Şangay İşbirliği Örgütü’nün 25. zirvesi
A. Vedat Ceylan
Çin’in Tianjin kentinde gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. zirvesi, Avrasya’da jeopolitik mücadelelerin giderek keskinleştiğini gösteren gelişmelerden biri oldu.
Zirveye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Hindistan Başbakanı Narendra Modi gibi kritik isimlerin katılması, toplantıyı bölgesel bir buluşmanın ötesine taşıdı. Zirvenin hemen ardından, II. Dünya Savaşı’nda Japon işgaline karşı kazanılan zaferin 80. yılı vesilesiyle Pekin’de düzenlenen askeri geçit töreninin, ŞİÖ toplantısıyla aynı günlere denk getirilmesinin rastlantı mı yoksa bilinçli bir tercih mi olduğu tartışılabilir; fakat kesin olan şu ki,
Çin bu yolla yalnızca diplomatik gücünü değil, aynı zamanda askeri “caydırıcılık” kapasitesini de dünyaya göstermiş oldu. Birbiri ardına gerçekleşen bu iki büyük etkinlik, Asya merkezli çok kutupluluk arayışının hem diplomatik hem de sembolik boyutunun ulaştığı düzeyi gösterdi.
Tianjin zirvesinde en çok dikkat çeken unsur, farklı jeopolitik yönelimlere sahip liderlerin aynı masa etrafında buluşmasıydı. Putin ve Şi’nin “dostane” görüntüleri, Batı’nın Rusya ile Çin arasına mesafe koyma çabalarının şimdilik sonuçsuz kaldığını gösterdi. Ukrayna savaşı nedeniyle köşeye sıkıştırılmış görünen Moskova için bu zirve, uluslararası meşruiyetin yeniden üretildiği bir platform oldu.
Putin’in Çin’den, Eğer Zelenski hazırsa Moskova’ya gelsin ve bu görüşme gerçekleşsin” çağrısını yapması, Kremlin’in çok daha özgüvenli bir pozisyona geçtiğini gösterdi. Üstelik Rusya ile Çin arasında yıllık 100 milyar metreküplük doğal gaz sevkiyatını öngören anlaşmalar, bu özgüveni yalnızca askeri değil ekonomik düzlemde de pekiştirdi.
Zirve katılımcıları arasında yaşanan yakınlaşma, Atlantik cephesinde dikkatle izlendi. ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya üzerinden yayınladığı mesajda alaycı görünmeye çalışan bir tonla “Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı komplo kurarken, Vladimir Putin ve Kim Jong-Un’a en içten selamlarımı iletin lütfen” ifadelerini kullandı.
Bu sözler, Washington’un verilen mesajı net biçimde aldığını ve Pekin’deki “dostane” görüntüleri küçümsemeye çalışsa da aslında ciddi bir rahatsızlık duyduğunu gösteriyor.
Tiananmen Meydanı’nda gövde gösterisi
Zirveden sadece iki gün sonra Pekin’de gerçekleştirilen geçit töreni, diplomatik mesajların askeri bir “caydırıcılık” gösterisiyle tamamlandığını gösterdi. 10 binden fazla askerin katıldığı törende, hipersonik füzelerden insansız hava sistemlerine, elektronik harp araçlarından lazer silahlara kadar geniş bir yelpazede en modern silahlar sergilendi.
Özellikle “sadık dost” olarak adlandırılan FH-97 tipi gizli saldırı droneleri ve yeni nesil kıtalararası balistik füzeler, Batı basınında geniş yankı uyandırdı.
Çin’in hava savunma sistemleri, siber harp araçları ve gemi savar füzeleri de törende öne çıkarılan diğer askeri başlıklardı. Tiananmen Meydanı’ndan geçen bu modern teknoloji, yalnızca bir silah vitrini değil, aynı zamanda Pekin’in küresel dengelerde söz sahibi olma iradesinin açık bir ifadesiydi.
“Nükleer üçlüden” insansız sistemlere, lazer silahlardan gemisavar füzelerine kadar çeşitlenen envanter, Çin’in büyüyen askeri gücünü gösteriyor.
Törenin en çok konuşulan sembolik anı ise, Şi Cinping, Putin ve Kim Jong-Un’un birlikte görüntülenmesi oldu. Bu üçlü fotoğraf, Batı’ya karşı ortak bir meydan okuma mesajı olarak yorumlandı.
Batı’nın tepkisi
AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Pekin’deki kutlamaları Avrupa için “jeopolitik güç inşası” ihtiyacına bağlarken, ABD Başkanı Trump, sosyal medyadaki Xi hesabından alaycı ya da öyle görünmeye çalışan bir mesaj yayınladı. Bu tepkiler, Çin’in askerî geçit töreninin Batı’da sadece bir “gösteri” değil, aynı zamanda ciddi bir uyarı olarak algılandığına işaret ediyor.
ŞİÖ zirvesi ve Pekin’deki geçit töreni birlikte düşünüldüğünde, ortaya çıkan tablo nettir: Çin, artık sadece ekonomik büyüklüğüyle değil, diplomatik hamleleri ve askeri gücüyle de dünya siyasetinin merkezinde yer alma konusunda kararlığını ilan etmektedir.
ŞİÖ, hâlâ üyeleri arasındaki derin sorunları çözebilmiş değil ne tam bir güvenlik paktı ne de ekonomik birlik görünümündedir. Ancak zirvede verilen mesajlar ve ardından yapılan askerî geçit töreni, Çin’in öncülüğünde Batı’ya karşı caydırıcı bir blok arayışının giderek daha belirgin hale geldiğini gösteriyor.
Bugün insanlık, Şi Cinping’in de dile getirdiği gibi gerçekten de “barış ya da savaş, diyalog ya da çatışma” seçenekleriyle karşı karşıya.
Ancak bu seçeneği insana ve doğaya karşı sınırsız sömürü politikalarıyla hareket eden hiçbir emperyalist blok sunamaz. Ne Batı’nın hegemonyacı düzeni ne de ŞİÖ’nün gösterişli gövde gösterileri halkların gerçek kurtuluşunun adresi olabilir. Tarihin trajedilerinin tekrarlanmamasını sağlayacak olan, emperyalist bloklardan birine yaslanmak değil; işçi sınıfının, ezilen halkların örgütlü bağımsız mücadelesidir. Barış için asıl güçlü ses ne Tianjin’den ne de Washington’dan, işçi sınıfı ve ezilen halkların örgütlü ortak kavgasından yükselecektir.
Bu emperyalist cephe içindeki iç çelişki ve mücadeleler derinleşirken ne Batı’nın hegemonyacı düzeni ne de Şanghay İş birliği Örgütü (ŞİÖ) gibi gösterişli arayışlar halkların barış umudunun adresi olamaz.
Tarihin trajik hatalarının tekrarlanmaması için, emperyalist bloklardan birine yaslanmak değil; işçi sınıfının ve ezilen halkların örgütlü, bağımsız mücadelesi gereklidir. Barış için asıl güçlü ses, ne Tianjin’den ne de Washington’dan, işçi sınıfı ve ezilen halkların ortak, örgütlü mücadelesinden yükselecektir.
|