27 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-24

Engels: “İkinci Keman”dan da öte!..
Pandemiyi yönetemiyorlar…
Çakıcı’lı reform
AB-Türkiye ilişkilerinde yeni dönem
Ekim Devrimi seminerleri
Sinbo’da işçi forumu
İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret...
“Mücadeleye odaklanmalıyız!”
100. Yılında Tarihsel TKP... - H. Fırat
Friedrich Engels 200 yaşında!
Engels: Proletaryanın gönüllü savaşçısı
Materyalist tarih anlayışı üzerine
Engels eserleriyle hep yaşayacak!
İEKK’den 25 Kasım eylem ve etkinlikleri
Sinbo’da 25 Kasım
Dinsel gericiliğin toplumdaki sonuçları
Batı Sahra sorunu ve Fas sömürgeciliği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Mücadelenin görevlerine odaklanmalıyız!”

 

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi sözcüsü Murat Çakır ile pandemi, sınıfa yönelik saldırılar ve mücadele programı üzerine konuştuk. 

 

-İktidar, çarkların dönmesi için üretim alanlarında gerekli önlemleri almıyor. Türkiye’de koronavirüsün ilk görüldüğü günden bugüne önlem almak bir yana, sermayenin çıkarlarını gözeten, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştıran bir dizi yasal düzenleme ve uygulama hayata geçirildi.  Gelinen aşamada fabrikalar Covid-19 merkezlerine dönüşmüş durumda. Covid-19 hastalığı da hızlı buralarda yayılıyor. Bu konuda neler ifade edeceksiniz?

İlk resmi ilk vaka 11 Mart’ta açıklandı ve akabinde günde üç binin üzerine çıkan hasta sayısı olduğu belirtildi. Bugünden bakınca anlaşıldı ki vaka sayısı açıklanandan kat be kat fazla ve yine 4-5 kat ölüm var. Kimlerin hastalandığı ya da hayatını kaybettiğine bakarsak ne gibi önlemler alındığı ortaya çıkıyor. Covid-19 hastalığı sonucu yüzlerce işçi hayatını kaybetti. Yine ölenlerin yüzde 80’i yaşlı ama çoğunluğu yoksul, emekçi mahallelerde oturanlar, yani emekli işçiler. Bu durum, hastalıktan etkilenenlerin işçi sınıfı olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.

İlk süreçte binlerce işçi işsiz kaldı. Devamında, “işten atmalar yasaklandı!” dendi ama bu uygulanmadı ya da günlük 38, aylık 1168 TL bir ücret verildi. Ki bu parayla nasıl geçinebilirsin? Alınması gereken toplumsal tedbirler göz ardı edildi, maske-mesafe-hijyen denilerek bireysel tedbirler ön plana çıkarıldı. Buna rağmen bizler fabrikalarda, hastanelerde, bürolarda, atölyelerde vb. üretim-hizmet alanlarında toplu çalışmak, toplu halde barınmak ve beslenmek durumunda kaldık. Otobüs-metrobüs-metro-minibüs gibi toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda bırakıldık.

“Salgından en az etkilenen 3. ekonomiyiz.” denildi. Fabrikalarda 24 saat çalışma devam etti. Kargo ve market işçileri bugüne kadar görülmemiş şekilde yoğun çalıştırıldı. Hastalanan işçi sayısının çok olduğu işyerleri üretime devam etsin diye ‘kapalı devre çalışma’ uygulamaları yapıldı ki zaten şantiyelerde ve hastanelerde bu düzen fiilen vardı. Büro işçileri evden çalışmaya başladı ama mesai saatleri fiilen yok sayıldı. Üstelik işyerindeki su, yemek, ısınma vb. masraflar evden çalışanların üzerine yüklendi.

İşyerlerinin açık olması, yeterli önlem alınmaması ve ayrımcı politikalar koronavirüsün yaygınlaşmasını kolaylaştırdı. Vestel örneğinde görüldüğü gibi birçok işçinin öldüğü bir fabrikada üretim hiç durmadı. Fabrikaların salgın merkezlerine dönüşmesi, toplu taşımanın yaygın kullanılması, yoksul, emekçi mahallelerinde virüsün daha hızla yayılmasına yol açtı. Bugün ‘Hayat Eve Sığar’ uygulamasına baktığınızda fabrikaların olduğu bölge ve mahallelerin kırmızı alarm verdiği görülmektedir.

Tabii birçok konuya değinilebilir ama bunu sadece Türkiye’ye özgü olarak görmeyelim. Dünya işçi sınıfı, eş zamanlı olarak salgınla ve sermayenin saldırılarıyla karşı karşıyadır. 

- Bir dizi çalışma alanında mevcut yasaların dahi uygulanmadığını biliyoruz. Kuralsızlığın kural haline geldiği, fabrikalar başta olmak üzere çalışma alanlarının denetlenmediği koşullarda Covid-19’u önlemek adına alındığı iddia edilen önlemler sizce ne ifade ediyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kısıtlama tedbirleri olarak açıkladığı her yasaklamanın en başında belirttiği “tedarik ve üretim zincirlerinin aksamaması” söylemi durumu açıklıyor. Önemli olan kapitalist sistemin devamı.  Bu dönemde sermayenin korunması ve büyümesinin devamlılığı hedefleniyor. Nitekim, büyük şirketlerin açıkladığı kar oranlarının artışına bakarsak, her koşulda kazandıklarını görürüz. Bizim payımıza ise “Çarklar dönüyor işçiler ölüyor” sloganında ifadesini bulan ölüm, hastalık, işsizlik vb. düşüyor.

-Sağlık emekçileri ve işçiler Covid-19’dan en fazla etkilenen kesimleri oluşturuyorlar. İşçi sağlığı ve güvenliği anlamında, bu kesimlerin salgın kapsamında hakları nasıl tanımlanmalı?

SGK Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 7 Mayıs’ta bir genelge yayınladı. Genelgede “COVID-19’un bulaşıcı bir hastalık olduğu dikkate alındığında, söz konusu salgına maruz kalan ve sağlık hizmet sunucularına müracaat eden sigortalıların hastalık kapsamında provizyon alması gerekmektedir” denildi. Böylece Covid-19 bir iş kazası, meslek hastalığı değil, “hastalık” olarak belirtildi. Yani, biz üretim-hizmet alanında, işe gidip gelirken hastalanacağız ve sosyal güvencemiz olmayacak. Bu durum kabul edilemez. Aktif bir kampanya ile “Covid-19 sağlık emekçileri için meslek hastalığı, diğer işkollarında çalışan işçiler için iş kazası olarak tanınmalı” talebini örgütlemeliyiz.

Covid-19’un meslek hastalığı mı, iş kazası mı, işle ilgili bir hastalık olarak mı sınıflandırılacağına dair uzmanların çeşitli tartışmaları mevcut. Ancak, sınıf emektarları bu tartışmayı işçi sınıfının bütünü açısından ve sonuç alıcı bir şekilde ele almalıdır. Covid-19 hastalığına yakalanmak “faal” işçiler için iş kazası kapsamında olmalıdır. İş kazasını, örneğin salt inşaattan düşme sonucu ani ölümler olarak anlamamalıyız. İş kazasının etkisi bir süreç sonunda da meydana gelebilir.  Örneğin bir işçi Covid-19 hastalığını geçirmiş olsa da, sonrasında buna bağlı günler-aylar süren sağlık sorunları yaşayabilir veya ölebilir. Önemli olan, bu süreçte neden-sonuç ilişkisinin/illiyet bağının kurulmasıdır. Yargıtay, 2009 yılında domuz gribi sonucu meydana gelen işçi ölümüne iş kazası demiş mesela. Sağlık emekçileri için ise koronavirüs ailesi kökenli hastalıklar olan SARS ve MERS, “bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalık” olarak belirtilmiş. O halde, sınıf emektarları açısından odaklanılması gereken tıbbi ve hukuki tartışmalar yerine, bu çıkış noktalarından devam ederek Covid-19 ile ilgili talebimizi kabul ettirme iradesini ortaya koymaktadır.

- İşçi ve emekçiler “işçi sağlığı ve güvenliği” adına neler yapılmalı?

Türkiye’de her yıl yüzlerce işçi hayatını kaybediyor, binlercesi yaralanıyor. Neden? Daha fazla kar için. Neden? Sermaye üretim sürecinde tek karar veren olduğu ve bunun değişmeyeceğini kabul ettirilebildiği için. Kapitalizmde iş cinayetleri zorunluluktur.

Ne yapmalıyız? Taleplerimizi oluşturarak örgütlenmeliyiz. Üretenlerin yöneten olduğu bir düzeni, sosyalizmi kurma ufkumuz olmalıdır.

- Türkiye’de işçi ve emekçilere dayatılan ölüm-açlık ikilemine karşı neler yapılmalıdır?

İSİG mücadelesinin her dönem karşılaştığı temel bir sorun bu: Ölüm mü açlık mı? Tuzla tersanelerinde, iş cinayetlerine karşı mücadele gelişince üretimi farklı bölgelere taşımaya yöneldiler. Bir dönem işçi sayısını otuz binden 6-7 bine düşürdüler, işsizlik çoğaldı. Ölüm mü açlık mı ikilemi, özellikle madencilerin ifade ettiği bir gerçeklik. Yerin altında ölüm, yukarıda açlık var. Bu yüzden madenciler evden çıkarken helallik alırlar. Şimdi de kitlesel bir biçimde, özellikle 10 No’lu torba işkolunda işsizlik mevcut. Türkiye, tarihinin en kitlesel işsizlik sorunuyla karşı karşıya.

Bu soru sistemin devamlılığını esas alan ve öyle düşünmemizi isteyen bir soru, ölüm ve açlık birbirinin alternatifi değildir. Biz ‘güvenli’ olarak ‘çalışmak’ istiyoruz. İşçi sınıfı bunu 1848’den beri ifade ediyor. Mücadelelerimiz sonucu hem yaşam hem de çalışma hakkımızı kazanabiliyoruz. İş cinayetlerini azaltıyoruz. Lokal direnişler, grev gibi araçlarımızla da iş güvencemize, ücretimize sahip çıkıyoruz. İşyeri, işkolu, havza, şehir ve tabi ki ulusal düzeyde örgütlenerek, uluslararası işçi sınıfıyla dayanışarak. Tabi yine aynı cevabı veriyoruz. Tahayyülümüz kapitalist bir uygarlığın devamı mı, yoksa yeni bir uygarlık mı, sosyalizm mi?

- Sizce sendikalar ve meslek örgütleri salgına karşı önlem alınması için ve iktidarın salgın fırsatçılığıyla devreye soktuğu saldırılara karşı üzerlerine düşen görevleri yerine getiriyorlar mı?

Salgın sonucu en çok ölen sağlık emekçileri oldu. Bu alanda temel refleks gösteren ve sürece hâkim olan örgütlülük TTB. Başta hekimler olmak üzere, sağlık emekçilerinin ölümlerini, ağır-sağlıksız çalışma koşullarını gündeme getirmeye, meslek hastalığı talebini örgütlemeye çalışan TTB’nin mücadelesi tek başına ne kadar yeterli olabilir. Sağlık alandaki diğer örgütlerin de hızla merkezi düzeyde pandemiye karşı daha fazla hareketlenmesi gerekiyor. DİSK ve bağlı sendikaların hukuki girişimleri, araştırmaları ve belli pratikleri mevcut ama yeterli değil. Türk-İş ve Hak-İş ise daha yeni Covid-19’un iş kazası/meslek hastalığı olması üzerine açıklama yapma noktasına geldiler. Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu’nun ilk iki aylık pratiği ve İİSŞP açıklamaları da dikkate alınmalı. Yine İnşaat-İş, Dev Yapı-İş, Dev Turizm-İş, Enerji-Sen, Dev Sağlık-İş, Birleşik Metal-İş, Dev Tekstil, Limter-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve Bağımsız Maden-İş’in salgına karşı eylem, açıklama, iş durdurma, araştırma gibi hareketlilikleri önemli bir yerde duruyor.

Genel olarak sorunumuz şu: Tarihte işçi sınıfı sadece 100 yıl evvel bu düzeyde bir pandemiyle (İspanyol Gribi) ile karşılaştı. Bu yüzden ilk başta ‘pandemi koşullarına dair’ tam olarak ne yapılacağını anlayamadık. Belli adımlar atıldı ama hayat bizi önümüzdeki aylarda yaptıklarımızla ya da yapamadıklarımızla sınayacak. Sendikal anlayışa esas olarak ekonomik mücadele çizgisi hâkim. Bugün de salgın sonucu ölümler ve hastalanmalardan ziyade işsizlik vurgusu öne çıkıyor. Bizim şu süreçte salgına karşı yapılan her mücadeleyi desteklemeye ve büyütmeye, gücümüzü yoğunlaştırmaya, mücadele çizgisini belirginleştirilmeye ihtiyacımız var. 

-Sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri Covid-19 salgını ve kölelik uygulamalarına karşı neler yapmalı?

İSİG Meclisi olarak hazırladığımız Eylül ayı iş cinayetleri raporunun sonunda şu çağrı vardı: “Bizler, sadece her ay kaç işçinin iş cinayetinde hayatını kaybettiğini söyleyerek, infografikler yaparak ya da işçiler için salt talepler oluşturarak gerçeklerin değişmeyeceğinin farkındayız. Bunlar bize ancak yol gösterebilir. Bu süreçte çıkış noktalarımızı ve taleplerimizi bizzat işyerlerinde işçi komite, konsey ve meclislerimizi örgütleyerek hayata geçirebiliriz. Salgın sürecinde birçok işyerinde işçilerin kendiliğinden mücadele deneyimleri başladı. Sınıf sendikalarına düşen görev bu deneyimleri sahiplenerek yön göstermek, kurumsallaştırmak ve ülke çapında bir direniş-dayanışma hattını oluşturmaktır.”

Buradan hareketle, işçi sağlığını işyerlerinde yöneticilerin (sermayenin) iradesine bırakmamak ve komite/meclis yapılanmaları ile mücadeleyi işyerlerine taşımak zorundayız. Önlemler alınmıyorsa veya eksik hayata geçiyorsa salgınla mücadele için işyerlerinde işçi denetimini esas alan bir örgütlenmeyi hayata geçirmek zorundayız. Bunun için de direniş ve dayanışma ekseninde örgütlü hareket eden bir işçi tutumu ve önderliği gerekiyor.

- Koronavirüsün ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması gerekçesiyle çıkarılan 7244 sayılı kanun hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kanun bize yönelik değil, sermayeyi korumak için çıkarıldı. Tüm dünyada benzer adımlar atılıyor. Bu noktada taleplerimizi daha yüksek sesle örgütlemeliyiz. Birincisi, Covid-19 sağlık emekçileri için meslek hastalığı, diğer işkollarında çalışan işçiler için ise iş kazası olarak tanınmalıdır. İkincisi, işyerlerinde başta üretim alanları olmak üzere ulaşım, beslenme, barınma gibi tüm alanlarda İSİG önlemleri alınmalıdır. Üçüncüsü, kronik hastalığı olan ve belli bir yaşın üzerindeki işçiler bu süreçte idari-ücretli izne çıkarılmalıdır. Dördüncüsü, işten atmalar yasaklanmalı ve 1168 TL değil tam ücret ödenmelidir. Beşincisi, çalışma saatleri ücretlerde kesintiye gidilmeden azaltılmalı, 4-6 saat olarak düzenlenmelidir. Altıncısı, işçilere ücretsiz-yaygın testler yapılmalı, vakaların arttığı işyerlerinde üretime ara verilmelidir. Yedincisi, evden çalışan işçilerin çalışma saatleri düzenlenmeli ve iş için yaptıkları harcamalar karşılanmalıdır.

Tabi bu taleplere bir de örgütlenme ve eylem yapma yasaklarının kaldırılması eklenmelidir. Örgütlü bir güçseniz sınıf tavrını geliştirebilirsiniz, bu olmadıkça çıkan yasaları eleştirip ona karşı talepler tasvir edersiniz en fazla. Sınıf mücadelesinde atlanabilecek bir eşik var ve bunu başarabilirsek yeni bir dönemin ilk adımlarını atmış olacağız.

- Son olarak neler eklemek istersiniz?

Sınıfın bütününü kapsayacak talepler oluşturmak ve kazanımlar elde ederek somut bir hattı belirginleştirmek gerekiyor. Bunun için mücadelenin görevlerine odaklanmalıyız. Hepimize kolay gelsin...

 

 

 

 

 

Metal işçilerinin Ankara yürüyüşüne polis saldırısı

 

İşten çıkarma ve ücretsiz izin saldırılarına karşı direnişte olan Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçilerin Ankara yürüyüşüne polis saldırdı.

Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi önünden başlayacak yürüyüş için toplanan işçilerin önü polisler tarafından kesildi. Barikat önünde açıklama yapan işçiler “İşçiye değil, patronlara barikat!” sloganları atarak beklediler. 

Yürüyüşün engellenme gerekçesini Kocaeli Valiliği’nin eylem ve etkinlik yasağına dayandıran polis işçilere saldırdı. İlk saldırıda iki işçi gözaltına alındı.

“İşçilere değil, patronlara barikat”

Bekleyiş devam ederken DİSK Genel Sekreteri ve Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu bir açıklama yaparak 15.00-16.00 vardiyasından çıkan işçileri bekleyeceklerini duyurdu. Birleşik Metal-İş Genel Sekreteri Özkan Atar da bir konuşma gerçekleştirdi. Gebze 1 ve 2 No’lu şubelerindeki fabrika baş temsilcilerinin fabrikalara gitmeleri istendi. Polis baş temsilcilerin eylem alanından çıkmasına izin vermedi ve kısa süreli bir arbede yaşandı. Polis Birleşik Metal-İş Gebze 1 Nolu Şube Başkanı Selçuk Çiftçi’yi “provokatörlükle” suçladı. 

Şube binası önünde bekleyişlerini sürdüren işçilere polis bir kez daha saldırdı. Gözaltına alınan işçilerin ardından kalan diğer metal işçileri oturma eylemi gerçekleştirdi. Oturma eylemine de saldıran polis 100›den fazla kişiyi gözaltına aldı.

Birleşik Metal-İş Sendikası gözaltılarla ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklamada “Sendikamızın Genel Başkanı dahil 99 işçi ve sendikacı gözaltında. Sendikamızın Gebze Şube binası abluka altında. Giriş çıkış engelleniyor” denildi. 

Gözaltına alınanlar arasında metal işçilerinin yanı sıra, dayanışma için gelenler de oldu. Petrol-İş, Eğitim Sen, Bağımsız Maden-İş sendikaları temsilcilerinin, Kent Emekçileri Dayanışması’ndan, Yaşar Usta Emek Portalı’ndan kişilerin de olduğu ifade edildi.

Fabrikalarda eylemler

Metal işçileri fabrikalarında gözaltıları protesto etti. Çok sayıda fabrikada gerçekleştirilen eylemde basın metni okundu ve sloganlar atıldı. “İşçilere değil, patronlara barikat!”, “İnadına sendika, inadına DİSK!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarının atıldığı eylemlerde gözaltına alınanların serbest bırakılmaları istenildi. İlerleyen saatlerde tüm gözaltılar serbest bırakıldı.

Metal işçileri Ankara’da

Saldırıdan bir sonraki gün (25 Kasım) saat 10.00’da Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi önünde yapılan açıklama ile Ankara yürüyüşü başladı.  

Sendika binasından çıkan işçiler basın açıklaması gerçekleştirdiler. Yapılan açıklamada gerçekleşen saldırı süreci anlatılarak mücadeleden vazgeçilmeyeceği ifade edildi. Açıklamada “HSK’da 12 arkadaşımız daha işten çıkartıldı” denilerek Valiye şöyle seslenildi:

“Organize Sanayi Başkanı olmanız size patronlara ayrıcalıklı davranmanızı mı gerektiriyor?”

Dün yaşadıklarımız sonucunda bizlerinde girişimleri ile belli bir uzlaşma sağlandı. Bugün belirli sayıda arkadaşımız ile yürüyeceğiz. Biz belirli bir süreyi yürüyeceğiz. Sonra İLO’ya geçeceğiz. Sonra bakanlığa geçeceğiz.”

Açıklamada DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da bir konuşma gerçekleştirdi. Çerkezoğlu konuşmasında metal işçilerinin baskılara ve saldırılara karşı vazgeçmediğini ve dünya işçi sınıfına umut olduklarını ifade etti.  

Açıklamanın ardından sloganlar ve alkışlarla yürüyüşe başlandı.

Açıklama boyunca “Direne, direne kazanacağız!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “İşçiler açken, patronlara huzur yok!”, “Patronların kölesi olmayacağız!”, “Gün gelecek devran dönecek patronlar işçiye hesap verecek!”, “Birleşe birleşe kazanacağız!” sloganları atıldı. Günün ilerleyen saatlerinde metal işçileri Ankara’ya ulaştılar.