16 Ağustos '03
Sayı: 32 (122)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerika'yı Irak batağından kurtaramazsınız!
  Savaşa değil işçiye-emekçiye kaynak!
  Devlet zirvesi Irak'a asker gönderme konusunda hemfikir
  Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
  "Yol haritası"na uymayan siyonistler katliamlara devam ediyor!
  Irak'ta işgalci, okulda müşteri olmayacağız!
  Deprem değil kapitalizm öldürür!
  Colins işçisi saldırılara karşı direnişte...
  Sağlık ve emeklilik hizmetleri özelleştiriliyor
  Sokağa, eyleme, genel greve!
  Şili'de faşist darbeden sonra ilk genel grev!
  KADEK'in yol haritası ya da çözümü emperyalizme havale manifestosu
  Pişmanlık yasası üzerine
  15 Ağustos atılımı ve güncel devrimci görevler
  Kölelik yasasını işçilerle tartışırken...
  Ekonomide bahar, Irak'ta kan kokusu...
  Iraklılar'ı kurtardık, şimdi biz onların koşullarında yaşıyoruz
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
KADEK’in yol haritası ya da çözümü
emperyalizme havale manifestosu

A. Azin

Geçtiğimiz günlerde KADEK’in 25-31 Temmuz tarihlerinde Genişletilmiş Yönetim Kurulu toplantısı yaptığı ve bu toplantıdan “Demokratik dönüşüm için yol haritası” çıkarıldığı açıklandı.

Kürt sorununun çözümü için çizilen planda 3 aşama belirleniyor. Bu üç aşamanın hayata geçirilmesi için de 1 yıllık süre konulmuş. İlk aşamada ateşkesin 1 Eylül-1 Aralık 2003 arası dönemde çift taraflı hale getirilmesi öngörülüyor. İkinci aşamada, güven arttırıcı tedbirler yer alıyor. Yanı sıra tahriklerden uzak durulması için karşılıklı çaba gösterilmesi isteniyor. Üçüncü aşama ise Kürt sorununa demokratik çözüm ve demokratikleşmeyi içeriyor.

Bunlara ek olarak açıklamalardan öğreniyoruz ki, belirlenen sürede hükümet çözüm önerilerini yanıtsız bıraktığı, ordunun da ateşkes konumunda olduğunu açıklamadığı durumda KADEK, tek taraflı ateşkesi sona erdirecek.

KADEK’in son yıllardaki temel taktiğini bu tür çözüm planları yazmak ve arkasına da, geçekleşmediği koşullarda savaşın başlatılacağı uyarısını eklemek oluşturuyor. Bunun esas olarak Kürt halkının İmralı teslimiyetçiliğinden beklentilerini diri tutmaya yaradığı, pratik bir değer taşımadığı bugün herkes tarafından biliniyor. Görkemli direniş dönemlerinin tanığı Kürtler’in büyük bölümü bunu çok daha iyi biliyorlar. Ama İmralı çizgisi dışında bir alternatif görülemediği için de inanmak istiyorlar. Gözleri sahte güneş ışıklarından kör olmuşlarda gerçekten umutlu bir bekleyiş, bir çaba da oluşuyor. Kürt halk kitlelerinde ise bugün için umuttan eser yok. İnsanlar teslimiyetin şaşkınlığı ve gerçek bir alternatifin yokluğu koşullarında, herşeye rağmen bir şeyer olabileceğine inanmaya çalışarak teselli buluyorlar.

KADEK’in ekonomik ve
siyasi istikrar duyarlılığı

Halk kitleleri inanmak istiyor ama inanamıyor. Nasıl inansın ki? KADEK onlara şöyle buyuruyor; “Türkiye’nin (bir zamanlar çokça sevilen kullanımıyla TC’nin) siyasi ve ekonomik istikrarından yana olan her çevre bu yol haritasını, Türkiye’nin barış, demokrasi, birlik ve istikrar projesi olarak görmelidir. Sorun yalnızca siyasi güçlerin üzerine yıkılmamalıdır; elini taşın altına koyarak yol haritasının uygulanması sorumluluğuna ortak olunmalıdır.”
Demek ki ihanet batağının dibi yokmuş. Kurtuluş düşmanla ‘birlik’te görüldüğü zaman, onun çıkarı en ulvi amaç oluyor. Türkiye’nin, hani 80 yıllık tarihi boyunca Kürt halkını inkar ve asimilasyon politikalarına tabi tutan, yoketmek için zulmün efendisini oynayan TC’nin siyasal ve ekonomik istikrarı her tür kaygının önüne geçiyor. Sömürü ve zulüm düzeninin ekonomik ve siyasi istikrarı, her milliyetten işçi ve emekçiye sömürü, sefalet, zulüm; Kürt halkına ayrıca baskı, terör, yoketme demek değil mi?

Bu ülkede Kürt olsun ya da olmasın onurlu hiçbir emekçi, elini KADEK’in istediği biçimde taşın altına koymayacaktır. Kürt işçi ve emekçiler sınıfsal ve ulusal düşmanlarının çıkarlarını güvenceye alma sorumluluğuna ortak olmamalılar.

Tersi tutum, açıklamanın özüne de terstir. Zira KADEK, “Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarından yana olan her çevre” derken, aslında egemenleri, düzen çevrelerini kastettiğinin pekala farkındadır. Bu seçim bir dil sürçmesinden kaynaklanmıyor. İmralı çizgisi, özgürlük ve demokrasinin ancak halkların devrimci mücadelesiyle kazanılabileceğinin temel bilimsel ve tarihsel gerçeğinin reddidir. Bu açıklama da halkları küçümseyen, hatta yadsıyan bir çağrıyla bunu teyit ediyor:

“Biz bu yol haritasının (Kürt sorununun çözüm planının!) kaderinin önemli oranda demokrasi güçlerinin ve basının tutumuna bağlı olduğu düşüncesiyle, yol haritasını destekleyerek tarihi sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Burjuva medyanın ve düzen içi “demokrasi güçleri”nin bu çağrıya nasıl yanıt vereceğini bilmiyoruz. Gene de deneyimlerden hareketle, Doğan holding medyasının, TÜSİAD’ın, kendini demokrasi temsilcisi sayan ve sivil toplum örgütü olarak adlandıran düzen çevrelerinin tarihsel inkar politikasından milim sapmayacaklarını, demek oluyor ki bu çağrıyı dikkate almayacaklarını söyleyebiliriz.

KADEK’in çağrısını destekleyeceklerin, hatta onu büyük bir heyecanla karşılayacakların her zaman olduğu üzere kuyrukçu ve sınıf işbirlikçisi sol çevrelerden, sahte devrimcilerden ibaret kalacağını da buna ekleyelim.

Bu ülkedeki gerçek demokrasi güçleri ile işçi ve emekçilerin çıkarlarını samimiyetle savunan devrimci basın ise, sermaye iktidarının istikrarını öne çıkaran, halkların mücadelesini yok sayan, özgürlüğü emperyalist güçlerden, sömürgeci rejimlerden bekleyen bu çözüm planını reddediyor.

Emperyalizme ve işbirlikçilerine
bağlanan umut

Kürt işçi ve emekçiler, bu söylenenleri dönüp tarihe, bugüne ve yaşadıkları koşullara bakarak tartıya vurmalıdırlar. KADEK’in onlara sunduğu çözüm planı hiç yeni bir plan değil. Devrimciliğin terkedildiği zaman söylenenlerin, defalarca yazılan planların güne uyarlanmış bir yeni versiyonudur sözkonusu olan. İmralı çizgisi, ulusal ve demokratik sorunların çözümünü, emperyalist efendilerin, hani kendi deyimleriyle “demokratik uygarlıklar” düzeninin karşısında biat etmekte görülmesidir. Öcalan’ın dün İmralı’da sosyalizmin tarihsel mirasını ve Kürt özgürlük mücadelesini yerden yere vururken, dünyayı kana bulayan emperyalist-kapitalist sistemi övmesi ile bugün, “Türkiye’de Kürt sorununun çözümü, ABD ile KADEK’i karşı karşıya getirmekten de&curen;il, ABD ile Türkiye’nin bu sorunu demokratik yoldan çözmek için yapacağı işbirliğinden geçmektedir” demek arasında ne fark var?

Bu kadarla da kalınmıyor. Kürt ulusunu ABD uşaklığı ve taşeronluğu yaparak dünya aleme rezil eden “Güneyli güçlere”, yani Barzani ve Talabani’ye el uzatılıyor. Avrupa Birliği, İran, Suriye, hatta “Bölgenin diğer Arap ülkeleri ve İsrail” de (evet, yanlış okumadınız!) çözümün dinamikleri olarak sıralanıyor. Bu bağlamda örneğin AB’ye arabuluculuk önerisi, “Kürt sorunu artık yalnız Türkiye’nin değil, AB’nin de sorunudur. Bu nedenle arabuluculuk yapmaya en uygun siyasi güç AB’dir” sözleriyle yapılıyor. Bölgenin gericilikleriyle ünlü devletlerinin, hatta İsrail’in desteğinin ise, Ortadoğu’nun kardeşlik içinde demokratikleşmesinin yolu ve olanağı olarak sunuluyor!

Ya “ABD ile KADEK’in karşı karşıya getirilmesinin yalnızca Ortadoğu’nun demokratikleşmesini sabote etmeye ve eski statükoyu korumaya hizmet edeceği”ne ne demeli? KADEK salt şimdi değil, ABD Irak’ı hedef olarak açıkladığı günlerde de ABD’yi desteklemişti. Zira ABD saldırısıyla eski statükolar bozulacak, böylece Kürtler de aradan sıyrılabilecekti. İlk dönemler savaş karşıtı eylemlerde “Kahrolsun emperyalizm/ABD” şiarları bile teslimiyetçi Kürt reformistlerini rahatsız etmekteydi. Neyse ki imdada Kürt halkının karşı konulamaz basıncı yetişti de teslimiyetçiler biraz geri adım attılar.

Şimdi ise bunun iğreti bir adım olduğunu görüyoruz. KADEK ve uyduları ABD’yi kurtarıcı, emperyalist savaş ve işgali ise “demokratikleşme” süreci sayma görüşünden bir nebze olsun vazgeçmemişler. Nitekim yukarıdaki sözlerde açıkça, ABD’nin saldırısı ve işgali, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi olarak niteleniyor. Ve gene eski statükonun değişmesi teraneleri... Kürt basının bazı köşe yazarları ise; ne de olsa işgalci ABD, Saddam’dan iyidir, bakın ABD ihtiyarlarla ve çocuklarla savaşmıyor, rastladığı ilk köyü yakmıyor, lakin işgal yanlısı değiliz ama fazlaca da karşı çıkmanın bir anlamı yok demeye getiriyorlar (Ahmet Kahraman, Y. Özgür Gündem , 13 Ağustos ‘03).

Öyle ya, Vietnam’daki sivilleri hedef alan sistematik kirli savaş, napalm yangınları illüzyondu, ailesi ve kolları yok olan Iraklı Ali de kaza kurbanıydı yalnızca... Böyle masallar anlatanlar ABD’nin Irak’ta sivilleri, kadınları, çocukları hedef alan sistematik teröründen habersiz görünüyorlar. Halktan ve devrimden umudu kestik, artık umut emperyalist dünyanın efendisi ABD’de, Kürtler ne kazanırlarsa ancak ABD sayesinde kazanırlar diyecek halleri yok ya.

Kürt işçi ve emekçilerine sorular

Sahi kendilerine verilen “önderlik” yaftasını boynundan indirmeyenlerin bugünkü pişkinliği nereden geliyor? Bu soruyu Kürt işçi ve emekçilerin yanıtlaması gerekiyor.

Siz Kürt emekçilerinin teslimiyet ve ihanete aradan geçen yıllara rağmen bu denli suskun kalmanız olabilir mi bunun yanıtı? Sahte çözümlerin her versiyonunda umutlanmak ve inanmak için peşi sıra gitmeniz, onların sizi hafızasız sanmasına yol açmış olamaz mı? Hangi Kürt 80 yıllık inkar, imha ve asimilasyon cenderesini, yakılan köyleri, katliamları, aşağılamaları unutabilir? Hangi Kürt Diyarbakır zindanlarında özgürlüğü dokuyanların, Çağdaş Kawalar’ın yanlış yaptığına, destansı gerilla direnişlerinin, serhıldanların “yanlış yol” olduğuna inanabilir?

Ya da Türk devleti, ABD, İsrail, Avrupa Birliği, gerici Arap devletleri gibi özgürlük ve demokrasi düşmanı zulmün efendilerini çözüm adresi, kurtuluş umudu olarak görebilir misiniz? Görenler buyursun emperyalist boyunduruğun altına! Geçmişi unutanlar buyursun sömürgeci zulmün, inkarcı, asimilasyoncu Türk egemenlerinin saflarına!

Fakat Kürt halkı, üst sınıfların kendi çıkarlarını herşeyin üstünde tutan, onurlu bir halk olmanın ilkelerini habire ayaklar altına alan pragmatizmine ortak olmayacaktır. Kürt halkı “işçilerin birliği halkların kardeşliği” ilkesine ihanet etmeyecektir.

Bu, onun öteki uluslardan işçi ve emekçilerle birleşerek sosyalizm bayrağı altında özgürlüğünü kazanmasının olmazsa olmaz koşuludur.