‘Eğitim ve sağlık hakkımı istiyorum!
O zaman ben de suçluyum!'
Bir işçinin hekime çektiği söylev
Biliriz nedir bizi hasta eden!
Söylenir bizi senin iyileştireceğin
hastalandığımız zaman
Diyorlar ki, sen, tam on yılda
öğrenmişsin hastaları iyi etmesini
halkın parasıyla yapılan güzel okullarda.
Dünyanın parasını dökmüşsün
olmak için bilgi sahibi.
Senin elinde öyleyse iyileştirmek bizi.
Ne dersin elinde mi?
Seni gelince görmeye,
çıkartıyorlar üstümüzdekileri,
zor değil hastalığımızın nedenini anlamak,
şöyle bir bak üstümüze başımıza,
çünkü elbiselerimizi yıpratan neyse,
odur vücutlarımızı da yıpratan.
Rutubetten, diyorsan, vücudunuzdaki ağrı,
Duvarlarımızdaki leke de ordan.
Söyle öyleyse bize:
Rutubet nerden?
Ezdi bitirdi bizi
çok çalışmak, az yemek.
Sense öğüt verirsin,
dersin, kanlı canlı olun!
Suda büyüyen kamışa
demeye benzer bu:
Çık başka yerde yaşa.
Ne kadar vakit ayırırsın bizim için?
Baksana, evinde bir halın var,
en azından beşbin muayene eder.
Haklı çıkarmak için kendini
bunda benim suçum yok
diyeceksin ister istemez.
Bizim evin duvarındaki
ıslak lekeye git sor:
O da bundan başka birşey demez.
B. Brecht
Ben bu şiiri çok seviyorum. Çünkü altı yıl boyunca Türkiye'deki sağlık sistemi ve sağlık alanındaki gelişmelerden bihaber, sürekli tıbbi teorik derslerle eğitilirken, hastalıkları iyi etmesini öğrenirken, çok önemli bir sorunun cevabını vermem gerektiğini hatırlatıyor bana:
Rutubetten, diyorsan, vücudunuzdaki ağrı,
Duvarımızdaki leke de ordan.
Söyle öyleyse bize:
Rutubet nerden?
İşte bu sorunun cevabını veremeden tam anlamıyla hekim olunmuyor. Hekimlik o kadar basit olmamalı! Hastayı dinleyip muayene ederek ilaç yazmakla iş bitmiyor. İşçinin evindeki duvardan farklı bir şey söyleyemiyorsak, ‘rutubet nerden' sorusunu yanıtsız bırakıyorsak ve bunun için hiçbir şey yapmıyorsak, hasta muayene etmeye programlanmış bir robottan ne farkımız kalır'
Mesleki ve toplumsal geleceğimiz karartılmak isteniyorken, gözlerimizi kapatıp sağlık alanındaki özelleştirmeleri ve halkın sağlık müşterisi haline getirilmesini görmezden geliyorsak, ‘SSK'lar devredilemez!' diye haklarına sahip çıkanların haykırışlarına kulaklarımızı kapatıyorsak, ‘Genel Sağlık Sigortası Sistemi' ve ‘Sağlık Sigortası Kanunu Tasarısı' hakkında ağzımızı kapatıp hiçbir yorumda bulunmuyorsak, işçinin evindeki ıslak lekeden ne farkımız kalır.
Tüm bunlar doğrultusunda ‘hekim' olmanın sorumluluğuyla ‘Herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir sağlık hakkı' talebiyle iş bırakan, ‘G(ö)rev' etkinliğine katılan 11 sendika ve meslek örgütünden 85 kişi hakkında dava açılmıştı. 13 Ekim günü bu dava görüşülürken aynı saatlerde tabip odalarınca çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmiş, ‘Sağlık hakkı istemek suç ise, biz de işledik' diyerek 5 Kasım G(ö)rev'ine katılanlar kendileri hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı. Aslında o gün bence çok önemli başka bir şey de yaşanmıştı. Sanıklar salona sığmamıştı. ‘Sanıkların çokluğu ve salonun küçüklüğü' nedeniyle daha geniş bir salon talep edilmiş, ancak sonra bu talepten vazgeçilmiş ve sanıklar üç gruba bölünerek davaya devam edilmişti.
Şimdi bunları neden bu kadar ayrıntısıyla anlatıyorsun diye soracaksınız. Salonlara sığmama korkusunun, biraz sonra yazacağım haberle ilgili olabileceğini düşündüğümden.
Hacettepeli 6 öğrenciye dava
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenim gören beşi öğrenci ve biri aynı fakülteden yeni mezun hekim arkadaşımız hakkında TTB ve Ankara Tabip Odası'na ait yayın ve afişleri izinsiz astığı iddiası ile dava açılmış ve 30 Kasım 2004 tarihli davada ilk celsede beraat etmişlerdi. Fakat bu altı ‘hekim' adayından biri 25 Ocak 2005'te Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi'nde tekrar yargılandı. Ve dava 5 Nisan'a ertelendi.
Bugün ülkemizde sağlık ve eğitim hakkına, geleceğine sahip çıkarak, ‘işsiz kalmak istemiyoruz, herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli sağlık hizmeti istiyoruz, savaş istemiyoruz' dediğimiz için, ‘hekimlik' görevimizi yaptığımız, duvardaki ıslak lekeden farklı şeyler söylediğimiz için suçlanabiliyorsak ve aslında üniversitelerimizde bulunmaması gereken kişilerce hazırlanan tutanaklarla yargılanabiliyorsak, daha nice geniş salonlara ihtiyaç var demektir.
Gün gelecek, hakkında sağlığın ve eğitimin vazgeçilmez birer insan hakkı olduğunu savundukları için dava açılan hekim, sağlık çalışanı ve hekim adaylarının sayısı 85'lerden 1.085'lere 10.085'lere ve daha nicelerine artacak... İşte o zaman ne salonlara sığacağız ne de bölünebileceğiz... Ve işçiyle beraber haykıracağız cevabımızı:
Gazeteleri var onların, kitapları var,
Hiç konuşturmamak isterler bizi,
Papazları var ve de profesörleri,
Bol ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar,
Bütün bunlar neden peki'
Gerçekten bu kadar çok mu korkarlar'
Görürler yakında, yok olmadan önce,
Bunların hiçbiri bir işe yaramayacak,
Ama hiçbiri.
A. Umay
|