Zirve toplantılarında Iraktan Afganistana, emperyalist dünyanın gündeminde ön sıralarda yer alan ve aralarındaki çekişmeleri kızıştıran bir dizi konu görüşüldü. Bir uzlaşma sağlanmaya çalışıldı. Fakat açıklanan kararlar, her konuda ve tam bir uzlaşmanın sağlanamadığını gösteriyor.
Ancak bu tali konularda bir uzlaşmanın şimdilik sağlanamayacağını zirve öncesi toplantılar (G-8, Brüksel) ortaya koymuştu. Yine bu toplantılarda, İstanbul Zirvesinde resmi ifadesine kavuşturulan NATOnun yeni misyonu da belirlenmiş bulunuyordu. Bu yeni misyonun, emperyalist dünyanın tek uzlaşma alanı olduğunu söylemek mümkün. Gerçi bu uzlaşma ABDnin arzuladığı biçime tam olarak uymuyor, fakat Almanya Başbakanı Gerhard Schröderin söylediği gibi, rakipleri, ABDnin bu zirvede işbirliğine daha açık bir tutum sergilediğini de görmüş bulunuyorlar. Ön toplantıların ortaya koyduğu tablo üzerinden, ABD taleplerini NATO Zirvesine önemli oranda törpüleyerek getirmişti. Bunların başında da, Iraka NATO askeri talebini, Irak ordusunu NATO eğitsin şekline büründürme geliyor. Bu talep bu haliyle bile bazı emperyalist şeflerin Irak dışında şerhiyle kabul edilebildi. Bu ve benzeri ayrıntılar, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri sergilemeleri açısından belli bir önem taşıyor. Fakat zirvenin emekçi halklar ve işçi sınıfı cephesinden asıl önemi, uzlaşmazlık alanları değil uzlaşma noktalarıdır. Bu da NATOnun yeni misyonunda tarif edilmektedir.
İstanbul İşbirliği Girişimi deklarasyonunda açıklanan NATOnun bu yeni misyonu terörle mücadele üstüne kuruluyor. Bu terör ve kaynaklarına ilişkin tanım, ABD emperyalizminin BOPla ortaya koyduğu tanımla birebir çakışıyor. Bu deklarasyonla NATO, ABDnin proje kapsamına aldığı Büyük Ortadoğu ülkelerini, terör ve kitlesel imha silahlarıyla mücadele, sınır güvenliği, sivil savunma, doğal felaketler, NATO manevralarına katılım, eğitim, askeri reform ve sivil-asker ilişkilerinde danışmanlık gibi alanlarda işbirliğine davet ediyor. Deklarasyon gerçi Bushun ve Amerikan neo-conlarının saldırgan dilini kullanmıyor, ama davetine icabet etmeyen ülkelere ne olacağı konusuna bir açıklık da getirmiyor. Fakat dünya halkları tecrübelerine dayanarak biliyorlar ki, politikanın ili ne kadar farklı olursa olsun, emperyalist savaş ve işgalin dili hep aynıdır: Katliam, işkence, acı, gözyaşı, köleleştirme... NATO orduları bu yeni konsept gereği yarın bir ülkenin işgaline giriştiğinde, bugün ABD ordusunun Irakta yaptıklarından farklı hiçbir şey yapmayacaklardır. Hemen tüm NATO ülkelerinin işkence timleri ABD ve CİA eğitimlidir.
ABD projesinin ardından NATO konseptine de giren terörle mücadele misyonunun sahteliği, İsrail siyonizminin Filistin halkı üzerinde estirdiği teröre hiç değinmemesiyle de sırıtıyor. Oysa bu haydutların terör olarak tanımlamayı tercih ettikleri Filistin direnişinin nedeni de İsrailin terörüdür. Ama zaten NATOnun yeni misyonu da, emperyalist sömürü ve müdahalelere karşı direnişlerin terör kategorisine dahil edilerek ezilmesidir. Dahası, direniş ihtimalinin bulunduğu yerlerin, ABDnin tarifiyle, önceden vurulmasıdır.
Ortadoğu devrimciler tarafından hep direniş odaklarının güçlü olduğu bir coğrafya olarak anılır. Emperyalistlerin de bunu böyle gördüğü artık daha net anlaşılıyor. Ortadoğuya bu gerçekliğin tespiti üzerinden müdahale eden ABD, emperyalist dünyaya liderliğini bir kez daha göstermiş bulunuyor. NATO Zirvesinin kararları ise, kimi üyelerin gönülsüzlüklerine rağmen, ABD liderliğinin onaylandığının kanıtı durumunda. Sonuçta, yeni konsepti onaylamak suretiyle, NATO bir biçimde ABDnin BOPuna dahil edilmiş oldu. Şimdi Ortadoğudaki direniş odaklarını el birliğiyle boğmaya çalışacaklar. Dün sosyalizme, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine karşı kurulmuş olan bu emperyalist savaş örgütü, bugün daha doğmamış devrimleri boğmayı, alkları köleleştirmeyi hedefliyor. Zira Ortadoğu henüz devrimlerin sadece potansiyel toprağı konumundadır. Bugünkü direnişlerin önderlikleri dinsel gerici yapılanmalardır. Ama emperyalist işgal orduları buna rağmen zorlanıyorlar. Tüm zulümlerine, işkence ve katliamlarına rağmen girdikleri ülkede tam bir hakimiyet kuramıyor, işgali ülke sathına yayamıyorlar. Afganistanda sadece başkentte, Irakta ise belirli birkaç b&oml;lgede tutunabiliyorlar.
Uzun soluklu olamayacak olan sadece direnişlerin önderlikleridir. Fakat emperyalist işgal altındaki bir halkın direnişi o günkü önderliğinin durumuyla açıklanamaz. Önderlik çözülüp dağılsa da, direniş kendi içinden yeni önderlikler çıkaracaktır. Filistin direnişi bunun en tipik örneklerinden biridir. Dolayısıyla, işgal altındaki ülkelerde yükselen direnişler bugünkü önderlikleri üzerinden değerlendirilemez. İşgalin, dolayısıyla da direnişin sürdüğü koşullarda, soluğu tükenen önderliklerin yerini eninde sonunda devrimci önderlikler alacaktır. Sömürü ve soygunları, işgal ve işkenceleri devam ettiği sürece bunun kaçınılmaz son olduğunu emperyalistler gayet iyi biliyorlar. Bildikleri için de, misyonu sona erdi denilen NATOyu yeni bir misyona kavuşturarak, tüm d¨nyadaki devrim imkanlarına karşı önleyici güç olarak kullanmaya hazırlanıyorlar.
Sermaye iktidarı ve medyası, NATO Zirvesinden çıkan kararlar kadar organizasyonun başarısı üzerinde de duruyor. Hatta bu, medyada çok daha uzun ve ayrıntılı haberlere konu oluyor. Emperyalist katilleri ne denli iyi bir şekilde ağırlamış oldukları, uzun yemek listeleri ve bu katillerin memnuniyet mesajları ile birlikte veriliyor. Buradan ülke adına büyük bir övünç kaynağı çıkarıyorlar.
Tabii ki, kendileri açısından haklı bir övünç nedenidir tüm bunlar. Çünkü sözkonusu olan uşağın efendisi ile kurduğu ilişkidir. Böyle olduğu ölçüde de bir uşak sürüsü olarak yaptıklarından ne kadar övünseler azdır. Efendilerine hizmette kusur etmemişler, gerek efendilerinin tetikçiliğine soyunmakta, gerekse de efendi-uşak ilişkisinin kurallarına uygun davranmakta üstlerine düşeni yerine getirmişlerdir. Uşaklık en iyi şekilde nasıl icra edilir, efendiye karşı nasıl davranılır, bunun en güzel örneğini vermişlerdir.
Sonuçta, bir uşağın en büyük zevki ve beklentisi, efendisinin hizmetinden duyduğu memnuniyetse, onların övüncü de doğaldır. Ama bir davranışları var ki, bu parlak uşak takımına hiç yakışmadı. Efendisi bu uşak takımına ellerini sıkma onurunu veriyor, tabii adet olduğu üzere efendinin elini sıkacak uşağın elleri temiz olacak, bunun için kontrol edilecek. Tamam ellerini uzatıyorsun, kontrol ettiriyorsun. İyi de sonrasında bu davranışı aşağılayıcı bulmak da ne oluyor. Bu davranış böylesi parlak bir uşağa yakışıyor mu?
Ama yine de efendisinin hoş görmesi gerek, çünkü tüm uşaklar efendilerinin arkasından konuşur, çünkü onun onuru olmasa da bir onur gösterisiyle ruhunu teskin etmesi gerekir. Bu kadarı da zaten uşaklığın adetindendir.