27 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-24

Engels: “İkinci Keman”dan da öte!..
Pandemiyi yönetemiyorlar…
Çakıcı’lı reform
AB-Türkiye ilişkilerinde yeni dönem
Ekim Devrimi seminerleri
Sinbo’da işçi forumu
İnsanca yaşamaya yeten asgari ücret...
“Mücadeleye odaklanmalıyız!”
100. Yılında Tarihsel TKP... - H. Fırat
Friedrich Engels 200 yaşında!
Engels: Proletaryanın gönüllü savaşçısı
Materyalist tarih anlayışı üzerine
Engels eserleriyle hep yaşayacak!
İEKK’den 25 Kasım eylem ve etkinlikleri
Sinbo’da 25 Kasım
Dinsel gericiliğin toplumdaki sonuçları
Batı Sahra sorunu ve Fas sömürgeciliği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Uyuşturucu-kara para sarmalında Çakıcı’lı reform

 

ABD’de seçimleri kaybeden Trump’ın yerini Biden’a bırakmasının kesinleşmesi, içerde Albayrak’ın istifası sonrasında AKP şefinin ekonomi ve hukuk reformlarından söz ederek, yönünü Avrupa Birliği ve ABD’ye dönmesi düzen siyasetinde heyecana yol açtı. Bu coşkulu günler, AKP-MHP iktidarının özel affıyla serbest bırakılan ülkücü-mafya bozuntusu bir yaratığın, burjuva sistemin olmazsa olmazlarından olan ana muhalefet partisi başkanına yönelik “kazığa oturtma” tehditlerinin medyada yer almasıyla birlikte yerini şaşkınlığa bıraktı. Olay, Tayyip Erdoğan ve avenesi ABD seçimlerini kazanan Biden’a göre yeni bir pozisyon alarak rotasını AB’ye doğru kırmışken, yargı reformundan söz açmışken soğuk duş etkisi yaptı.

Bunun bir yol kazası olduğu tesellisiyle AKP şefinden açıklama beklenirken, ırkçı-faşist partinin şefinden “Çakıcı benim dava arkadaşımdır” açıklaması geldi. Bu gibi durumlarda ortaya atılarak iyi polis rolü oynayan Arınç’ın açıklamalarıyla yeniden teselli bulanların canlanan umutları, saray reisinin yeraltı dünyasının reisine sahip çıkarak Arınç’ı “fitne yaymak”la itham etmesiyle yerle bir oldu. “Cumhurbaşkanı çok ağır konuştu, rencide oldum” diyen Arınç, “Reis”le yaptığı görüşme sonrasında Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifa etiğini açıkladı. Burjuva medya kuruluşları, egemen sınıfın politikacıları arasında yaşanan didişme üzerinden olumlu bir beklenti yaratmak amacıyla, bu “yeni” durumla ilgili günlerce mesai tüketip toplumu oyaladılar.

Gelinen yerde sınıf ve emekçi kitlelerin oyalanması, gerici-faşist iktidar için hayati bir önem kazınmış bulunuyor. Zira AKP-MHP rejiminin dışarıya yönelik sürdürdüğü askeri yayılmacılık, işçi ve halk hareketini bastırmak için “Takviye Müdahale Polis Gücü” oluşturması, keza onbinlerce bekçi kontenjanı açarak faşist çeteleri silahlandırması, ülke düzeyinde polisiye operasyonlarla halk hareketini ezme saldırganlığı geri teperek, toplum üzerinde inşa ettikleri korku duvarını aşındırdı.

Türkiye’deki karanlığın sahipleri, dışarıda sürdürülen askeri yayılmacılık serüveninde Libya’da denklem dışına düşerlerken, Karabağ savaşında “tek millet, iki devlet” şarlatanlığıyla kışkırttıkları savaştan da umduklarını bulamadılar. Emperyalist hayallerle sürdürdükleri yayılmacılık ve fetihlerle ekonomilerini büyütme hayallerinin sonuna geldiler. Yayılma hayalleriyle girdikleri militarist maceranın yükünü taşıyamayan bütçe alabora oldu. Borç yükü katlanarak artarken, Merkez Bankası rezervleri eksi 50 milyar dolara dayandı. Albayrak’ın geri çekilmesiyle döviz kurlarında yaşanan gevşemeyi kalıcılaştırmak için yapılan 4,75 puanlık faiz artışının üzerinden bir hafta geçmeden Türk Lirası yeniden eski seviyesine doğru yol aldı, dolar yeniden 8 TL’nin üzerine çıktı. Batmış ve iflas etmiş bir ekonomiye finans kapitalin girişini sağlamak için ekonomide ve yargıda reform söylemleri gündeme getirildi.

Yargıda reform hamlesiyle emperyalist sermayenin ülkeye giriş ve çıkışının güvencelenmesi amaçlanıyor. Aynı dönemde torba yasalara sıkıştırılan (iş yasalarında işçilerin tazminat haklarının gasp edilmesi, 25 yaş altı ve 50 yaş üstü emekçilerin alenen sigortasız çalışmaya mahkum edilmeleri, emeklilik haklarının ortadan kaldırılması gibi gaspları içeren) saldırılarla da tekellere ucuz ve güvencesiz emek gücü garantisi veriliyor. Hedeflenen, “küresel tedarik zincirleri yeniden kurulurken” emperyalist sermayeye kuralsız, ucuz ve güvencesiz bir iş gücü pazarı sunarak, sofradan kemik kapmaktır. Nitekim daha reform söylemleri gündeme getirilmeden önce, “Tedarik zincirlerinin yeniden paylaşıldığı, üretim ve lojistik merkezlerinin tekrar belirlendiği, yeni bölgesel ittifakların kurulduğu, siyasi ve ekonomik arenanın yeniden şekillendiği bir kavşaktayız” diyen Erdoğan, “piyasa kurallarına” uygun adımlar tasarladıklarının altını çizmişti.

Erdoğan’ın başlattığı emek düşmanı saldırgan reform söylemleri sermaye çevrelerinde büyük destek gördü. Tedarik zincirleri ve üretim üslerinin yapılanması yönünden Türkiye’nin potansiyel merkezlerden biri olarak görüldüğünü belirten TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Erdoğan’ın açıklamalarını, “Talih hazır olana güler. Fırsatların kazası olmaz”, “Sizin son grup toplantınızdan başlayarak yaptığınız açıklamaları, bu açıdan çok değerli görüyorum. Verdiğiniz demeçlerle pozitif bir ortam oluştu” coşkusuyla karşıladı.

TÜSİAD tarafından düzenlenen ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın da hazır bulunduğu “COVID-19 Sonrası Küresel Tedarik Zincirlerinde Türkiye’nin Yeri” başlıklı webinar serisinin açılış konuşmasını yapan TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski de aynı konuları gündeme getirdi: “Geldiğimiz noktada Covid-19’un ekonomik sonuçları bize şunu gösterdi: Küresel tedarik zincirlerinin faaliyet gösterdiği koşullar hakkındaki belirsizliği azaltmak için öngörülebilir düzenleme, ticaret ve yatırım ortamı politikası vazgeçilmezdir.” Kaslowski, küresel kapitalist tedarik zincirlerinden pay kapabilmek için “yargı bağımsızlığı”nın önemine, sermayenin ülkeye giriş ve çıkışlarda yaşadığı çekincelerin ve endişelerin giderilmesi için yargı reformunun aciliyetine dikkat çekti.

Ekonomi ve yargı reformu söylemleri üzerine, muhalefet de olmanın verdiği avantajla hareket eden CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “Hemen yarın sabah, samimiysen, hukukta gerçekten reform yapacaksan bu insanları derhal kamudaki görevlerine iade edeceksin. O zaman biz anlarız ki bunlar gerçekten samimi” diye seslenmesi ise, uyuşturucu ticaretiyle beslenen yeraltı dünyasını ve onların arkasındaki saray iktidarının ortağı ‘dava arkadaşlarını’ harekete geçirmeye yetti.

Bu atılganlığın arkasındaki kirli çıkarların ne olduğu az çok bellidir. Çakıcı ve dava arkadaşı Bahçeli arasındaki kader birliği gibi, sermaye hükümetleri ve mafya baronlarının kontrol ettiği kara para ile ilişkileri de yeni bir olgu değildir. “Türkiye: Uyuşturucu ve Siyaset” başlıklı makalesinde Türkiye’deki yeraltı dünyasını, çeteleri, terör örgütlerini, siyasetle ilişkilerini, uyuşturucu trafiği üzerinden Avrupa’ya uzanan siyasi ve ideolojik güç mücadelesini inceleyen Walter Posch, mafya ile burjuva politikacılar arasındaki sarmalın dayandığı ekonomik gücün büyüklüğünü şöyle dile getiriyor: “Uyuşturucunun üç ana güzergâhından biri, Afganistan kaynaklı İran-Türkiye-Balkanlar hattı. Avrupa’da uyuşturucu pazarının yıllık hacmi 30 milyar Avro. Afganistan’da kalan kısmı 1 milyar euronun bile altında. Ulaşımı sağlayan İran-Türk mafyası aslan payını topluyor.”

Merkezi Paris’te bulunan Uyuşturucu Jeopolitiği Gözlemevi ise, Eylül 1997 tarihli Dünya Uyuşturucu Jeopolitiği adlı raporunda, o dönemin başbakanı Tansu Çiller’i, uyuşturucu kaçıran, haraç alan ve adam kaçıran sağcı bir çeteyi yönetmekle suçlamıştı. Türkiye’de uyuşturucu ve siyaset bağlantısına dikkat çeken, Çiller, Ağar, Bucak, Çatlı ve Kocadağ’ın adlarının geçtiği Susurluk olayına geniş yer veren raporda şöyle deniyor: “Çiller’in koruduğu Mehmet Ağar’ın istifası polis ve hükümetten bazı kişilerin mafya ile bağlantısını ortaya koyuyor. İslamcılarla koalisyon yapan Çiller, MİT raporlarında uyuşturucu kaçakçılığı, haraç dışında Almanya, Hollanda, Belçika ve Azerbaycan’da adam kaçırma olaylarını gerçekleştirip eylemler yapan aşırı sağcı bir mafya çetesini yönetmekle suçlanıyor.”

Dava arkadaşına sahip çıkan Bahçeli’nin AKP’den Bülent Arınç’ın kellesini aldığı günlerde, Diyarbakır’da Kürt avukat ve politikacılara yönelik büyük bir operasyon gerçekleştirildi. AKP’nin eski Diyarbakır vekili Ensarioğlu hakkında da dava açıldı. Derinleşen ekonomik, siyasal ve toplumsal krize bir çözüm bulamayan, kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi seçmen tabanının erimesini durduramayan AKP-MHP rejimi sarsılmaya başlayan korku imparatorluğunu mafya-paramiliter güçler üzerinden tahkim etmeyi deneyecektir. İsimleri 1990’ların faili meçhul cinayetleriyle, kaçırılma olaylarında kullanılan beyaz toroslarla özdeşleşen bir dönemin işkenceci ve katillerinin piyasada boy göstermesi tesadüf değildir. Mehmet Ağar, Engin Alan ve Korkut Eken ile birlikte mafya bozuntusu Alaattin Çakıcı’nın Bodrum Yalıkavak’daki buluşmalarından çekilen resimlerin medyaya servis edilmesi AKP-MHP ittifakının “yeni” ortaklarının kimler olduğunu gösteriyor.

Elinde “ekonomi ve yargı reformu” balonu olan AKP şefi, “tedarik zincirlerinin yeniden paylaşıldığı kavşakta” uluslararası sermayeyi, yanına aldığı Çakıcılarla karşılamaya çıkıyor. Bu tablo, çürüyen ve kokuşan düzenin hazin gerçeğidir.