kurumlara karşı boykot uygulanmasını tavsiye ediyor.

NATFHE Sendikası'nın geçen hafta düzenlenen yıllık konferansında yapılan oylamada delegeler, 71'e karşı 106 oyla önergeye destek verdiler. Karar İsrail yanlısı gruplarda tepki yaratırken, Filistinli örgütler tarafından sevinçle karşılandı. Konferansın son gününde oylanan önergede İsrail'in politikaları ırkçı olarak niteleniyor. Ayrıca “ırkçı duvar”ın örülmesi ve Filistinliler'in eğitim görme haklarının engellenmesinden bahsedilerek, “bu politikalar ile aralarına kamuoyu önünde mesafe koymayan kişi ve kurumların boykot edilmesi” isteniyor.

Önergenin tartışılması sırasında kürsüye gelenler, Filistinli öğrenci ve eğitim emekçilerinin İsrail işgali altında maruz kaldıkları baskılar ve zorlu eğitim şartlarına dikkat çektiler. Ayrıca, İsrail ordusunun bombaladığı okulların listesi de verildi. Önergeyi sunanlardan, Brighton Üniversitesi'nden felsefeci Tom Hickey, “İsrailli akademisyenlerin çoğunluğu, işgal altındaki topraklarda yürütülen İsrail politikalarına ya destek oluyor, ya da kayıtsız kalıyor. Bu körlüğü görmezden gelmek, kasıtlı körlük olacaktır” dedi. Delegelerden John Morgan da, Filistinliler'in akademik özgürlüğe sahip olmadığını belirtti.

Boykot için kampanya yürüten “İsrail”e Karşı Akademik ve Kültürel Boykot için Filistin Kampanyası” tarafından yapılan açıklamada, İngiliz akademisyenlerin “bir kez daha, adaletsizliğe karşı durma erdemlerini ortaya koydukları” belirtildi.

Önergenin “Yahudi düşmanı” olduğunu öne süren ırkçı-siyonizm destekçisi İsrailli akademisyenler ise, 5 bin kişi tarafından imzalanan bir metni, NATFHE Sendikası'na sunarak basınç uygulamaya çalışmıştı. Tabi buna, -sendika başkanı dahil- İngiltere'deki siyonizm destekçileri ile İsrail hamisi İngiliz hükümetinin çabalarını da eklemek gerek. Ancak NATFHE üyesi akademisyenler tüm bu gerici basılara rağmen önergeyi kabul ettiler.

Önerge, bu haliyle fiili bir yaptırımın uygulanması için yeterli olmasa da, İsrail'in Filistin halkına uyguladığı ırkçı vahşeti teşhir etmesi açısında önem taşıyor.

-------------------------------------------------------------------------------------

İki gencin evine 250 kişilik bir orduyla baskın!

İngiliz rejimi faşizan yasaları uygulama provası yapıyor

Birçok AB ülkesinde11 Eylül saldırılarının ardından başlayan, Madrid, Londra bombalamaları sayesinde ivme kazanan polis devletine evrilme süreci, pekçok faşizan yasanın yürürlüğe girmesine vesile edilmişti. Avrupalı ilerici güçlerin Nazi Almanyası'nın başlangıç yıllarıyla kıyasladığı sözkonusu yasal düzenlemelerin nasıl uygulanacağı, Londra metrosunda Brezilyalı genç bir işçinin herkesin gözü önünde infaz edilmesiyle görülmüştü. Metroda işlediği cinayetle “terörle mücadele yasası” provalarına başlayan İngiliz polisi, ikincisini ev baskınıyla gerçekleştirdi.

Londra'nın doğusunda yer alan Forest Gate bölgesinde, iki Bangladeşli gencin yaşadığı eve sabah erken saatlerde düzenlenen baskına 250 polis katıldı. Baskın sırasında binada bulunan diğer kişiler çevredeki evlere gönderildi.

Olayın ardından basına açıklama yapan Londra polisi, “terörle mücadele yasası” kapsamında bir eve düzenlenen baskında, bir kişinin vurularak yaralandığını açıkladı. Yolların trafiğe kapatıldığı baskın sırasında 20 yaşındaki diğer kişinin de gözaltına alındığı ifade edildi.

Polis açıklamasına göre, aylar süren incelemeler sonucunda böyle bir uygulamaya karar verilmiş. Aylarca istihbarat toplandıktan sonra, 2 gencin kaldığı bir eve baskın düzenlemek için 250 polise ihtiyaç duyulmayacağı açıktır. Zaten polisin açıklaması da “dağ fare doğurdu” cinsindendir.

Açıktır ki bu baskın “toplumu terörize etme ayini”nden başka bir şey değildir. İngiliz burjuvazisi ile onun hizmetindeki gerici devletin, toplumu “güvenlik paranoyası”yla terörize etme çabasının bir ürünüdür.

-------------------------------------------------------------------------------------

İngiltere'de “çocuk köle” talebinde patlama!..

Birleşmiş Milletler'e bağlı UNICEF'in bir süre önce açıklanan son raporuna göre, dünyada 200 milyondan fazla çocuk ekonomik, cinsel ve askeri istismara uğruyor. Yani sadece tespit edilebilen köle çocukların sayısı 200 milyondur. Bu kölelerin ezici çoğunluğunun gelişmiş kapitalist/emperyalist ülkelerde “istihdam” edildiğini geçerken belirtelim.

Geçen günlerde İngiliz The Sunday Telegraph gazetesi de, her yıl aralarında 6 yaşındakilerin de bulunduğu yüzlerce küçük çocuğun bakkal dükkanlarında, evlerde, fuhuş sektöründe, uyuşturucu üreten imalathanelerde köle gibi çalıştırılmak üzere İngiltere'ye getirildiğini yazdı. Aslında bu kadarı daha önceden de biliniyordu. Sözkonusu haberde yeni olan, İngiltere'de çocuk kölelere olan talepte bir patlama yaşandığının tespit edilmesidir.

Demek oluyor ki, liberal, “saygın mülk sahibi” İngiliz centilmenleri çocuk kölelere giderek daha çok rağbet ediyorlar. Bu eğilim vahşi olmakla birlikte şaşırtıcı değildir. Zira Asya, Afrika, Doğu Avrupa ülkelerinden ithal edilen köleleri satın alanların ataları, İngiliz işçi sınıfının çocuklarına da aynı muameleyi yüz yıla yakın süreyle uygulamışlardı.

Çocuk kölelere rağbet duyanlar elbette yalnızca İngiliz burjuvalarından ibaret değil. Kapitalizmin hüküm sürdüğü her coğrafyada, -hakim siyasi sistemden bağımsız olarak- bu rağbet fazlasıyla yaygındır. Eğer birileri köle çocuk “istihdam” edemiyorsa, bu, sadece şu veya bu neden dolayı böyle bir olanaktan yoksun olmasından dolayıdır.

Çocuk köleliği kağıt üzerinde tabii ki yasaktır. Hatta en geri kapitalist ülkenin egemenleri bile bunu duydukları “tüyleri diken diken olur!” “Hangi vicdan çocuğun köle olmasını kabul eder ki?” Fakat biliyoruz ki, yasaklar kağıt üzerindedir, tepkiler ise timsah gözyaşlarından ibarettir. İngiliz hükümetinin/polisinin köle çocuklara karşı takındığı tutum bu konuda da bir fikir veriyor. “Yasadışı” yollardan Britanya'ya giriş yap(tırıl)an çocuklar, “ele geçirildi”ği takdirde hemen sınırdışı ediliyor. Başka bir ifadeyle zaman geçirmeden gerisin geri çocuk tacirlerinin eline teslim ediliyor.

Görüldüğü üzere bu alanda da işleyen yasalar, kağıt üzerinde yazılı olanlar değil, kölelik düzeni kapitalizmin yasalarıdır. Liberal centilmenlerin söylemleri ise, ancak tiksintiyle karşılanabilir.

İnsan hakları örgütleri ve çocukları korumak mükellef olduğu söylenen bir takım kurum ve vakıflar, çocuk köle arz ve talebindeki (ki bunlar bir madalyonun iki yüzündür) artışa isyan ediyorlar. Çocukları tacirlerin veya “sahipler”in elinde kurtarmak için “kahramanca” çaba harcıyorlar. Bu arada hükümetleri ve kolluk kuvvetlerini göreve çağırmayı da ihmal etmiyorlar. Tüm “iyi niyetli” çabalarına rağmen, çocukları bu karanlıktan kurtarmaya çalışan örgütler, hükümetlerden veya kolluk kuvvetlerinden yardım dilendiklerine göre, sorunun çözümünü kapitalist devletten bekliyorlar demektir. Oysa bu sorunun kaynağı, bizzat bu devlet korumakla mükellef oldukları düzenin ta kendisidir.

Her türden köleliğe karşı mücadelenin önemi hiçbir koşulda göz ardı edilmez. Hele çocuk köleliğine karşı mücadelenin daha da özel bir anlamı vardır. Ancak bu mücadelenin tutarlı olabilmesi için, anti-kapitalist perspektifle yürütülmesi bir zorunluluktur. Mücadele kapitalist kurumlardan yardım dilenerek yapıldığında ise, düzenin iğrençliğini örten “incir yaprağı” olur ki, bu bizzat çocuk köleliğine hizmet anlamına da gelir. Çocuk köleliğini ortadan kaldırmak için, bu vahşeti olanaklı kılan koşulları ortadan kaldırmak gerek. Bu şartları sağlayan ise, özel mülkiyete, sömürüye dayalı kapitalist düzenin kendisidir. O halde bütün kölelik çeşitleriyle birlikte çocuk köleliğini de bir daha geri dönmemek üzere ortadan kaldırmak için kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmak dışında bir alternatif yoktur.