12 Mart 2005
Sayı: 2005/10 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni saldırı dalgasına karşı hazırlanalım!
  4 Mart eylemi ve özelleştirmeye karşı
birleşik mücadele arayışı
  SEKA direnişi bitti, mücadele sürüyor
  Türkiye uyuşturucu, kara para aklama ve
kayıt dışı “cennet”i
  Başbakan sermaye adına pazarlamacılık yapıyor!
  8 Mart eylemi, provokasyon edebiyatı ve
dökülen demokrasi cilası
  Sınıfsal özüne uygun ve devrimci bir 8 Mart mitinginin ardından
  İstanbul’daki devrimci 8 Mart eylemi üzerine
  Ankara’da 8 Mart eylemlerinde iki farklı tutum
  8 Mart kutlamalarından
   Mamak'ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü Etkinlik Haftası
 İşçi-emekçi eylemleri
  SEKA işçileriyle dayanışma eylemleri
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/5: “Demokratik uygarlığın” sağı ve solu
  Lübnan’daki Suriye askerleri bahane
 ABD İsrail’i tehdit aracı olarak kullanıyor
“Mühendislik nereye gidiyor?”
 ÇÜ.’nde son sürecin gösterdikleri
Kadın sorunu/2; Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!
AB Troyka toplantısı
Bültenlerden...
Küresel ısınma
Yerel basından; Rüzgar tersine dönüyor
İran Komünist İşçi Partisi'nin ABD'nin askeri tehditlerine ilişkin bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Küresel ısınma...

Kapitalizmin kâr hırsı doğayı katlediyor

“Çevre sağlığını gözeten bir üretim, kentleşme, enerji ve ulaşım politikası izlenir. Bu, toplum sağlığının vazgeçilmez koşulu sayılır. Kapitalizmden miras çevre tahribatının giderilmesi, doğal çevrenin, toprağın, suyun ve havanın korunması için köklü önlemler alınır.” (Türkiye Komünist İşçi Partisi Programı'ndan...)

Gün geçmiyor ki “bir teknoloji harikası” sunulmasın insanların önüne. Gün geçmiyor ki her eşyanın, her makinenin bir üst modeli çıkmasın. Geçenlerde “Moskova'dan bildiriyor”du bir haber spikeri; “Artık Moskova'da genç kızlar naylon çoraplar giyebiliyor, modayı yakından takip edebiliyor”! Büyük bir sevinçle Moskova'daki dev alışveriş merkezlerinden sözeden bu spikeri ya da ona bunları söyleten efendilerini düşünün bir. Bir de dünyanın herhangi bir ülkesinin herhangi bir kenar mahallesinde soğuktan titreyen çocukları... Her gün yenisi çıkan son model eşyalar ile, bırakın eşyayı evleri bile olmayanları... Bir üstün teknolojileriyle övünenleri, bir bu teknolojiyle yıkıma uğratılan doğayı ve insanları...

Dünyamız egemenler tarafından yaşanılmaz hale getirilmeye devam ediyor. Sözkonusu çıkarları olduğunda insana yaşama hakkı bile tanımayan kapitalist barbarlık, olanca vahşiliğiyle doğayı da tahrip ediyor. Bugün erişilen büyük teknolojik gelişme kâr için değil kapitalist yağma ve talan için kullanıldığından, insanlığa büyük hizmetler sunabilecekken, kapitalistlerin elinde daha fazla yıkım anlamına geliyor. Sınıfın devrimci partisinin programında da belirtildiği gibi, “Bilim ve tekniğin kapitalist kâr hırsı çerçevesindeki kullanımı, doğanın da sınırsızca ve acımasızca yağmalanmasına yolaçtı. Böylece uygarlık ve insanlık soyu için tehlikeli boyutlara varan bir ekolojik yıkıma neden oldu.”

Sera etkisi ve küresel ısınma

Dünya iklim sistemi durağan değildir; milyonlarca yıl süren sıcak ve soğuk dönemler birbirini takip etmektedir. Dünyamız farklı aralıklarla ısınıp soğumaktadır. Bilim adamlarının bulguları da dünyanın oluşumundan itibaren yüzlerce milyon yıllık sıcak, onlarca milyon yıllık soğuk ve bunlar arasında yeralan daha kısa süreli ılık dönemlerin birbirini takip ettiğini, yani iklim sisteminin sürekli bir değişim yaşadığını ortaya koyuyor. Şu anda 50 milyon yıldır devam eden soğuk bir dönemin içindeyiz. Yüksek enlemlerde oluşan buzullaşma ile başlayan bu soğuk dönem içerisinde yeralan kısa süreli sıcak dönemler yaşandı. Şu anda da bu kısa süreli sıcak dönemlerden birindeyiz. Bu sıcak dönemin ilk belirtisi 14.000 yıl kadar önce Avrupa ortalarına kadar uzanan buzul tabakalarının geri çekilmeye başlamasıydı. Dönemin en yüksek sıcaklıkları 8 bin yıl önce yaşandı, kısa süreli sıcak dönemin sonu ise 4 bin yıl önce sıcaklık düşüşlerinin başlamasıyla görüldü. Bilimsel verilere göre, dünya şu anda yeniden soğuma sürecine girmiş olmalıydı. Ancak son 150 yıldır yapılan gözlemlerin sonuçları bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor: Soğuma sürecine girmiş olması gereken dünya, tam tersine ısınıyor!

Dünyayı, doğayı, insanlığı dört bir yandan kuşatan kapitalist barbarlığın tüm canlılara yönelen saldırılarının bir cephesini de küresel ısınma oluşturuyor. Güneşten dünyaya gelen ışınların bir kısmı yansıyarak uzaya dönerken bir kısmı da ozon tabakası, su buharı ve bulutlar tarafından tutulur. Yeryüzüne ulaşabilen ve onu ısıtan ışınlar daha sonra dünya tarafından yayılmaya başlar. Yayılan ışınların büyük kısmı atmosferde karbondioksit, metan vb. gazlar tarafından tutularak yüzeye geri yansıtılır. Böylelikle dünyanın yüzeyi olması gerekenden daha sıcak olur. Bu olay sera etkisi, olayın oluşumunu sağlayan gazlar da sera gazları olarak adlandırılır. Doğal sera etkisi canlı yaşamının devamlılığı için gerekli doğal koşulları sağlamakla beraber, bugün yaşanan durum bundan farklıdır. Çünkü atmosferdeki sera gazları günden güne artmakta ve bu haddinden fazla bir ısınmaya neden olmaktadır.

Sanayi devrimine dek atmosferdeki miktarı önemli değişikliğe uğramayan sera gazları, son 150 yılda petrol, doğalgaz, kömür vb. fosil yakıtların kullanılmasıyla atmosfere daha çok yayılmıştır. Buna bir de ormansızlaştırma, toprak kayması, deniz kirliliği vb. sebeplerle karbondioksitin emilme oranının düştüğünü eklersek, bu gazların miktarının giderek artmakta olduğunu görebiliriz. BM İklim Konferansı'na sunulan Dünya Meteoroloji Örgütü'nün raporuna göre, 1800'den günümüze karbondioksit oranı %28'den %36'ya çıkmıştır. Başka bir araştırma sonucu ise her yıl atmosfere 3 milyar ton karbondioksit eklendiği yönündedir. Ayrıca atmosferdeki oranı her yıl %1 artan metan gazı, 18. yüzyılda olduğundan 2,5 kat fazla bir orana sahiptir.

Küresel ısınma, meydana getireceği büyük felaketlerin ilk belirtilerini göstermeye başladı bile. Kasırgalar, büyük orman yangınları, salgın hastalıklar, erimeye başlayan buzullar, büyük seller, şiddetli sıcaklık dalgaları...Ve bunlar nedeniyle son 30 yılda ölen insan sayısı 150 bin. Bu sayının 2020'de iki katına çıkması, bu tarihten itibaren ise her yıl 700 bin insanın küresel ısınmanın etkileri sonucu ölümü bekleniyor. Son yıllar ise 1800'lerden bu yana görülen en sıcak yıllar olarak tespit edilmekle beraber, NASA yetkilileri 2005'in geçtiğimiz yıllardan da sıcak olacağını söylüyorlar.

Küresel ısınma insanlığı ne gibi felaketlerle yüzyüze getirecektir? Öncelikle 3-4 derece artacak olan sıcaklık buzulları eritecek, bu ise deniz seviyesini 2050 yılında 35 cm yükseltecektir. 2100'e doğru 60 cm yükselecek olan deniz seviyesi kıyı şeritlerini değiştirecek, kıyı ülkelerine toprak kaybettirecek, ada ülkelerini tehlikeye sokacaktır. Kıyılara yakın temiz su kaynakları denizle birleşecek, buharlaşma nedeniyle ırmak ve göller %20 oranında su kaybedecek ve temiz su sorunu başgösterecektir.

Sıcaklık artışı sivrisinek gibi canlıların yaşam alanını genişleterek, dünyanın %60'ını bu canlıların etki alanına sokacaktır. Salgın hastalıklara yol açacak böyle bir durumda her yıl 1 milyondan fazla insanın sıtmadan öleceği tahmin edilmektedir. Ayrıca hava kirliliği nedeniyle astım, bronşit, anfizen, kalp rahatsızlıkları vb. hastalıklarda artış görülecektir.

Aşırı sıcaklık bitki hastalıklarına da yol açacağından tarımsal üretimin maliyeti yükselecektir. Balıkçılık, tarım, turizm ile yaşamını sağlayanların geçim kaynaklarını kaybetmesiyle işsizlik artacaktır.

Bazı yerleri sıcaktan kavururken bazı yerleri şiddetli soğuklara mahkum edecek olan küresel ısınma orman yangını, taşkın, kuraklık patlamasına yol açacaktır.

Fırtınaların şiddeti, sıklığı ve rotası değişecektir. Okyanuslardaki sıcak su akıntılarının durma olasılığı gerçekleşirse Kuzey Avrupa'da şiddetli soğuma yaşanacak ve buzul çağı başlayacaktır. Yeni iklim koşullarına uyum sağlayamayan bazı bitki ve hayvan türleri ortadan kalkacaktır.

Ayrıca verimsizleşen topraklar, yükselen deniz seviyesi, büyük fırtınalar vb. sebeplerle 2050'ye kadar 150 milyon insanın kuzeye göç etmesi bekleniyor. Bu ise çevre mültecileri sorununu ortaya çıkaracaktır.

Kyoto Sözleşmesi: Emperyalist kapitalizmin çevre bilinci

Yaşanması beklenen ve felaket olarak nitelendirilen tüm bu olaylar karşısında birilerinin önlem amaçlı bir şeyler yapıyor olması gerektiği geliyor akla. Zira felaket “geliyorum” demektedir ve dünyadaki her canlıyı bir şekilde etkileyecektir. Ancak durum akla gelen gibi değildir. Kapitalizmin olduğu yerde mantık aranmayacağından, yaşanacak felaketlere bu düzenin hiçbir kişi ve kurumunun son vermeyeceği de ortadadır. Kapitalizm doğal kaynakları korumayı değil, onu bedava hammadde olarak kullanmayı, doğal kaynakların üretim üretkenliğini artırmasını hedefler.

Çeşitli çevre örgütleri, küreselleşme karşıtları ve ilerici kesimlerin uzunca bir zamandır gündeminde olan ve belirli bir tepki ortaya koymalarına yol açan küresel ısınma, bu toplumsal basıncın da etkisiyle yaratıcısı olan emperyalistlerin de gündemine girdi. Küresel ısınmaya sebep olan gazları atmosfere salan emperyalistler, aslında umurlarında bile olmayan bu sorun karşısında verilen tepkileri azaltmak için bir takım göstermelik konferanslar düzenleyip sözleşmeler hazırlamışlardır.

16 Şubat 2005'te yürürlüğe giren Kyoto Sözleşmesi, bu göstermelik uygulamaların en önemlisidir. Bu sözleşmeye göre endüstri, motorlu taşıt, ısıtmadan kaynaklı sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek, fosil yakıt kullanımı kısıtlanacak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinecektir. 1997 yılında Japonya'nın Kyoto kentinde 159 ülkenin katıldığı bir konferansta hazırlanan Kyoto Sözleşmesi'ne göre ülkeler 2012'ye kadar sera gazı üretimlerini 1990'lar düzeyinin en az %5 altına çekeceklerdi.

Tek başına dünyadaki sera gazlarının %24'ünü üreten ABD, ekonomik zarara uğramak istemediğinden anlaşmaya imza atmayacağını belirtti. Bu tavrını daha konferans esnasında belli eden ABD, geri kalmış ülkelerin “atmosferi kirletme hakkını parayla satın almaya kalkışıyor” sözleri ile karşılaşmıştı.

Kyoto Sözleşmesi uluslararası sermaye tarafından kendini aklama aracı olarak kullanılmış ve çevre örgütlerinin deyimiyle “kirletmeyi meşrulaştırmıştır.” Her ne kadar burjuva medya büyük bir mutlulukla bu anlaşmayı cilalayıp halka sunsa ve liberal sol kesimin yayınlarında “eksikleri olsa da önemli bir adım” olarak nitelendirse de durum budur!

Nasıl bir mantıkla bu anlaşmanın maddelerine uyulacağını düşünmemizi istiyorlar? Hangi anlayışla emperyalistlerin çıkarlarını bir kenara koyup insan ve doğa sağlığı adına hizmet sunacağına inanmamızı istiyorlar?

Kim engelleyecek küresel ısınmayı? Odun sanayiine hammadde sağlamak için Güney Doğu Asya'de yağmur ormanlarını talan eden, üstelik tsunami sonrası -ki ormanlar talan edilmeseydi tsunaminin vereceği zarar daha az olacaktı- diğer emperyalistlerle “yardım” konusunda itibar yarışına giren Japonya mı? Ya da yine tekellerin kereste ihtiyacını karşılamak için Afrika ve Güney Doğu Asya'da binlerce kilometrekare orman alanını yok eden Avrupa'mı? Yoksa kendi ülkesinde çevre kirliliği yaratan fabrikaları bağımlı ülkelere taşıyan diğer emperyalistler mi? Her yıl 6 milyon hektar toprağı çölleştiren, ormanları yok eden, havayı solunmaz, suyu içilmez hale getiren, bitki ve hayvan türlerini tüketen, bir yandan fosil yakıtları azaltmaktan sözederken diğer yandan piyasaya ardı ardına yeni otomobil modelleri sürüp pazarlamaya çalışanlar mı?

Önlem alınmadığı takdirde çevre tahribatının onarılamaz noktaya erişeceği biliniyor. Ve sorunu yaratanlar çözüm değil, geçiştirme ve oyalama anlaşmaları hazırlıyor. Bunda şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır. Zira, burjuvazi kendi sınıfsal karakterine uygun bir politika izlemekte; çevrenin korunmasını, doğa ve insan sağlığını değil, daha fazla kârı hedeflemektedir.

Çevre sorunu kapitalizmin yarattığı bir sorundur. Kapitalizm geleceğimizi mahvetmektedir. Çözüm yolu insanlığın geleceği için sosyalizm mücadelesini yükseltmekten geçmektedir.

Y. Ümit