12 Şubat 2005
Sayı: 2005/06 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Rice’in ziyaretiyle netleşen uşaklık tablosu
  Rice suç ortaklığının çerçevesini çizdi
  Emek Platformu mücadele kaçkınlığı
yapıyor
  Emek Platformu’nun İstanbul toplantıları
  Yüzünüzü tepedekilere değil tabandakilere çevirin!
  Emek Platformu İzmir toplantısı.
  CHP’nin imaj yenileme manevraları
  Hakkari'ye gaz bombası Asya’ya “yardım”
  Devrimci bir 8 Mart için
  Ankara’da KESK şube genel kurulları
  Ravelli'de saldırılar ve mücadele
  Gençlik hareketi engellerini aşarak
yoluna devam edecektir!
   Ulusal sorun ve Kürt hareketi/2 (Orta sayfa)
  “Jingo Kürtler”in gözüyle ABD, İsrail ve Kürtler...
  OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile
röportaj
  GOP BDSP kampanya faaliyetinden
  Tuzla’da sempozyuma hazırlık çalışmaları
  ABD-İngiliz emperyalist ittifakında çatırdama belirtileri
  Emp. barbarlığın
“demokratikleştirme misyonu”
  CİA: İşkenceci yetiştirme merkezi!
  Davos’un gündemi
 Fransa’da eylem dalgası
 Kapitalizmde usta–çırak ilişkisi
 “Hakkımı istiyorum!
O zaman suçluyum!”
  ZKÜ Rektörlüğü “tatil” yapmıyor!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

CHP'nin imaj yenileme manevraları


Geçtiğimiz günlerde CHP'nin olağanüstü görüntülere sahne olan 13. Olağanüstü Kurultay'ı Deniz Baykal'ın yeniden genel başkan seçilmesiyle tamamlandı. Fakat bu süreçte, karşılıklı kirli çamaşırların sergilenmesinin ve kavgalı görüntülerin sonucu olarak, emekçi kitleler nezdinde zaten bozuk olan CHP'nin imajı iyice dibe vurdu. Baykal ve ekibinin, hem iyice bozulan imajı bir parça düzeltmek, hem de dikkatleri parti içi muhaliflere yönelik tasfiye sürecinden uzak tutmak amacıyla ‘etkin muhalefet' yapmaya soyunduğu görülüyor.
Bu çerçevede Deniz Baykal kurultayın ardından deprem bölgesi olan Hakkari'ye gitti. Depremzedelerin ağır yaşam koşullarının yanısıra ‘yürek kırıklığı' içinde olduklarını belirterek, Başbakan'ın derhal Hakkari'ye gitmesini istedi. Sonra da kalabalık bir milletvekili heyetiyle SEKA'yı ziyaret ederek işçilerle biraraya geldi.
Ayrıca CHP, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devrini öngören yasanın bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması talebiyle Anayasa Mahkemesi'ne dava açtı.
Bütün bu manevraların emekçi kitlelerin gözünü boyamak için olduğu yeterince açıktır.
Bu ülkede hafif şiddette bir deprem bile bu kadar büyük bir yıkıma yolaçıp onca can alarak, emekçileri evsiz-barksız orta yerde bırakıyorsa, onlara bir kışlık çadır bile çok görülerek biber gazı ve cop reva görülüyorsa, bu, CHP'nin de kaderini birleştirdiği sermaye düzeninin bilinçli bir tercihidir. Çünkü sermaye iktidarı, emekçilerin barınacağı depreme dayanıklı konut yapımı için ayrılabilecek kaynağı ‘israf' olarak görmektedir. Ama aynı kaynakları borç ve faiz ödemeleri, kredi ve teşvik fonları adı altında büyük bir cömertlikle sermayeye aktarmaktadır. Sorgulanması ve üzerine gidilmesi gereken bu politikadır. CHP'nin ise, son Hakkari depremi de dahil hiçbir deprem felaketi karşısındaki tutumu, emekçilerin zaten yaşayarak gördüğü sonuçlara dikkat çekmenin ötesine geçmemiştir. Böylece CHP, kendi cephesinden emekçi kitlelerin yaşadığı sorunların gerçek nedenlerini karartarak, bilinç bulanıklığı yaratarak hedef saptırmıştır.
Bugün SEKA kapatılıp orada çalışan işçiler aç kalma tehlikesiyle karşı karşıya iseler, SSK hastaneleri Sağlık Bakanlığı'na devredilerek sağlığın özelleştirilmesinde önemli bir adım atılıyorsa, bunun gerisinde İMF, Dünya Bankası, TÜSİAD gibi sermaye kuruluşlarının bilinçli bir tercihi vardır. Bu, neo-liberal politikalar diye adlandırılan sosyal yıkım politikalarının bir parçasıdır. Bu politikalar sonucunda onlarca KİT kapatılarak, özelleştirilerek yerli ve yabancı tekellerin yağmasına açılmıştır. Şimdi sırada SEKA ve diğerleri var. CHP ise bu konuda şimdiye kadar meclis koridorlarını aşmayan, göz boyayıcı bir-iki sözün dışında dişe dokunur bir şey söylememiştir.
Üstelik Baykal, İMF ve Dünya Bankası'ndan görevli olarak gönderilen neo-liberalizmin sembol isimlerinden Kemal Derviş'i CHP'ye transfer ederek bağrına basmıştır. 3 Kasım ‘02 ve 28 Mart seçimlerinde Derviş'i ve onunla aynı misyonu taşıyan kişileri aday göstererek esas olarak onlardan hiçbir farklılığı olmadığını sergilemiştir.
Kemal Derviş ekibinin ‘02 seçimleri öncesinde Deniz Baykal'ın vitrininde olduğu döneme ilişkin aktaracağımız şu çarpıcı itiraf, CHP'nin bugününe de ışık tutuyor:
‘Çok geniş bir kadro, günlerce çalıştı, emek verdi ve CHP'nin 2002 seçim bildirgesini hazırladı. Bildirge, İstanbul'a gitti, geldi. Bir baktık, bildiri Kemal Derviş ekibinin sosyal liberal sentez çorbasına dönmüş.'
Devamında ise şunlar söyleniyor: ‘Deniz Baykal, bugün karşısına dikilen Kemal Derviş ve Zülfü Livaneli gibi isimlerin ‘piyasacı' görüşlerine hep yatkın oldu. Deniz Baykal, bugün muhalefette değil de iktidarda olsaydı, sosyal liberal sentez çorbasını savunuyor olacaktı. K. Derviş'inden Z. Livaneli'sine tüm ‘vitrin'dekiler de bakan olacaktı.'
Burada da görüldüğü gibi, CHP içindeki mevcut kavga ve dalaşta emekçiler lehine bir gelişme yoktur. Sermaye düzenine hizmet için yarışan çeşitli hiziplerin çekişmesine CHP'ye oy veren seçmen alet edilmek istenmektedir. Ayrıca, CHP'nin, öncesi bir yana, ana muhalefet olduğu günden bu yana, emekçi kitleleri savunmak bir tarafa, mümkün mertebe liberalleşmeye çalıştığı da gözler önündedir.
Kısacası, boğazına kadar pisliğe batmış, kokuşmuş ve çürümüş sermaye düzeninin kurucu partisi olarak CHP; depremzedelerin acıları karşısında timsah gözyaşları dökmekte, SEKA'nın kapatılması ve SSK'nın peşkeş çekilmesinde ikiyüzlüce ve sahtekarca davranmaktadır.
Çünkü CHP, AKP hükümetinin işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yönelik iktisadi ve sosyal saldırılarını sessizce onaylamış, hiçbir temel konuda, hükümet partisinden hiçbir farklı düşünce öne sürmeyerek, aralarında hiçbir fark olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla CHP, şimdiye kadar özelleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı çıkmamış, sosyal hakların tasfiyesine, belediyelerin şirketleşmesine, hizmetlerin paralı hale getirilmesine itiraz etmemiştir. Yerel yöneticileri rüşvet ve yolsuzlukla diğerlerinden hiç de aşağı kalmamıştır. İMF-TÜSİAD programına sonuna kadar bağlıdır. Milyonların hak ve özgürlüklerini gaspeden devleti en üst perdeden savunur. Kardeş Kürt halkına karşı inkarcı ve katliamcı politikaları destekler.
Bugünkü koşullarda CHP'nin imaj yenileme manevralarıyla kitle desteğini artırması mümkün müdür' Mümkün değildir.
Birincisi, CHP, kendini devletle özdeşleştirmiş, AKP karşısında ‘derin devlet'in temsilciliği misyonuna soyunmuştur. Kurulu düzenin bekçisi olarak görülmesine neden olan bu çizgi, onu her geçen gün daha da yıpratacak, kitle desteğini artırmak bir yana sürekli kan kaybedecektir.
İkincisi, CHP de dahil bütün düzen partilerinin programları tekleşmiştir, hepsi adeta tek bir partiye dönüşmüştür. Bu ise, İMF-TÜSİAD programıdır. Bu durum, bir tercih değil bir zorunluluktur. Yaşanan yapısal krizler sermayeye bir tek yol bırakmıştır. O da iktisadi krizlerin faturasını tümüyle işçi ve emekçilere kesmek, emekçilere dönük her türlü harcamayı olabildiğince kısmak, ücretleri ve sosyal hakları budamaktır. CHP'nin de bunun dışında bir programı hayata geçirmesi mümkün değildir. Bu programı savunarak da emekçi kitlelerin desteğini alması mümkün değildir, nitekim olan da budur.
Ayrıca, yukarıdaki iki temel nedenin yanısıra, ‘CHP'yi halkla buluşturma' adına yapılan kurultay sürecinin kendisi de CHP gerçeğini iyice gözler önüne sermiş, onu tam bir enkaza dönüştürmüştür.
Olup bitenler bir kez daha göstermiştir ki, CHP'nin, programı, yönetimi, işleyişi, kaygı ve hesaplarıyla emekçi kitlelerin çıkarlarıyla bir ilgisi yoktur. Öyleyse işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yapması gereken, bu burjuva düzen partisini mahkum ederek sırtından söküp atması ve birleşik bir işçi-emekçi hareketi yaratmak için komünist işçi partisinin kızıl bayrağı altında birleşmesidir.