12 Mart 2005
Sayı: 2005/10 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni saldırı dalgasına karşı hazırlanalım!
  4 Mart eylemi ve özelleştirmeye karşı
birleşik mücadele arayışı
  SEKA direnişi bitti, mücadele sürüyor
  Türkiye uyuşturucu, kara para aklama ve
kayıt dışı “cennet”i
  Başbakan sermaye adına pazarlamacılık yapıyor!
  8 Mart eylemi, provokasyon edebiyatı ve
dökülen demokrasi cilası
  Sınıfsal özüne uygun ve devrimci bir 8 Mart mitinginin ardından
  İstanbul’daki devrimci 8 Mart eylemi üzerine
  Ankara’da 8 Mart eylemlerinde iki farklı tutum
  8 Mart kutlamalarından
   Mamak'ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü Etkinlik Haftası
 İşçi-emekçi eylemleri
  SEKA işçileriyle dayanışma eylemleri
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/5: “Demokratik uygarlığın” sağı ve solu
  Lübnan’daki Suriye askerleri bahane
 ABD İsrail’i tehdit aracı olarak kullanıyor
“Mühendislik nereye gidiyor?”
 ÇÜ.’nde son sürecin gösterdikleri
Kadın sorunu/2; Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!
AB Troyka toplantısı
Bültenlerden...
Küresel ısınma
Yerel basından; Rüzgar tersine dönüyor
İran Komünist İşçi Partisi'nin ABD'nin askeri tehditlerine ilişkin bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kadın sorunu/2

Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!

M. Can Yüce

Teorik çerçeveye giriş (II)

Kadın sorunu ile ulusal sorun arasında genelde bir benzerlik ve paralellik kurulur. Buradan hareket edilerek devrimcilerin kadın sorununa yaklaşımlarının, ulusal soruna yaklaşımlarının esaslarını içermesi gerektiği belirtilir. Sorunu daha iyi kavramak, kavrayışı kolaylaştırmak ve çözüm konusunda belli bir perspektife ulaşmak bakımından bu anılan benzerliklerin yararları vardır. Ancak ulusal sorun ile kadın sorunu birbirinden derin farkları olan iki ayrı konudur.

Kadın sorununda sorun, aile içinde üretilmektedir ve burada da bir egemenlik ilişkisi, bir baskı ve sömürü vardır. Sorunun üretildiği çekirdek birim, sınıflı toplum biçimlerinin temeli olageldi. Yine bu sorunun çözümü kadın ve erkeğin her açıdan ve tümden birbirinden kopuşu ile mümkün olmayacaktır. Ulusal sorunda ezilen ulusun bağımsızlığı ve ayrı bir devlet olarak yaşamını sürdürmeye karar vermesi bir çözümdür, pratikte genel eğilim olarak gerçekleşen de bu olmuştur. Ancak kadının özgürleşmesi, evde, toplumsal yaşamın her düzeyinde karar ve söz sahibi olması, yaşamı ve geleceği hakkında belirleyici bir konuma gelmesi, genel kural olarak erkekten ayrılması, salt kadınlardan oluşan bir “toplum” kurması anlamına gelmiyor.

Ya da böyle bir “çözüm” nesnel ve doğal toplum yasaları bakımından olanaklı mı?

Başka bir deyişle toplum, kadın ve erkeğin birliği ve birlikte yaşamı temelinde varolabiliyor ve varlığını böyle bir toplumsal “birim” üzerinden sürdürebiliyorsa, burada çözüm, cinslerin mutlak bir kopuşu veya bunlardan birinin “bertaraf” edilmesi olamaz! Cinslerin birlikte yaşaması, bunun niteliği, biçimi, sistemi, temelleri ne olursa olsun, çelişkili birlikteliği nesnel doğal ve toplumsal bir yasaysa, bu yasa yokedilemez bir nitelikteyse ne yapmak gerekir?

Ancak hemen vurgulamamız gerekir ki, bu nesnelliğin doğru okunması ve doğru anlaşılması çok önemli. Bu nesnellikten yola çıkarak tarih boyunca derinleşerek devam eden kadının ezilme ve egemenlik altında tutulma sorununu, bunun üretildiği aileyi savunmak herşeyden önce egemen bakışaçısıyla davranmak ve mevcut “erkek düzeni” meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Zaten sözünü ettiğimiz nesnel doğal ve toplumsal yasa, sorunun nedeni ve kaynağı değildir. Öyle konulursa varılacak nokta kadercilikten, “kadere razı olmaktan” başka bir anlayışa ve sonuca götürmez. Sorun, toplumsal üretim biçimi ve onun üzerinde şekillenen toplumsal düzeylerle bağlantılıdır; dolayısıyla çözümü de bu bağlamda olmak durumundadır.

Gerçi bu konuda çok farklı düşünenler var, bunun tersten teorisini yapanlar da olmuştur; bunu yaşamlarında gerçekleştirmeye çalışanlar da olmuştur. Ancak toplumsal yaşamın kendisi bu teori ve pratikleri genel kural olarak yalanlamıştır. Zaten konumuz da bunların değerlendirilmesi değildir.

Kısacası genel kural olarak kadın ve erkek birlikte yaşamak zorundadırlar. Ama burada önemli olan, sorunun da özünü oluşturan bu birlikteliğin hangi toplumsal temeller üzerinde şekilleneceği, hangi biçimlerde olacağıdır. Bugüne kadar bu birliktelik, monogami biçiminde somutlanageldi; bu, kadının hep “altta” kalmasını belirledi, bundan sonra bu “toplumsal formun” aşılarak sözcüğün gerçek anlamında özgürlük, eşitlik ve yaşamın her düzeyinin bu ilkeler temelinde paylaşılması esaslarına dayalı bir birlikteliğin yakalanması ve toplumun temeline oturtulmasıdır. Sorunun düğümü bu noktanın kendisindedir!

Bu kısa özetin amacı, ulusal kurutuluş mücadelesiyle kadın kurtuluş mücadelesinin yöneldikleri hedeflerlerle kimi ilişkileri bakımından temel farkı özetlemekti. Kadın ve erkek arasındaki çelişki, kadının özgürlük mücadelesi aynı toplumsal zemin üzerinde şekillenir ve sürer; bu, onun paradoksal bütününü anlatmaktadır. Çözüm de bu paradoksal bütünün temellerini ve biçimini değiştirmekte, başka bir ifade ile kadın ve erkek ilişkisini gerçek anlamda eşitlik ve özgürlük ilkeleri üzerinde yeniden kurabilmekte düğümlenmektedir.

Peki, nasıl? Hangi bakışaçısıyla, hangi program ve mücadele araçlarıyla?

II. Kadın sorununun çözüm önerileri

Kadın sorunu bir dizi reformlar, iyileştirmeler sorunu değil, sözcüğün gerçek anlamında “kadın devrimi”ni de içeren bir dizi ve süreklileşmesi gereken devrim(ler) sorunudur!

Bu kısa çalışmamızın birinci bölümünde de kısaca anlatmaya çalıştığımız gibi, kadın sorunu, sınıflı toplum, aynı anlama gelmek üzere erkek egemen/ataerkil toplum tarihi tarafından üretilen ve yeniden üretilen tarihsel, toplumsal, kendine özgü boyutları olan karmaşık ve katmerli bir sorun… Bu nedenle bu tarihsel ve güncel ilişkiler sisteminin özüne, temellerine, mülkiyet ve iktidar ilişkilerine dokunmayan bir mücadelenin kadın sorununu temelli çözmesi mümkün değildir. Yani reformlarla, kimi iyileştirmelerle belki kimi “yumuşamalar”, kimi “pansuman” türü iyileştirmeler yapılabilir, ama bunların hiçbiri tek başına köklü ve kalıcı çözüm olamaz! Köklü çözüm, bu tarihsel ve toplumsal sistemin, kadın sorununu her düzeyi ile üreten bu düzenin toplumsal bir devrimle alaşağı edilmesiyle mümkündür.

Bundan dolayı kadın sorunu, bir devrim sorunudur!

Ancak tek başına yetmediği gibi bu tespit, geçmiş yanlış ve yetersiz yaklaşım ve pratikler ile varolan farklılığı da belirsizleştiriyor. Bu belirsizliğin ve yetersizliğin aşılması gerekir. Bu bağlamda iki noktanın altını çizmek durumundayız.

Kadın sorunu, bir devrim sorunudur, evet, bunun birbirine sıkı sıkıya bağlı iki boyutu var.

Devrimler, tarihin motoru işlevini görmüşlerdir; bugüne kadar tarihte sayısız devrim olmuştur. Bu devrimler, kadının toplumsal ve siyasal yaşama katılımında etkin bir rol oynamışlar, kadının düşünce ve ruh dünyasına çok şey katmışlardır. Ulusal kurtuluş ve sosyalist devrimlerde kadın etkin bir rol oynadığı gibi, devrimler de kadına yeni ufuklar açmıştır. Ancak buna rağmen bu devrimlerin kadın sorununa köklü bir çözüm getirmediğini görüyoruz. Devrimde savaşan, etkin siyaset yapan, “tarihin öznesi” rolünü oynayan kadın, devrimden sonra “evinin yolunu” tutmuş, büyük ölçüde “geleneksel” rolüne dönmüştür...

Neden?

Birçok neden sayılabilir, ama bizim üzerinde durmak istediğimiz temel neden şudur: Bu devrimler, kadın sorununu bütün boyutlarıyla kavrayan ve çözüm perspektifine oturtan bir anlayış ve kadın programına sahip değillerdi ya da söylenenler ve yapılanlar bir “kadın devrimi” programı niteliğinde değildi.

Bunun açılımını yapmak mümkündür, ama bir tespit olarak vurgulamakla yetiniyoruz. Hem kadın sorununun konuluşu ve tanımından, hem de yukarıda vurguladığımız temel eksiklikten çıkardığımız sonuç şudur:

Kadın sorunu, bir devrim sorunudur, evet, ama bu devrim devrimci bir bilinç ve programa sahip bir “kadın devrimini” içermek durumundadır. Bu, devrimde kadının kendi bilinci, örgütlülüğü, politika yapma yeteneği ve gücüyle tarihin öznesi olması zorunluluğu demek oluyor. Bu düşüncemizi biraz açmakta yarar var:

Kadın sorunu öncelikle politik bir sorundur. Kuşkusuz devrimci sosyalistler nihai olarak her türlü iktidar ve devlete karşıdırlar, ancak her türlü iktidar ve devletin sönümleneceği koşulların yaratıldığı tarihsel aşamaya kadar bu hedefe göre kendisini örgütleyecek bir tür “yarı-iktidar” niteliğinde olacak bir geçiş sürecine de ihtiyaç vardır. Bu geçiş sürecinin bütün karar süreçlerinde kadının etkin olduğu, bu sürecin bütün siyasal ve toplumsal düzeyleri kadın tarafından paylaşıldığı zaman kadın sorununun çözüm sürecinden sözedebiliriz. Tüm sınıflı toplum biçimleri erkek egemenliklidir, erkek gerçek anlamda iktidardır. Öncelikle kadın devrimi bu iktidarı, onun cinsiyetçi niteliğini hedeflemek durumundadır. Erkeğin iktidarı salt toplumsal yaşam, politika, devlet, eğitim, kültür vb. alanlarla sınırlı değildir. Erkek, aile içinde de gerçek iktidardır. Bu durum birçok medeni yasada yasal olarak kurumlaştırılmıştır. Daha sonra yapılan yasal değişiklikler, sadece makyaj işlevini görmekten başka bir anlam ifade etmezler. Erkeğin bu çok yönlü egemen ve iktidar konumu, kadın sorununun politik bir sorun olmasını koşullamış, dolayısıyla çözümün de politik olmasını zorunlu kılmıştır. Politik olmayan, her açıdan erkek iktidarının aşılmasını hedeflemeyen, yaşamın yeniden üretilmesinde gerçek anlamda eşit ve etkin bir paylaşımı öngörmeyen bir çözüm olamaz!

Bilinir, her “devrimin en temel sorunu iktidar sorunudur”! Erkek eksenli bütün iktidar biçimlerini hedeflemek ve onu aşmak, yerine kadın eksenli bir iktidar kurmak anlamına gelmiyor, ya da böyle bir mantık sürdürmeyi gerektirmiyor. Erkek eksenli bütün iktidar biçimlerini aşmak ve onun yerine yeni türden bir yeni yönetim sürecini, kendisini sönümlendirecek bir iktidar biçimini amaçlamak genel sosyalist teorinin özüne de uygundur!

Burada can alıcı nokta, kadının tarihin öznesi, yani kendi yaşamı ve toplumun yaşamı üzerinde gerçek anlamda söz ve karar sahibi olması, kaderini belirleyen bir konum ve donanıma sahip olabilmesidir!

Kadın sorununun çözüm anahtarı bu noktada düğümlenmiştir.

Bu, aynı zamanda “kadın devrimi”nin özünü oluşturmaktadır, kadın özgürlüğü de buradan geçer.

Görüleceği gibi, kadın devrimi, kurulu ataerkil düzeni bütün boyutlarıyla hedeflemek, hem de cepheden hedeflemek durumundadır. Başka bir ifadeyle varolan kurulu düzeni her açıdan ve bütün düzeyleriyle cepheden hedefleyen bir hareket “devrimci” kimliğini kazanmayı hakeder. Tarih boyunca ezilen, sömürülen, özgürlüksüz bırakılan, tarihin dışına itilen, yaşamı ve kaderi üzerinde söz ve karar hakkı elinden alınan kadının, bu kurulu sistemi hedeflemeden, bunu radikal bir devrimci program ve stratejiye bağlamadan özgürleşmesi, kaderini belirleme hakkını ve gücünü kazanması mümkün mü?

Çok net görülebileceği gibi, kadını özgürlüğe, politik ve toplumsal yaşamı kararlaştırma ve sürdürmede etkin bir konuma, özne konumuna taşımayı hedefleyen kadın devrimi; bütün toplumsal ve siyasal sorunları çözmeyi, bunun için kurulu iktidarı yıkmayı ve yenisini kurmayı hedefleyen en genel anlamdaki toplumsal devrim ile aynı hedeflere sahiptir. Bu anlayışta kadın devrimi, genel toplumsal devrimin çok önemli, etkin ve dinamik bir bileşeni konumundadır.

Bu bileşenin eksik olması, tüm iddiasına, ideolojik ve politik özüne rağmen bu toplumsal devrim, “erkek” etiketli bir devrim olmaya mahkûmdur! Böyle bir devrimde kadınların katılım düzeyleri ne olursa olsun bu yine böyledir! Anılan bileşen ile ilişki etkin ve dinamik olmak zorundadır; bu da, kadının gerçek anlamda devrimin öznesi konumunu ve gücünü yakalamasıyla olanaklı olabilir.

Peki, bu nasıl gerçekleşecek, bunun temel öğeleri nelerdir?

Kadınların kurtuluşu ve özgürlüğü, herşeyden önce ve özünde kadınların kendi eseri olacaktır!

Bu, onların kendi cinsel kimliklerinin ve bundan kaynaklanan sorunlarının bilincini, bunun çözüm programını, örgütlülüğü ve eylemini-mücadelesini zorunlu kılmaktadır. Bu, politik güç olmak, söz ve karar sahibi olmak, başka bir ifadeyle politikanın öznesi olabilmek, gelişmeleri etkileme şansını yakalayabilmektir. Kendi bilincine ulaşmadan, bunu devrimci bir programa kavuşturmadan, bunu örgüt gücüyle donatmadan ve bunun kesintisiz mücadelesini vermeden kadının özgürleşmesi, tarihin öznesi olması ve kadın devrimi gibi bir hareketi geliştirmesi mümkün değildir. O nedenle bilinç, örgüt ve mücadele kadın devriminin stratejik araçlarıdır. Bunları gözardı etmemek gerekir!

Bu stratejik araçlar, genel toplumsal mücadelenin diğer temel araçlarıyla nasıl bir ilişki içinde olmalıdır? Bu sorunun yanıtı da önemlidir ve mutlaka genişçe tartışılmak durumundadır. “Devrimci sınıf partisi, aynı zamanda her cinsin özgürlüğünün ve eşitliğinin, özgür iradelerinin somut ifadesidir” demek yetmiyor. Bu noktada devrimci sınıf partisinin tanımı, kadın sorunu karşısındaki duruşu ve konumu, nesnel olarak somutlaşan “cinsel kimliği” gibi temel noktaların da yeniden tartışılması gerekiyor. Yani;

Parti, kendisini kadın devrimi ve bunun temel ilkelerine göre yeniden tanımlamalı ve örgütlemelidir!

Kabul edilsin veya edilmesin, yine kendi iddiası ve niyeti ne olursa olsun, düzeyleri farklı olsa da kurulu bulunan devrimci sosyalist partiler, genel olarak az-çok “erkek” etiketlidir, ataerkil kültüründen önemli çizgiler ve kalıntılar taşımaktadır. Bunda nesnel tarihsel etkenler kadar, kadın sorununda devrimci ideolojinin yaşadığı temel eksiklik de temel bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla devrimci sosyalizmi yaşanan deneyimler ışığında yeniden kurarken, kadın boyutunda da mutlaka anılan eksikliği aşacak bir çalışmayı yapmak ve tatmin edici bir düzeye getirmek gerekir...

Yine anılan etiketin gölgesinden kurtulmanın devrimci kadroların, devrimci sınıf veya sınıfların, daha da önemlisi bu mücadelenin öncüsü emekçi kadınların gelişme ve özgürleşme düzeyi ile bağlantılı olduğunu da unutmamak gerekir. İçinde hareket edilen toplumun, toplumların tarihsel gelişme düzeyi bu noktada çok önemli bir etkendir; yoksa salt iradeci bir yaklaşımın çok zorlama ve subjektif olacağı çok açıktır. Gelinen tarihsel aşamanın olumsuzluğuna rağmen devrimci bir parti kendisini kadın sorununun çözümüne ve onun ilkelerine göre örgütlemeli, hatta ona göre tanımını yapmalı, örgütsel ve işleyiş kurallarını, biçimlerini buna göre yeniden kurmalıdır. Yoksa “kadın devrimi”, “kadın özgürlüğü” adına söylenen ve söylenecek her söz içi boş bir laf yığınından başka bir anlam ifade etmez!

Bu kısa yazımızda tartıştığımız kadın devrimine göre devrimci bir parti nasıl olmalıdır sorusunun ayrıntılı bir açıklamasını yapmayacağız. Eski modellerin, onların üzerinde geliştiği ideolojik düzlemlerin ve somutlaşan deneyimlerin yetmediğini, kadın sorununun devrimci çözümünde tutarlı olmak için eski modelleri aşan bir anlayışa ve çözüm perspektiflerine ihtiyaç olduğunu vurgulamak istiyoruz. Öncelikle bu ihtiyacı saptamak gerekir. Bu ihtiyaç tespiti, yaratıcı arayış ve çözümlerin de ana dinamiği olacaktır!

Devrimci partinin üyeleri nötr bir cinsel kimliğe sahip değillerdir, olamazlar. Peki, devrimci kadın ve erkekler partinin içinde nasıl, hangi özellikleriyle, hangi bilinç ve donanımlarıyla yeralmalıdırlar? Kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olmak, bir devrimci kadın için, partili bir kadın için ne anlama gelir, bunun parti içindeki somut gerçekleşme biçimi, zemini ve anlamı nedir, ne olmalıdır? Gerçekleşen deneyimler, onların örgütlenme ve işleyiş modelleri bu sorulara yanıt vermeye ne kadar uygun? Uygun olmadığını hemen vurgulamalı ve bununla bağlantılı başka bir noktaya geçmeliyiz:

Her konuda olduğu gibi, bilinç düzeyinde ulaşılan çözüm, yarına ertelenmemeli, günlük yaşam ilişkileri, parti ve mücadelenin her zemini, her ilişkisi devrimci çözümün somutlandığı, gerçekleşme çabasının sergilendiği somut alanlar olmalıdır. Devrimci demokrasi, kadın sorununun devrimci çözümü ve diğer her ilke ve çözüm bugünden hayat bulmalıdır! Bu zorunluluğun bir gereği olarak da kadın sorununun çözümünde ulaşılan düzey örgütlenme ve devrimci mücadelenin her düzeyinde ve aşamasında uygulanmak durumundadır!

Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!

Bu anlamda kadın sorunu, sınıfsal boyutları olan, toplumsal sınıfsal gerçeklikle sıkı sıkıya bağlantıları olan bir sorundur!

Bu, sorunun konuluşunda olduğu kadar çözüm önerilerinde mutlaka hesaba katılması gereken bir durumdur.

“Kadın özgürlük sorunu, her sınıftan kadının sorunu değil mi, egemen sınıflara mensup kadınlar da bir cins olarak ezilmiyor mu, onların da bir cins olarak özgürleşme, kendi cinsel kimlikleriyle yaşamda yeralma sorunları yok mu? Sınıfsal bakışaçısı sorunu daraltmıyor mu, bu, mücadele açısından sınırlandırıcı bir yaklaşım değil mi?”

İlk bakışta bu yaklaşım insana daha kapsayıcı ve doğru geliyor. Kuşkusuz doğru yönleri var. Elbette bir cins olarak bütün sınıflara ve toplumsal katmanlara ait kadınlar eziliyor, bu anlamda sorun “kadın sorunu”dur, bütün kadınları ilgilendiren ortak bir sorundur! Bu ne kadar doğruysa, aynı zamanda bu sorunun temelinin bu mülkiyet, sınıflar, devlet düzeni olduğu da bir o kadar doğrudur! Kadın sorunu ile mülkiyet ve düzen arasındaki bu kopmaz ilişki, kadın (cinsel kimlik ve bundan kaynaklanan) bilinci ile sınıf bilinci arasındaki kopmaz bağları da koşullamakta ve anlatmaktadır. Bu bilinçler düzeyi, hem kadın sorunu nedeniyle, hem de sınıfsal sorunlar nedeniyle kaçınılmaz olarak düzenle karşı karşıya gelmeyi koşullar ve tetikler. Peki, egemen sınıf kadınlarının sınıfsal konumları nedeniyle kendi düzenlerine kafa tutmaları mümkün mü? Tarihte bunun örnekleri var mı? Sınıflarından kopan “baldırı çıplak” sınıfların dertlerini kendine dert edinen egemen sınıflara mensup kadınlar olmuştur, ama sınıf olarak bunun bir örneği yok gibidir. Fransız Devrimi'nde de devrimin esas yükünü taşıyanlar emekçi sınıflara, alt sınıflara mensup kadınlar olmuştur. Burjuva sınıfa mensup kadınlar devrim sürecinde o dönemin bilinci bağlamında kadın sorununu gündeme getirmişler, ama bu katkıları sınırlı olmuştur.

Günümüzde ise kadın sorununu bir devrim programı olarak ele alma gücüne sahip toplumsal güç emekçi kadınlardan başkası değildir. Çünkü bu düzenden en çok onlar zarar görmekte ve ezilmekte, dolayısıyla bu düzenin yıkılması, en çok onların çıkarına olmaktadır. Son iki yüzyılın özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesinde emekçi kadınların rolü tartışma götürmeyecek kadar açıktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün tarihsel arka planında emekçi ve sosyalist kadınların büyük bedellere dayalı mücadelesi var. Zaten 8 Mart'ın kabul edilen adında “emekçi” sözcüğünün geçmesi anılan bu belirleyici gerçekten dolayıdır. Şimdi burjuva liberalleri ve feministleri bu gerçekliği bir kalem darbesiyle gözlerden kaçırmaya çalışmaktadırlar. Bu, 8 Mart'ın devrimci özünü, kadın sorununun devrimci özünü örtbas etme, kadının devrimci enerjisini düzen sınırları içinde eritme çabasından başka bir şey değildir.

Elbette her temel sorunda olduğu gibi, kadın sorununun çözüm anlayışında devrimci çizgi kadar reformist-liberal kanatların bulunması anlaşılırdır; aralarında ideolojik ve politik bir mücadelenin olması da anlaşılırdır. Ama en azından tarihsel gerçeklere saygılı olmak herşeyden önce ahlaki bir zorunluluk değil mi?

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, hem bir tarihsel mücadele gerçekliğini vurgular, hem de kadın sorununun özünü ve temel dinamiğini anlatır!

Dikkat edilirse, sorunun bütününden değil, “özünden” sözediyoruz. Bütünü, tüm bir cinsi ve ondan kaynaklanan sorunları anlatır, özü ise temelini ve dönüştürücü, çözüm mücadelesinin itici gücünü...

Burada bir sözcükten değil, bütün bir sorunun devrimci konuluşundan ve devrimci çözüm perspektifinden sözediyoruz. Bu nedenle “özünde” ve “bütün” kavramlarının altını özellikle bir kez daha çizmekte yarar görüyoruz.

Kadın sorunundan sözedilmesi gereken diğer bir önemli nokta da “eşitlik” sorunudur. Öncelikle vurgulamalıyız ki, özgürlük olmadan eşitlik koca bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Kadın toplumsal, siyasal, kültürel yaşamda, erkek ile gerçekleştirdiği her ilişki düzeyi ve zemininde sözcüğün gerçek anlamında söz ve karar sahibi olmadan, başka bir ifadeyle tarihin öznesi olmadan, “iktidar gücü” olmadan özgürleşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla özgürleşme, kadın sorununda merkezi ve birincil bir rol oynamaktadır. Eşitlik ile ilişkide özgürlük birincildir; elbette eşitlikle tamamlanmayan bir özgürlüğün eksik ve sakat olacağı, bunun da çözümü çözüm olmaktan çıkaracağı kesindir.

Kuşkusuz özgürleşme, bugünden yarına bir kalem darbesiyle, bir sihirle gerçekleşecek bir kavram değildir. Binlerce yıllık bir özgürlüksüzlük durumu, tarihin, siyasetin dışına itilme durumu, hep yönetilme alışkanlıklarını, kişiliğini yaratmıştır. Yani, kölelik içselleştirilmiş ve bir kişilik düzeyine çıkarılmıştır. Bunu aşma doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır, kadın özgürleşme hedefi doğrultusunda belli bir yolalmıştır. Ancak bunların henüz işin başı olduğu da kabul edilmelidir. Yaratılan herşeyde erkeğin damgası var; dilde, terminolojide, siyasette, kültürde, ahlakta... Bu erkek tarihi ve kültürünü aşmak, yeni bir dil, yeni kavramlar geliştirmek, kadın açısından kolay mı? Mümkün, ama kolay değil. Konuyu ayrıntılandırmak mümkün, ama konumuz açısından bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz… Çıkardığımız sonuç şu:

Özgürleşmek bir süreçtir, sayısız mücadele biçimini ve kesintisiz devrimi zorunlu kılan bir süreç... “Toplumsal devrim oldu, kadın özgürleşme doğrultusunda önemli mevziler kazandı ve artık zaferimizi kutlayabiliriz” gibi bir yargı, kadın açısından yenilginin zeminini kuvvetlendirmekten başka bir sonuç doğurmaz. O nedenle politik devrimden de sonra kadın devriminin devam etmesi gerektiği, derinleşerek, yeni aşamalar kaydederek yoluna devam etmesi gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır! Bunu, devrimde kesintisizlik ilkesi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.

Özgürleşme süreci ve devrimde kesintisizlik ilkesi aynı gerçekliğin birbirine bağlı iki yüzü gibidir. Özgürleşme, devrimin kesintisizliğine bağlı, bu da kadın sorununda çözümün özünü oluşturmaktadır.

Bu noktada toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamda kadının yaşadığı tarihsel eşitsizliği bugünden aşacak bir çizginin izlenmesi gerektiğini vurgulamak durumundayız. İki cins arasındaki eşitsizliğin kökleri tarihin derinliklerine uzanır ve her gün yeniden üretilir. “Kadın erkek ile eşit olmalıdır” demekle eşitlik yakalanamıyor. Ama bu eşitsizliğin bugünden, bir zamanların moda deyimiyle “hemen şimdi” aşılmasına dönük bir bilincin, politik bir çizginin ve bunun pratik bir uygulamasının olması da kaçınılmazdır. “Kadın-erkek eşitliği” kâğıt üstündedir, gerçeklikte ise erkek ayrıcalıkları, dilde, düşüncede, ruhta, günlük yaşamda, gelişme düzeyi, gelişme olanakları ve fırsatları bakımından çok net ve somuttur. Devrimci bir hareket öncelikle bu gerçekliğin bilincinde olmak, bunu aşmanın kısa, orta ve uzun vadeli yollarını bulmak ve bunun mücadelesini vermek durumundadır. Varolan tarihsel ve fiili eşitsizliği aşma yönünde belli bir programa ve uygulama anlayışına sahip olmayan bir devrimin kadın devrimini içermesi ve sonuçta iddiasında tutarlı olması mümkün değildir.

Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik çok büyüktür ve ancak uzun vadeli bir programla aşılabilir. Ama bu programın güncel pratik ayakları da olmalıdır. Belli bir süredir tartışılan “pozitif ayrımcılık” ilkesi bu eşitsizliği aşmada pratik bir önlem olarak düşünülebilir, ancak bu pratik uygulamanın başarısını belirleyen üzerine oturduğu çözüm perspektifinin kendisidir. Devrimci bir programa bağlı olmayan bu tür uygulamaların yüzeysel kalmanın ve biraz da günü kurtarmanın ötesinde bir işlev görmesi mümkün değildir.

Kendini devrimci ve sosyalist olarak tanımlayan erkek açısından kısaca şunlar vurgulanabilir: Öncelikle iddiasında tutarlı olmanın yolu, erkek tarihi, bilinci, kültürü ve kişiliğiyle radikal bir hesaplaşmaya tutuşmasından geçer. İktidar ve ayrıcalıklarından feragat etmeye ne kadar hazır, bunu nasıl ve neyle yapacak? Bunun için nereden başlamalı? Tüm iddiasına ve niyetine rağmen devrimci sosyalist erkek, verili durumda ve düzeyde ne kadar tarihi ve bu tarihin şekillendirdiği kişiliği ile hesaplaştı, bu hesaplaşmanın neresindedir? Bu sorular devrimci erkek açısından can alıcı sorulardır! İradeci yaklaşımlara düşmeden vurgulamalıyız ki, bir tarihten, onun kültürü, kişiliği ve ahlakından bir çırpıda, sınırlı ve kesintili çabalarla kurtulmak olanaklı değildir. Burada önemli olan kendi gerçekliğinin bilinci ile bunu aşmanın tutarlı ve samimi pratiğidir, bunu bir yaşam tarzı haline getirme iradesi ve gücüdür! Ötesi zorlama beklentiler olur ki bu da hayal kırıklığından başka bir sonuç doğurmaz.

Kadınlar açısından buradan çıkan temel sonuç şudur: Kadının kurtuluşu ve özgürlüğü, herşeyden önce kendisinin, kendi devrimci çabalarının eseri olacaktır!

Bu, devrimci erkeğin kendi tarihi ve iktidarıyla hesaplaşmasında koşullayıcı, tetikleyici ve zorlayıcı bir dinamik olacaktır!

Bu, aynı zamanda, toplumun gelişiminde, özgürleşmesi ve demokratikleşmesinde en temel dinamiklerden biri olacaktır!

III. Sonuç

Sosyalizm, bir toplum projesidir!

Kapitalist-emperyalist sisteme alternatif, tarihin ve toplumların gelişme dinamiklerine yanıt veren bir gelecek projesidir!

Bu nedenle bu proje, mevcut bütün sorunlara ve toplumsal çelişkilere bütünlüklü ve kendi içinde tutarlı bir yanıt, bir seçenek oluşturmak durumundadır.

Sosyalizm, verili mülkiyet ve iktidar ilişkilerini yerle bir ederek aşan, onların kurumlarını aşan, yerine yenilerini kurma iddiasında olan bir toplum projesidir.

Peki, kadın sorununa köklü bir çözüm üretmeden, bu konuda iddialı bir çizgiye sahip olmadan böyle bir bütünlüklü ve iç tutarlılığa sahip toplum projesini bir seçenek olarak geliştirmek mümkün mü?

Bu projede mevcut aileyi aşacak ve onun yerine geliştirilecek toplumsal çekirdek ne ve nasıl olmalıdır sorusuna yanıt getirmeden tutarlı bir gelecek projesinden sözetmek olanaklı mı?

Gerçek anlamda özgürlüğe, eşitliğe, ortak üretme ve ortak paylaşıma dayalı toplumsal yaşam birlikteliklerinin temelleri, yapısı, ilkeleri ne olmalıdır sorusunun tutarlı yanıtı, anılan projenin can alıcı noktasıdır.

Kadın sorununa devrimci çözüm, aynı zamanda bu toplum projesinin en can alıcı sorularından birine yanıt anlamına gelmektedir.

Bütün bunlardan çıkan sonuç, kadın sorununa devrimci yaklaşım ve devrimci çözüm üretme çabaları, aynı zamanda yaşanan deneyimler ve ortaya çıkan ihtiyaçlar bağlamında devrimci sosyalizmi geliştirme çalışmalarına mütevazı düzeyde katılım anlamına gelmektedir! Bu da iddiasında samimi ve tutarlı olmanın bir gereği olduğu kadar, bu gericilik yıllarında devrimci sorumluluk ve görevin kaçınılmaz bir gereğidir!

Kürdistan devriminde kadın sorunu bu genel çerçevede tartışılmayı beklemektedir, daha doğrusu bugüne kadar yapılan tartışmaları derinleştirerek geliştirmeyi beklemektedir...

Sözlerimizi şu dilekle tamamlamak istiyoruz:

Bu vesileyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyor, kadın kurtuluşu uğruna verdikleri mücadelelerinde, devrim ve sosyalizm davalarında başarılar diliyoruz!