Burjuva medyada ekonominin iyileştiğine dair pembe balonların şişirildiği bugünlerde açıklanan bazı istatistiki veriler gerçeklerin hiç de iddia edildiği gibi olmadığını göstermektedir. İşsizlik oranındaki artış ve eğitimli işsizlerin bu orandaki görece yüksekliği, bunun en çarpıcı örneği durumundadır. Açıklanan resmi rakamlara bakılırsa 29 bin kişinin daha işsizler ordusuna katılmasıyla birlikte toplam işsiz sayısının 2.5 milyona ulaştığı görülmektedir. Buna göre resmi işsizlik oranı yüzde 10.5 düzeyine ulaşmıştır. Bu da Türkiyenin OECD ülkeleri arasında işsizlik oranıyla dördüncü sırada yeralmaya devam edeceğini göstermektedir.
Fakat bu kadarı yalnızca resmi veriler ve iddialar kapsamına giriyor. Bir de gerçek durum ve buna ilişkin rakamlar var. Buna göre Türkiyede şu anda gerçekte 8.7 milyon işsiz var. Resmi rakamlara ilişkin açıklamaların ardından gerçek rakamlara ilişkin olarak basında yer alan ANKA ajansı kaynaklı Gerçek işsiz say?s? 8.7 milyon başlıklı haberden aktarıyoruz:
DİEnin dar kapsaml? işsizlik tan?m?na göre 2003te 2.5 milyon kişi ç?kan işsiz say?s?na, potansiyel işsiz durumundaki eksik istihdamdakiler, umudu olmad?ğ? için ya da anket döneminde iş aramayanla. ve ücretsiz aile işçileri eklenince gerçek işsiz say?s? 8.7 milyona ç?k?yor. DİEnin hane halk? iş gücü anketinin 2003e ilişkin geçici sonuçlar? aç?kland?. Buna göre Türkiyedeki işsizlerin say?s? 2 milyon 493 bin düzeyinde gerçekleşti. Ancak, bu say? DİEnin dar kapsaml? tan?m?na uyan tescilli işsizleri yans?t?yor.
DİE işsize işsiz demiyor ara başlığı altında aynı haber şöyle devam ediyor:
DİEnin üçer ayl?k periyodla yapt?ğ? anket dönemlerinde bir gün bile olsa herhangi bir işte çal?şm?ş ya da düzenli bir işi olmad?ğ? için iş arayan 1 milyon 143 bin kişi eksik istihdamd.kiler tan?m? alt?nda, işsiz say?s?na dahil edilmedi. İş arayan, ancak arama kanallar?n? anketlerin yap?ld?ğ? dönemlerde kullanmayan 595 bin kişi ile iş baş? yapmaya haz?r olmas?na karş?n iş bulma umudu olmad?ğ? için girişimde bulunmayanlar?n say?s? da 351 bin olarak belirlendi. İşsiz say?lmayan bu kişilere, ev kad?nlar?, özürlüler, çal?şamaz durumdaki kötürümler, öğrenciler ve emeklilerle birlikte iş gücüne dahi olmayan nüfus içinde yer verildi.
Büyük bölümü k?rsal kesimde, iş bulamad?ğ? ya da bulma umudu olmad?ğ? için halen tar?m ya da ticaretle uğraşan ailesine yard?m eden, maaş-ücret almayan, sosyal güvenlik kayd? bulunmayan; .ncak tüm bunlara karş?n istihdamdaki nüfus içinde gösterilen ücretsiz aile işçilerinin say?s? da geçen y?l 4 milyon 138 bin olarak belirlendi. Ücretsiz aile işçileri, 2003 y?l?nda 21 milyon 147 bin kişi olarak belirlenen istihdamdaki toplam nüfusun beşte birini oluşturdu. DİEnin işsiz saymad?ğ?, eksik istihdamdakiler, ücretsiz aile işçileri, anket dönemlerinde iş aramam?ş olanlar ve umudu kesti&cu ren;i için iş aramayanlar da dahil edildiğinde gerçek işsiz say?s? 8 milyon 720 bine ulaş?yor. (Hürriyet, 7 Nisan 2004)
Bu bilginin ışığında bakıldığında Türkiyedeki gerçek işsizlik oranı %40ı buluyor. Bu da OECD ülkeleri arasındaki işsizlik oranı sıralamasında gerçekte birinci sırada olmak anlamına geliyor.
Açıklanan diğer bir resmi istatistiki veriye göre her üç eğitimli gençten biri işsizdir. Kadın işsiz oranı ise erkeklerden 1.5 kat fazladır. Resmi veriler, her üç kadından ikisinin iş gücü dışında kaldığını, Türkiyede 25-54 yaş grubundaki kadınların yüzde 67sinin işgücüne dahil olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Bu oranın İspanyada yüzde 40, Portekizde yüzde 24 ve ABDde yüzde 23 düzeyinde olduğu açıklanmaktadır. Açıklanan rakamların gerçeklerin çok çok altında olduğunu belirtmeye dahi gerek yok.
Böyle iç karartıcı bir tablo karşısında sermaye medyasının pompaladığı iyimserlik havası bilinçli bir tutumdur. Adı üstünde sermaye medyası tabloya burjuvazinin gözlükleriyle bakmaktadır. Zira işsizliğin her geçen gün arttığı, reel ücretlerin düşürüldüğü, çalışanların giderek ağırlaşan koşullar altında çalışmaya zorlandığı, temel hakların gaspedildiği bir dönemde elbette sermaye sahipleri kârlarını artırmış, servetlerine servet katmışlardır. Bu sonuca bakarak ekonomideki gelişmenin iyiye gittiğine dair zırvaları tekrar edip duruyorlar. Onlar için ekonomideki canlanmanın anlamı kasalarındaki paranın daha da artmasından başka bir şey değildir.
Enflasyon düşüyor deniliyor. Ancak bu düşüş, halkın en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz duruma gelmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü pazardaki talep düşmektedir. Emekçilerin alım gücünün düşmesi ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumsal uçurumu daha da derinleştiriyor. Uygulanan İMF sosyal yıkım programlarıyla emekçilere ağır bir fatura ödettiriliyor. İstihdamı artırmak adı altında yabancı sermayeye her türlü kolaylığı ve imkanı sunmalarına, ülkenin doğal zenginliklerini peşkeş çekmelerine rağmen dış ve iç borçlar her geçen gün artmaktadır.
İşsizler ordusunun büyümesi patronlar ve düzen kurumları açısından bir sorun olarak görülmekten ziyade bir imkan olarak görülür. Zira son yapılan açıklamalara göre Türkiye genelinde işsizlerin 429 bin kişiyle yüzde 17.2sini işten çıkarılanlar oluşturmaktadır.
İşsizlik kapitalist sistemin yapısal bir sorunudur, hiçbir tedbir ve önlem bu sorunu tam anlamıyla çözemez. Herşey daha fazla kâr için mantığı üzerine kurulu bir toplumsal düzende ve toplumsal zenginliğin bir avuç asalağın tekelinde biriktiği bir iktisadi-toplumsal düzende işsizlik her zaman varolacaktır. Bunun en basit sonuçlarından biri daha çok işin daha az işçiye yaptırılmasıdır. Bu nedenle sunulduğu gibi ne ABye girmekle işsizlik sorunu çözülebilir, ne de üretim sistemindeki hakim ilişkilere son verilmeden bu sorun gerçek çözümüne kavuşabilir.
Her türlü baskı ve dayatmaya razı etmenin başlıca yolu olarak kullanılan işsizlik sopasına karşı işçi ve emekçilerin tek çözüm yolu, örgütlenmek ve mücadele etmektir. İşçi ve emekçiler Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi! talebi ile bugünden yarına sürecek bir mücadelenin yolunu tutmak zorundadırlar. Burjuvazinin siyasal iktidarı devrilip, yerine sosyalist işçi-emekçi iktidarı kurulduğu andan itibaren emekçiler, uğruna mücadele ettikleri taleplerin, gerçek anlamda karşılanabilmesinin zeminine de kavuşmuş olacaklardır.
Ankaranın Mamak ilçesindeki Türközü beldesinde bulunan çöplükten kağıt toplayarak yaşamlarını sürdürenler de devlet terörüne maruz kaldılar. Ağırlıklı olarak Hakkariden devlet zoruyla göç ederek Ankaraya gelen 2 bin kadar kişi, çöplükte kurdukları derme çatma barakalarda zorlu bir yaşam mücadelesi vermekteydiler. Seçimlerde AKPye oy vermeleri halinde kendilerine konut verileceği yalanıyla kandırılan bölge halkı, seçimlerin hemen ardından elindekinden de oldu.
Çevik kuvvet eşliğinde savaşa gider gibi yürütülen operasyon, devletin bildik katliam operasyonlarının bir benzeriydi. Sabahın erken saatlerinde önce barakalar basıldı, dozerler barakaların üzerine sürüldü. Kağıt toplayıcıları bu ani baskına taşlarla karşılık vererek direnişe geçtiler. Bunun üzerine çevik kuvvet devreye sokularak gaz bombaları ve tazyikli su ile direniş kırılmaya çalışıldı. Ancak kağıt toplayıcılarının taşlarla sürdürdüğü direniş uzun süre devam etti. Çatışmalar sırasında kağıtçılar barakalarını teslim etmektense yakarız diyerek ateşe verdiler.
Polis, direnişin bastırılmasının ardından, bölgeyi abluka altına alarak yaklaşık 30 kadar insanı gözaltına aldı. Daha sonra belediye yıkım ekipleri dozerlerle barakaları yıkarak amaçlarına ulaşmış oldular.
Köylerinde evlerini ve ekinlerini devletin yaktığı bu insanlar, devlet zoruyla geldikleri bu bölgede de benzer bir teröre maruz kaldılar. Çöplük gibi bir yerde oldukça sağlıksız şartlarda yaşamlarını sürdürdükleri yetmiyormuş gibi, bu olanakları da ellerinden alınarak yaşam hakkı tanınmıyor onlara. Düzen nerede olursa olsun aynı biçimde işliyor, Hakkaride neyse Ankarada da öyle.