21 Mayıs 2005
Sayı: 2005/20 (20)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD ile bozulan kölelik ilişkilerine ordudan “balans ayarı”!
  AİHM’in Öcalan kararı ve “yargılayanları yargılamak”!
  Niyet mektubu açıklandı, yeni stand-by
anlaşması uygulamada!
  Özelleştirme gündeminden
  Kamu işçisi toplu iş sözleşmesine sahip
çıkmalıdır!
  KESK 2. Olağan Genel Kurulu; Ehlileştirme operasyonu devam ediyor
  KESK 2. Olağan Genel Kurulu üzerine
  İşkenceciler ve katiller ödüllendiriliyor, Uğur bize bakıyor
  Engelliler Haftası; Engelli olan düzenin kendisidir!
  İşçi Kültür Evleri'nin kampanyası; Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslim olmayacağız!
  Reklam süsü verilmiş intiharlar düzeni
  Soros kontr-gerillanın sivil ayağıdır!
  İzelman işçileri grev kararı aldı
  Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler
(Orta sayfa)
  AİHM kararı
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan
kamoyuna
  Özbekistan’da kitlesel katliam. Ayağa kalkan emekçiler devlet terörüyle karşılandı

  Afganistan’da emperyalist işgal karşıtı
gösteriler yayılıyor

  Irak; İşgal ve direniş gündeminden
  Almanya’da 12. Enternasyonal
Gençlik Festivali
  Nükleer santrallerle gerçekte amaçlanan ne?
  Temiz hava küresel ısınmaya neden
oluyormuş!!!.
  Bültenlerden
  Paris Komünü:
Toplumsal devrimin şafağı
  Trabzon’da faşist saldırılar karşısında
yılmadık, yılmayacağız!
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

AİHM kararı…

AİHM, adil yargılanmadığı gerekçesiyle Öcalan davasını usulden bozdu. Bu karar Türkiye ve Kürdistan'da çeşitli yönleriyle tartışılıyor. Türkiye egemenler cephesinde ortaya çıkan iki eğilim var: Biri, Öcalan'ın yeniden yargılanmasına karşı çıkan eğilim; diğeri de “Hukuki yoldan çıkılmamalı ve bu bağlamda çözülmeli” biçimde özetlenebilecek eğilim… Bir de bu iki eğilim arasında gidip gelen “orta yolcu” eğilim var ki, bu da geniş bir taraftara sahip…

“Bizim” cephede ise bu konuda ortaya çıkan genel tablo kısaca şöyle: Öcalan, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, İmralı çizgisini sürdüreceğini, ilk mahkemesinde benimsediği “Demokratik birlik çizgisini” savunacağını ve bunun taraflar için yeni bir fırsat anlamına geleceğini belirtti. Öcalan, ilk mahkemesinde “devlete hizmet” sözünün bir gereği olarak PKK ve Kürdistan halkının haklı mücadelesini mahkûm etmiş, devletin resmi tezlerini ve Kemalizm'i savunarak göklere çıkarmıştı. Bunu sadece bir mahkeme savunması olarak değil, bir tasfiye programı olarak halkımıza dayattığını hepimiz biliyoruz. AİHM kararına karşılık yaptığı açıklamanın özü, aynı çizginin şaşmaz bir biçimde devam edeceği yolundadır. KONGRA-GEL ve onun eksenindeki kesimler ise kararı “olumlu ama yetersiz” sözleriyle değerlendirdiler.

Daha önce yaptığımız değerlendirmelerde özel savaş aygıtının, ırkçı-şovenizmi tetikleyen sürecinin çok yönlü boyutlarının olduğunu, bir ucunun da Öcalan'ın yeniden yargılanması olasılığına dönük olduğunu belirtmiştik. Gelişmeler bu görüşümüzü doğruluyor. Bir de AB ile ilişki ve çelişkilerde içte geliştirilen şoven dalgayla avantaj yakalamak istedikleri de çok açık...

Açık ki, AİHM'in Öcalan davası ile ilgili aldığı karar politik bir karardır ve bu, AB'nin Türkiye yaklaşımından ve ondan beklenilenlerden bağımsız değildir. Yine burada sorun demokrasi, insan hakları sorunu değildir; son tahlilde AB'nin çıkarları ve normlarıdır. Bunlar dayatılıyor, bu dayatma üzerinden Türkiye'den beklenilenler gerçekleştirilmek isteniyor.

AB ile TC arasındaki ilişki ve çelişkilerin çok yönlü boyutları, karmaşık yönleri var. Dolayısıyla taraflar arasındaki bu kavganın her fırsatta karşımıza çıkmasının yadırgatıcı bir yanı yoktur.

Bu karara karşı Genelkurmay, “Biz AB'den yanayız, ama bağımsızlığımızdan, kendi düzenimizden ödün vermek istemiyoruz. Bizi böyle kabul etmelidir” demeye getirdi. AİHM kararından sonra “Biz tarafız, duruşumuz da belli” derken, bir yandan, “yeniden yargılama” sürecine karşı olduğunu, bir yandan da AB karşısında bir ağırlık oluşturma eğiliminde olduğunu anlatmak istiyordu…

MHP ve CHP'nin temsil ettiği cephe, AİHM kararının tanınmaması gerektiğini, Öcalan'ın yeniden yargılanması durumunda “vahim gelişmelerin” olabileceğini bir kampanya düzeyinde tekrarlayıp durmaktadır. Onlar da bu süreci AB karşısında güç kazanmak için kullanmak istiyorlar. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı da aynı doğrultuda görüş açıkladılar. Hükümet ise net bir tavır açıklamaktan kaçınıyor, ama belirtileri ortaya çıkan genel eğilimi, AİHM kararı doğrultusunda bir yol izlemek yönünde…

Aslında Öcalan'ın yeniden yargılanmasından özünde korkmuyorlar. Öcalan yargılanmasının her düzeyinin kendilerine hizmet ettiğini de çok iyi biliyorlar. Ama buna rağmen “adil yargılama yapılmadı” kararının kendileri açısından hukuksal, siyasal ve moral bir yıpratmayı getireceğini de düşünüyorlar. Gösterilen abartılı tepkilerle, bir bakıma bu yıpranmanın önüne geçmek, hiç olmazsa bir denge durumunu yaratmak istiyorlar.

Bu genel tabloya bakıldığında, egemenler cephesindeki iç dengelerde bir süredir devam eden “dalgalanma ve kaymanın” devam edeceğini belirtmemiz gerekir. Bunun dış denge ve ilişkilere yansımaması mümkün değildir! Bu “dalgalanma ve kayma” özel savaş aygıtının lehine olacak, zaten sürecin ipleri de onun elinde…

İmralı partisi ve onun eksenindeki cephede ise “umut” ve “iyimserlik” havası yaratılmaya ve estirilmeye çalışılıyor. Aslında ortada bir trajı-komik, “orta oyunu” gibi bir durum var. Yeniden yargılanma olsa, bu, TC'nin bütün suçlarıyla yargılanacağı bir platform değil, bir kez daha Kürt halkının, devrim ve sosyalizm değerlerinin mahkûm edileceği bir platform olacaktır. Öcalan, bir kez daha asker ve polis ailelerinden özür dileyecek, 6 yıllık süreçte sözüne ne kadar sadık olduğunu, devlete hizmette nasıl kusur işlemediğini anlatacaktır.

İlk duruşmalarda neler savundu? AIHM'e gönderdiği uzun savunmalarda neyi savundu? Kürt halkını mı, onun haklı mücadelesini mi? Yoksa devrimci iktidar ve mücadele bilincini doğrayan teoriler mi üretti? Peki, buna karşı istediği af dilenciliğinden farklı bir şey miydi? Öcalan, son avukat görüşme notlarında aynı çizgisini sürdüreceğini net bir biçimde açıklıyor. Bunun anlamı da yorum getirmeyecek kadar açık değil mi?

Bu noktada bir kez daha tekrarlanmak istenen İmralı “orta oyununu” deşifre etmek, halkımızın bir de bu vesileyle aldatılmasının önüne geçmek, teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi büyütmek, alınması gereken asgari devrimci tavırdır!

Sosyalistên Şoreşgerên Kurdistan

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

------------------------------------------------------------------------------------------

Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Meclis Başkanı'nın söz düellosundan açığa çıkan gerçek...

Ordu işbirlikçi burjuvazi adına yönetiyor, meclis ise görüntüyü kurtarıyor!

Genelkurmay Başkanı geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamalarla iktidar dümeninin kimde olduğunu ortaya koydu. Bundan dolayı Erdoğan karşı bir atakla, içerik olarak farksız, ancak görüntüyü kurtarmak amacıyla yapıldığı belli bir açıklamayla yanıt vermişti. Burjuva medyadan kimi “derin” kalemleri dahi lafı dolandırmaya gerek duymadan bu gelişmeleri, ABD'nin tercihini ordudan yana yaptığı, dolayısıyla ordunun ABD tarafından yeniden etkin hale getirildiği biçiminde değerlendirdiler. Bu değerlendirmeler, 1 Mart tezkeresi bir milat olarak alınarak düzen siyasetinin gelişme seyri takip edildiğinde belli bir doğruluğu ifade etmektedir. ABD, tezkerenin çıkmamasından dolayı orduyu kızağa çekmiş, aşağılamış, karşısında ise AKP'yi pohpohlamıştı. Ama bu balayının yakın dönemde bittiğine ve tersinden ise ordunun ABD ile ilişkilerde Amerikancı geleneğine toz kondurtmayan parlak çıkışlar yaptığına tanık olmuştuk.

Tüm bunlar düzen siyasetinin temel işleyiş mekanizmalarına ve kurumlarına ayna tutarken, Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Meclis Başkanı arasındaki söz düellosu ardından başlatılan tartışmalar görüntüyü daha da netleştirdi. Hatta bir yerde son noktayı da koydu. Çünkü tartışma Genelkurmay-hükümet arasındaki üstü örtülü tartışma doğrudan ve sorunun kaynağında yapılmaktaydı. Anayasa Mahkemesi Başkanı türban konusunda bildik vaazlarından birini verip AKP hükümetine sopayı gösterirken, buna karşılık Meclis Başkanı Arınç bu tehdidin altında kalmayacaklarını gösterircesine “Biz halk adına buradayız, meclis isterse Anayasa Mahkemesi'ni de kapatmaya muktedirdir, meclis şamar oğlanı değil” biçimindeki sözlerle karşılık vermekteydi. Arınç bu sözleriyle karşıt kampta tam bir infiale yolaçarken, aslında idealize edilmiş rafine bir burjuva demokrasisinde olması gereken ifade edilmekteydi. Ama Türkiye'deki burjuva siyasetinin yapı ve işleyişi, rafine bir burjuva demokrasisi olmak bir yana, geleneksel olarak Amerikancı ordunun güdümünde kurumsallaşmıştır. Bu nedenle Arınç yaş tahtaya basmış ve sonuçta aforoz edilmiştir.

Ortaya çıkan bu durum zamanlama bakımından da önemlidir, zira meclisin kuruluşunun 85. yılı kutlanıyordu. Arınç bundan aldığı havayla, ama gerçekte AKP hükümeti iktidar odaklarının karşısına çıkma cesareti bulamadığından, boşa bir salvo yapmıştır. Ne olursa olsun, sonuçta hedefi bu olmasa da hayırlı bir iş yapmış, böylece burjuva siyaset mekanizmasının perdesi kalkmış, gerçek yönetici güçlerin kimler olduğu bir kez daha görülmüştür.

Demek ki, “temsili parlamenter demokrasi” boş bir aldatmacadır. Demek ki, devlet aygıtı ABD emperyalizmi ve işbirlikçi burjuvazi adına ordu tarafından yönetilmekte, parlamento ise yalnızca görüntüyü kurtarmaktadır.