İçindekiler:

17 Eylül 2025
Sayı: KB 2025/12

Gerici-faşist rejimin "operasyon" siyaseti
Çürüyen rejim, muhalefetin açmazları ve çıkış arayışı
CHP'ye yönelik operasyonlar ve totaliter rejimin yeniden tahkimi
"Kara para rejimi" yandaşlara da çökmeye başladı
Kuyu Tipi Hapishaneler
6-7 Eylül ve Türk sermaye devletinin sicili
Yeni OVP: Sermayeye teşvik, işçiye sefalet
Ağustos ayı iş cinayetleri raporu ve gerçekler!
Çocuklarımız gericiliğe teslim ediliyor!
DGB: Birleşik mücadele, örgütlü direniş!
Kürt halkına dönük asimilasyon ve kültür sanat
Sansürün içinde doğan gerçek
Siyasal durum ve parti çizgisi
Nepal'in isyanı
Filistin: Aktivistler ve işçi sınıfı omuz omuza
BM'den İsrail'e soykırım suçlaması
Siyonist diplomasinin "ahlakı"
Şanghay İş birliği Örgütü'nün 25. Zirvesi
Barbarlığa karşı halkların küresel direnişi
Fransa'da bitmeyen hükümet krizi
Fransa'nın 2025 Ulusal Stratejisi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Rejimin “tahakküm araçları”:

Kuyu Tipi Hapishaneler

 

Kapitalist sistemin “sulh merkezleri” olarak adlandırdığı hapishaneler, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de baskı ve kontrol mekanizmasının temel araçlarından biri olarak kullanılıyor. Özellikle iktidarların zorbalığa dayanarak politikalarını uygulayabildiği durumlarda, egemenlerin hapishanelere biçtiği rol artıyor. Toplumsal hareketi bastıramadığı koşullarda, muhaliflerle dolup taşan hapishaneleri birer baskı ve işkence merkezi olarak kullanıyor. Türkiye’de yaşanan hapishane katliamları ve tecrit politikaları, tam da bu anlayışın bir ürünü olarak devrimci ve ilerici güçlerin sesini kısma gayesiyle en pervasız yöntemlerle yürütüldü, yürütülmeye devam ediliyor.

***

12 Eylül askeri faşist darbesinin karanlık günlerinde zindanlar birer işkence merkezi haline çevrilmiştir. Devrimci tutsaklar, maruz bırakıldıkları vahşete karşı 1984 yılında açlık grevi yaparak hak ve onurlarını koruma mücadelesini yükselttiler. Sonraki yıllarda da pek çok kez bu eyleme başvurmak zorunda kaldılar. 1996 yılında, devlet devrimcileri “tabutluk” adı verilen hapishanelere sevk etmek istedi. Bu saldırı, pek çok devrimcinin hayatına mal olan bir direnişle püskürtüldü. 2000’li yıllara gelindiğinde ise emperyalist müdahalelerle yeniden şekillendirilen Türkiye’de iktidar, devrimci tutsaklara karşı taarruza geçti. Devrimciler, devletin dayattığı F tipi hücrelere girmemek için büyük bir direniş başlattılar. Bu direnişi tarihte görülmemiş bir katliamla karşılayan devlet, devrimcileri F tipi hücrelere kapattı.  

Bu üç büyük direnişin ortak noktası, iktidarın bir yandan içeride devrimci iradeyi kırmak diğer yandan ise dışarıdaki toplumu teslim almak için geliştirdiği faşist saldırganlığa karşı gelişmiş olmasıydı. Sermaye sözcülerinin “içeriyi kontrol etmeden dışarıyı kontrol edemeyiz” söylemi, bu stratejinin açık bir göstergesiydi. 1999 yılında Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde vahşi bir katliam gerçekleştiren devlet, bir yıl sonra hücre tipi zindanlara karşı gelişen direnişi kırmak için “Hayata Dönüş” adı altında Türkiye tarihinin en barbar katliamını yaptı. Devrimcileri hücrelere kapatan ancak iradelerini kıramayan devlet, yeni zindanlar inşa ederek saldırısını sürdürdü…

AKP iktidarı tarafından inşa edilen Kuyu Tipi hapishaneler, faşist zorbalık politikasının en son ve en pervasız örneğini temsil ediyor. Bu tip zindanlarda yeryüzüyle bağlantısı kesilmiş hücreler, derin tecrit ve insanlık onuruna saldırı anlamına gelen koşullar var. Sermaye iktidarı, iletişimin tamamen yasaklandığı, temel hakların gasp edildiği, psikolojik-fiziksel işkencenin sistematik hale getirildiği bu “yeni tip zindan” ile devrimci ve ilerici güçleri teslim almayı hedeflemektedir. Amaç, sadece içerideki direnişi kırmak değil, yanı sıra dışarıya da korku salarak toplumsal muhalefeti sindirmektir.

Bu hapishanelerdeki koşullar kişiyi yaşamdan soyutlayarak, düşünme yetisini körelterek, mücadele azmini kırarak insanı etkisizleştirmeyi amaçlar. AKP-MHP iktidarı, ekonomik ve sosyal krizin derinleştiği günümüzde toplumu sindirip, boyun eğmesini amaçlayan bir politika izlemekte ve Kuyu Tipi hapishaneleri devrimcileri pasifize ederek toplumsal muhalefetin sesini kısmak için bir araç olarak kullanmaktadır.

Kuyu Tipi hapishanelere karşı sürdürülen açlık grevleri, iktidarın “dikensiz gül bahçesi” yaratma hayallerini suya düşürürken, toplumsal öfkeyi sindirmek için öncelikle devrimcileri hedef almasının nedenlerini de gösteriyor. 

F Tiplerindeki devrimcileri daha da kıskaca almak için bu hapishanelere ihtiyaç duyan dinci-faşist rejimin, bugün İBB’ye yönelik saldırı kapsamında tutuklanan pek çok kişiyi de Kuyu Tipi zindanlara kapattığı söyleniyor. Devrimcilerin iradesini kırmak için inşa edilen bu zindanlar, şimdi ise CHP’lileri teslim almak için de kullanılıyor. Toplumsal meşruiyetini yitiren rejim, içeridekilerin iradesini kırarak dışarıda daha büyük bir korku dalgası yaratmaya çalışıyor.

Ancak pek çok tarihsel deneyimin de gösterdiği üzere, baskı ve zulüm ne kadar artarsa, direniş de o kadar güçlenir. 12 Eylül vahşetine, tabutluk saldırısına ve F Tipi hücrelere karşı sınıf mücadelesinin bir ayağı olarak yükseltilen zindan direnişleri, devrimci iradenin asla teslim alınamayacağını kanıtlamıştır. Kuyu tipi hapishanelerdeki devrimci ve ilerici güçlerin devam eden direnişi, “zindanlarda zulme isyan” geleneğinin devam ettiğine işaret ediyor. Bu mücadele yalnız bırakılmamalı, zindanlarda devrimci iradeyi temsil eden tutsaklarla dayanışma büyütülmelidir.  

S. Sancar