12 Şubat 2005
Sayı: 2005/06 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Rice’in ziyaretiyle netleşen uşaklık tablosu
  Rice suç ortaklığının çerçevesini çizdi
  Emek Platformu mücadele kaçkınlığı
yapıyor
  Emek Platformu’nun İstanbul toplantıları
  Yüzünüzü tepedekilere değil tabandakilere çevirin!
  Emek Platformu İzmir toplantısı.
  CHP’nin imaj yenileme manevraları
  Hakkari'ye gaz bombası Asya’ya “yardım”
  Devrimci bir 8 Mart için
  Ankara’da KESK şube genel kurulları
  Ravelli'de saldırılar ve mücadele
  Gençlik hareketi engellerini aşarak
yoluna devam edecektir!
   Ulusal sorun ve Kürt hareketi/2 (Orta sayfa)
  “Jingo Kürtler”in gözüyle ABD, İsrail ve Kürtler...
  OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile
röportaj
  GOP BDSP kampanya faaliyetinden
  Tuzla’da sempozyuma hazırlık çalışmaları
  ABD-İngiliz emperyalist ittifakında çatırdama belirtileri
  Emp. barbarlığın
“demokratikleştirme misyonu”
  CİA: İşkenceci yetiştirme merkezi!
  Davos’un gündemi
 Fransa’da eylem dalgası
 Kapitalizmde usta–çırak ilişkisi
 “Hakkımı istiyorum!
O zaman suçluyum!”
  ZKÜ Rektörlüğü “tatil” yapmıyor!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Rice'in ziyaretiyle daha da netleşen uşaklık tablosu

Sermaye devleti ile ABD arasındaki ilişkiler, 1 Mart öncesindeki yoğunluğuna yeniden ulaşmış bulunuyor. Yakın zamanda peşpeşe Türkiye'yi ziyaret eden üst düzey ABD yetkililerinden sonra Dışişleri Bakanı'nın ziyaretiyle bu yoğunluk yeni bir düzey kazanmış, böylece ilişkilerdeki yoğunlaşmanın nedenleri de berraklaşmıştır. Rice'in ziyareti sonrasında, ABD-Türkiye ilişkilerinin bundan sonraki seyri, belirginleşen ABD istekleri ve sermaye iktidarının tutumu ile birlikte son derece anlaşılır hale gelmiştir

Uşağın önüne yeni ödevler listesi konuldu

Rice'in ziyareti beklendiği üzere sermaye iktidarının ‘hassasiyetleri'nin giderilmesinden ziyade ABD taleplerine sahne oldu. Sözkonusu ‘hassasiyetler' ise, bu isteklerden fırsat doğdukça, daha çok da görüşmelerin dışa açık seremonik kısmında gündeme geldi ve ABD tarafından genel geçer sözlerle geçiştirildi. Ayrıca bu ‘hassasiyetler'in ‘stratejik ilişkiler'in, yani uşak-efendi ilişkisinin doğasına aykırı olmadığı, özünü değiştirmeyeceği ve ona zarar veremeyeceği kesin bir dille ortaya konuldu. Bu ‘hassasiyetler' meselesine yeniden dönmek üzere, ABD'nin talepleri üzerinde duralım.
Rice'in ziyaretiyle resmileşen ve başlıklar halinde sıralanan Amerikan istekleri şöyle: İncirlik'in ‘lojistik merkez' olarak kullanılması, ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi' (GOP) kapsamında ‘model ülke' rolünün gereklerinin yerine getirilmesi, İran konusunda etkin işbirliği ve ‘stratejik ortaklığın' geliştirilmesi için Türkiye'deki Amerikan karşıtlığını gidermeye yönelik bir çalışma yürütülmesi.
Yani ABD stratejileri gereğince, Ortadoğu'nun Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesi çerçevesinde gerçekleştirilecek müdahalelerde, hem ülke toprakları merkez üs olarak kullanılacak, hem de sermaye iktidarı silahlı güçleriyle ya da ‘modelliği' ile ona aktif maşalık yapacak. Bunlar son derece net bir biçimde ifade ediliyor. Ve bu görevlerin yerine getirilmesi önünde engel olan ve 1 Mart'tan bu yana daha da yoğunlaşan ABD karşıtlığının bertaraf edilmesi özellikle önemseniyor.

‘Stratejik ortaklık' maskesi altında sırıtan uşaklık

Bu istekler karşısında sermaye iktidarının tutumu, tam anlamıyla uşakça oldu. Rice'in ziyareti öncesinde burjuva medya tarafından özel olarak işlenen ‘hassasiyetler', ilişkilerin doğasına uygun bir tarzda yanıtlandı. Rice bir kez daha Kerkük konusunun Irak'ın iç işi olduğunu yineleyerek muhataplarını aşağıladı, kulaklarını bükmeyi de ihmal etmedi. Bu tutumu, ‘AKP hükümetinin ABD ile stratejik ilişkilerin önemini kamuoyuna anlatması ve buna bağlılıklarını ortaya koyması' biçimindeki ifadelerle de açık seçik dile getirdi. Gül, ‘Anlaşmazlıklarımız ilişkilerimizin merkezinde değil. Bunlar stratejik ortaklığımızı gölgelememeli. İlişkimizin güçlü bir geleceği var' derken, AKP hükümeti cephesinden mesajın çok iyi anlaşıldığını anlatıyordu.
Gül'ün bahsettiği ‘anlaşmazlıklar'ın daha önce sermaye iktidarı tarafından ‘devlet politikası' olarak ‘devletin kırmızı çizgileri' koduyla açıklandığını biliyoruz. ‘Kırmızı çizgiler' sermaye iktidarının ‘stratejik çıkarları'nın ifadesi olduğuna göre, ABD ile kurulan ‘stratejik ortaklık'ın ‘gölgelenmemesi' için bu ‘stratejik çıkarlar'dan nasıl da vazgeçildiği, yani ‘ortaklık' adı altında en rezil bir uşaklığın nasıl da sırıttığı görülecektir. Bu, ABD-Türk sermaye iktidarı arasındaki ilişkilerin tüm bir özünü anlatmaktadır. Bu, dört dörtlük bir efendi-uşak ilişkisidir.
Gül'ün sözlerinin, bir hafta öncesinde ordu adına açıklama yapan General İlker Başbuğ'un sözleriyle tamı tamına aynı olduğu görülmektedir. Başbuğ sözkonusu konuşmasında, ‘Türkiye-ABD ilişkileri tek bir konuya indirgenemeyecek kadar geniş ve kapsamlıdır' derken, Gül'den önce ABD-Türkiye ilişkilerine ilişkin ‘devlet politikası'nı açıklamış oluyordu. Gül ya da diğer hükümet yetkililerinin papağanca tekrarladıkları da özünde bu ‘devlet politikası'ndan başka bir şey değildir. Ve ‘devlet politikası' olarak açıklanan, Amerikan uşaklığının sermaye iktidarı tarafından ayan beyan üstlenilmesidir.
Oysa 1 Mart öncesinde devlet katında, özellikle ordu tarafından, böyle bir açıklık sergilemekten özellikle kaçınılmaktaydı. Ancak gelinen yerde, ilişkilerin yeniden ‘stratejik ortaklık' zeminine oturtulduğu bir dönemin başında, kulakların bükülmesinin de ardından, böylesine net irade beyanlarında bulanabilmektedirler. Kerkük konusunda esip gürleyenlerin içerisinde bulundukları ihanet ve onursuzluk kendisini işte böyle dışavurmaktadır.

‘Stratejik ortaklık' pisliğine emekçi halkları da ortak etmek istiyorlar!

Ülkeyi yönetenler ABD uşaklığında yeni bir dönemi başlatırken, bunun önünde engel olarak görülen halkın yoğun Amerikan karşıtlığını kıracak bir dezenformasyon kampanyasına start vermiş bulunuyorlar. Bu, ABD ile ilişkilerin geleceği bakımından olmazsa olmaz görülmektedir. Böyle bir kampanyanın politik argümanları da yine Rice tarafından uşakların önüne konulmuştur. Rice şunları söylemektedir: ‘Hem kendimize hem halklarımıza ortak tarihimizi, birlikte başardıklarımızı, ortak zengin geleceğimizi ve gelecekteki önemli fırsatları hatırlatmamız gerekir.'
Üstü kapalı bir tehdit de içeren bu sözlerle anlatılmak istenilen yeterince açıktır. Geriye doğru gidildiğinde halklara karşı sayısız suç ortaklığını anlatan bu ‘ortak tarih' ve ‘birlikte başarılanlar', sermaye iktidarı için yaşamsal öneme sahiptir. Zira o egemenliğini ABD'nin eteklerine tutunarak sürdürebilmektedir. Burjuva propagandasının sıklıkla kullandığı bazı unsurlarıyla (Öcalan'ın teslim edilmesi, İMF kredileri, AB desteği gibi) iyi bilinen bu tarih, işçi ve emekçiler açısından ise CİA'nın tezgahladığı kanlı darbeler yoluyla kitlesel katliamlar, ülkenin yağması, emekçilerin yıkımıdır. Bölge halklarına karşı Amerikan koçbaşlığıdır. ‘Ortak zengin geleceğimiz' ve ‘gelecekteki önemli fırsatlar', sermaye iktidarının ağzına bir parmak bal sürülerek bu karanlık tarihe yeni sayfalar eklenecek olmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Ancak, bu ülkeyi yöneten onursuz takımının ABD emperyalizmine uşaklığın gereklerini yerine getirebilmeleri, işçi sınıfı ve emekçi halkı da uşaklıklarına ortak edebilmelerine bağlıdır. Bu nedenle, ‘stratejik ortaklık' adı altında maskelemeye çalıştıkları uşaklıklarını ülke halkına da pazarlamaya kalkmaktadırlar. Bunda başarılı oldukları ölçüde, işçi ve emekçileri ABD müdahaleciliğinden ‘fırsat' bekler hale getirerek, kendi onursuzluklarına ortak edebileceklerini düşünmektedirler.
Güney Kürdistan'daki PKK varlığının tasfiyesi ve olası bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek, Amerikan uşakları tarafından bugün ilk elden sayılan ‘fırsatlar'dır. Önümüzdeki günlerde bu başlıklara İMF kredisi gibi rüşvetlerin de eklenmesi muhtemeldir.

Gerici-şoven milliyetçi tuzakları kırmak için sınıf mücadelesini yükseltelim!

Amerikancı uşak takımının bu amacına ulaşmak için kullandığı ve bundan sonra daha da etkili biçimde kullanacağı en önemli silah, Kürt halkına yönelik her zaman diri tutulan şoven duygulardır. Bu aynı zamanda ABD karşıtlığının da zayıf karnı durumundadır. Türkiye emekçi halkının Amerikan emperyalizmine karşı duyduğu yoğun öfke ve tiksinti, sermaye iktidarı ile çeşitli burjuva ve küçük-burjuva milliyetçi akımlar tarafından sistematik biçimde dejenere edilerek kullanılmaya çalışılmaktadır. İşçi sınıfının devrimci sınıf çizgisiyle buluşamaması, bu gerici düşüncelerin etkinliğini arttıran en önemli nedendir. Eğer işçi sınıfı siyasal bir sınıf hareketi olarak toplum çapında özel bir ağırlık oluşturabilseydi, bugün genel bir Amerikan karşıtlığı olarak yoğunlaşan emekçi halk öfkesi, dinsel ve milliyetçi kirlenmelerden arınarak emperyalizme ve onun ülkemizdeki sınıfsal-siyasal dayanaklarına karşı yönelebilirdi.
Ancak yine de bunu başarmak zor değildir. İşçi sınıfı ve emekçilerin Amerikan karşıtlığına paralel olarak yükselen sosyal hoşnutsuzluğu, yanısıra SEKA ve Tekel gibi özelleştirme süreçlerinin ortaya çıkardığı anti-emperyalist duyarlılık, bunun için güçlü bir sosyal temel hazırlamaktadır. Eğer Amerikan stratejilerinin emperyalist özü ve sermaye iktidarının emperyalizme uşaklığının sınıfsal arka planı, bu sosyal temel üzerinden güçlü biçimde işlenebilirse, kaba ABD karşıtlığı ile sınıf temelli siyaset ayrıştırılarak anti-emperyalist, anti-kapitalist bir arayışın yolu açılabilir. Bu aynı zamanda halklar arasında dostluk ve kardeşleşmenin gerçek zemini, şovenizmin de panzehiri olacaktır.
Emperyalizm ve emperyalist savaş karşıtı mücadelenin güncel görevlerini hakkıyla yerine getirmek için bu çerçevede bir yaklaşım ve mücadele kritik bir önem taşımaktadır.
itapçılardan temin edebilirler.