CHP’ye operasyon ve totoliter rejimin yeniden tahkimi
Veli Aydın
Dinci-faşist AKP-MHP iktidarı meşruiyetini çoktan yitirmiş, “toplumsal rıza” üretme kapasitesi ise dibe vurmuş durumdadır. Ayakta kalabilmesinin yegâne yolu, zor aygıtlarını pervasızca kullanmasından geçmektedir. Yargı aparatını kullanarak zorbalığa güya “hukuki” kılıf uydurmaya çalışmakta; buna dayanarak totaliter rejiminin ömrünü uzatabileceğini varsaymaktadır.
Kaba zorbalığa dayalı bu strateji, toplumsal dayanağını genişletmiş bulunan CHP’ye yönelmiş çok yönlü operasyonlarda somutlaşmaktadır. Mart ayından bu yana CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması, kayyumlar atanması, İstanbul İl Yönetimi’nin tasfiye edilmesi ve partiye kayyum atama hazırlıkları, iktidarın histerik saldırganlığını açıkça göstermektedir. Kişileri düşkünleştirip itirafçılaştırma yoluna da başvuran rejim, yürüttüğü soruşturmalar için sahte “delil” toplamaktan geri durmamaktadır.
Bugün (8 Eylül 2025) İstanbul’da adeta OHAL ilan eden rejim, CHP İl Binası’nı polis ablukasına almış; milletvekillerinin araçlarına dahi geçiş izni vermemiştir. Barikatları aşarak binaya girmeye çalışanlara müdahalede bulunulmuş, il başkanlığı adeta kuşatılmıştır. Sosyal medyaya erişim engelleri getirilmiş, yaşananları paylaşan hesaplara soruşturma açılmıştır. Bu gelişmelerin ardından, Saray’ın kayyumu Gürsel Tekin, polisin kaba şiddetiyle açılan yoldan İl Başkanlığı binasına giriş yapmış; CHP üyeleri ve yöneticileri bu girişimi ve saldırganlığı direnişle karşılamıştır.
Bu gelişmeler, rejimin saldırganlığını en üst boyuta taşıdığının yeni bir göstergesidir. Eğer iktidar bu saldırılarında hedefine ulaşırsa, emekçi sınıfları bekleyen şey; mevcut baskıların daha da yoğunlaştırılması ve toplumsal muhalefetin ezilmesi olacaktır.
İktidarın tahkim etmeye çalıştığı baskı ve zorbalık rejimine ve bu doğrultuda gerçekleştirdiği saldırılara karşı mücadele etmek bir gerekliliktir. Ancak aynı anda unutulmaması gereken temel bir gerçek daha vardır: CHP, düzenin bir parçası, yani sermaye sınıfını temsil eden esas güçlerden biridir. Bu gerçek, onun sadece direnme kapasitesini değil; baskı ve zorbalık politikalarına karşı duruşunu da belirleyecektir.
Bu noktada, dinci-faşist rejimin saldırganlığına karşı mücadele etmekle, düzen partisi CHP çizgisine yedeklenmek arasında büyük bir fark olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir. Hak ve özgürlükleri savunmak, faşist baskı ve zorbalığa karşı mücadele etmek ne kadar önemliyse; “CHP gelirse her şey düzelecek” yanılsamasının oluşmasına meydan vermemek de bir o kadar önemlidir.
CHP üzerinden devam eden saldırılar, toplam saldırı dalgasının bir parçası; gelinen yerde ise ana yığınağıdır. Bunlar karşısında susmak veya kayıtsız kalmak, dinci-faşist rejimin işini kolaylaştırır. Fakat bir düzen partisi olarak CHP’nin izlediği mücadele çizgisi, bu saldırıları püskürtemeyeceği gibi; iktidara gelmesi de esasta sömürü düzeninin ürünü sorunları çözmeyecektir.
Bu nedenle emekçiler, zorbalık ve baskı politikalarına karşı kendi talepleri ve bağımsız hatlarıyla mücadele etmeli; burjuva muhalefete yedeklenmeden, öfkelerini doğrudan düzene yöneltmelidir.
Sonuç olarak, özelde CHP’yi hedefliyor gibi görünse de, aslında tüm toplumu hedef alan bu saldırılar karşısında mücadele etmek, işçi sınıfının görevidir. Ancak işçi sınıfı bu görevi yerine getirirken, hiçbir düzen partisinin kuyruğuna takılmamayı başarmalıdır.
Baskı ve zorbalık rejiminden çıkışın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi bağımsız mücadelelerini örgütlemekten geçmektedir. Bu yol zorlu, meşakkatli ve uzun vadeli görünse de, gerçek kurtuluşun tek imkânıdır.
|