12 Ekim 2018
Sayı: KB 2018/38

Kriz derinleştikçe saray rejimi saldırganlaşıyor
Kriz derinleşiyor, enflasyon artıyor
İşçi ve emekçiden alınan vergiler gericiliğe akıtılıyor!
“Enflasyonla mücadele programı” faturayı emekçilere ödetme seferberliğidir!
Sağlık hakkına erişim giderek zorlaşıyor
“Sağlıkta dönüşüm” sağlık çalışanlarına şiddet ve ölüm getiriyor!
Teslim Demir yurtdışında kitlesel bir etkinlikle sonsuzluğa uğurlandı
Teslim Demir İzmir’de sonsuzluğa uğurlandı: Mücadelemizde yaşayacak!
4 ilde gözaltı terörü
Yasını tutmayacak, bize bıraktığın bayrağı her yerde dalgalandıracağız!
EKİM: Yeni bir çizgi, yeni bir kültür, yeni bir gelenek! - Teslim Demir
Siper yoldaşlarından Teslim Demir’e...
İşsizlik fonu yağması devam ediyor
Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için örgütlenelim!
“Greif işgaline açılan dava, sınıfın mücadelesine karşıdır”
Tutuklama saldırıları işçiler başını kaldırmasın diyedir
“Tüm işçi sınıfına gözdağı verilmek isteniyor”
IMF büyüme beklentilerini düşürdü
Özgürlüğüne ve geleceğine sahip çık
Sınırsız enerji
Bir Cuma hikayesi
Yeni Ekimler için!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir Cuma hikayesi

 

Yine geç kalmıştı. Koşturarak fırına girdi. Aldığı iki poğaçayı çantasına aceleyle tıktı. Servisi beklediği köşeye geldiğinde nefes nefeseydi. Duvara dayanıp nefesini kontrol etmeye çalıştı. Emel’in beklediği köşeye baktı. Arkadaşı artık yoktu. Geçen hafta işten çıkarılanlar listesinde o da vardı. Emel’le servisi beklerken sohbet ederlerdi çoğunlukla. Geç kaldıklarında da birbirlerine haber verir servisi bekletirlerdi. İşten çıkarıldığı sabah, Emel ile yaptığı sohbet aklına düştü. Kredi borçlarından çocukların ihtiyaçlarına dek uzanan geçim derdinden yakınmışlardı. “Ne yaptı acaba, iş bulabildi mi?” diye düşündü. Akşam ilk iş Emel’i aramaya karar verdi. Servis uzaktan göründüğünde sabahın soğuk yeliyle ürperdi. Belki bugün de onun son bekleyişi olacaktı servisi. Kötü düşünceleri kovalarcasına başını sallayıp servise bindi.

*

Omuzlarından beline uzanan ağrı dinmek bilmiyordu. Aksi gibi bir de regl olmuştu. Karnındaki sancı yüzünün buruşmasına sebep oluyordu. Sanki kaşlarını çatıp dudaklarını büzdüğünde ağrı geçecekmiş gibi geliyordu. Elinden gelen tek çözüm yolu buydu şimdilik. Yemekten sonra ağrı kesici içmeye karar vermişti. İdare etmeliydi. Kriz vardı bir kere. Nasıl olurdu da izin alırdı! Hem ne diyecekti Mehmet ustaya. Regl sancısı nedir bilmezdi ki! Bilse ne olacak, nasıl söylerdi! Yalan bulmak gerekecekti. Ama buna da gerek yoktu. Çünkü “küçülmeye gidiyoruz” diye işçi çıkarmalar artmıştı. Göze batamazdı şimdi. Dişini sıkmalıydı. Sıkacaktı sıkmasına ama bugün de müdür ortalıkta dolaşıp duruyordu. “İşler ay sonuna kadar bitecek” diyerek, sıkıştırıyordu bandı. Nefes almadan çalışmak zorunda kalıyordu. Yanındaki arkadaşı Ayşe “çok kötüysen izin al, canından değerli mi?” demiş, ardından da kafasını önüne eğmişti. İkisi de biliyordu ki yapacak bir şey yoktu. Bu sancı çekilecek, bu iş bitecekti!

*

Yemeği ağzında evirip çevirdi. Canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Kaldı ki önlerine konanın yemek olduğundan bile şüpheliydi. Şu patlıcan yemeğini yemeyeyim diye düşündü, yağ içinde yüzen patlıcana bakarak. Bir de ishal olursak yandık diye geçirdi içinden. Her hafta bir iki defa ishal olurdu. Bir tek kendisi değil tabi. Tüm fabrika karınlarını tutarak koşuştururlardı tuvalete. Sırf ilaç içmek için bir şeyler yemesi gerektiğini düşünüyordu artık. Ekmeği kemirmeye başladı usulca. Saat ilerledikçe geriliyordu. Bir tek o değil, herkes gergindi. Yemek boyunca kimse konuşmadı. Ama herkes birbirinin ne düşündüğünü biliyordu. Bugün günlerden Cuma idi. Bu akşam İnsan Kaynakları aralarından birkaçını yanına çağıracaktı. “Bugünü de atlatırsak iyi” diye mırıldandı arkadaşına.

*

Çay molası gelmişti sonunda. Elinde tuttuğu sıcak bardağı karnına yapıştırası geliyordu. Ağrı kesici fayda etmemişti. Tek istediği bacaklarını uzatıp sıcacık bir yatakta uyumaktı. Bu moladan sonra çalıştığı bölümün şefinin telefonu çalacaktı. O da “tamam, gönderiyorum” diyecek ve sonra kendisinin ağzının içine bakan kadınlara dönerek “sen, sen, sen!” diyecekti. Bu anı düşünmekten bıkmıştı artık ama düşünmeden de edemiyordu. Karnındaki sancı gittikçe artıyordu. Molanın bittiğini duyuran zil çaldığında ayağa kalktı. Başı önünde tezgahın başına gitti.

*

Düşüncelerini kontrol edemiyordu. Ya kendisini de çıkarırlarsa bugün? Borçlar almış başını gitmişti. Hadi borçları erteledi diyelim, başını önüne eğdi, yüzünü kızarttı diyelim, markete gidilmez olmuştu. Zar zor birkaç poşetlik bir şey alıyordu. Onu da alamazsa ne olurdu? Eski eşi çocukları isteyip duruyordu zaten. Mahkemeliklerdi de. Velayeti kaybedersem diye düşündü, göğsüne giren ağrıyla. Telefon çaldı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. “Ee-vet, evet! Tamam” deyip, kapamıştı telefonu şef. Bir şey dememişti. Birkaç emir savurmuştu ortalığa. Demek ki, yanlış alarmdı. Bir rahat nefes aldı. Bu arada elindeki işi iki defa düşürmüştü yere. Telefon ikinci defa çaldığında “artık tamam” demişti. Şefe bakamadı bile. Sağır olsam keşke diye düşündü. Sandalyeye oturup elindeki işi bırakarak beklemeye başladı. “Evet, tamam gönderiyorum” demişti. Kimi? Kendisini mi yoksa?

Şefin ağzından dökülen isimler arasında değildi. Kalbi göğsünü parçalayıp çıkacaktı sanki dışarı. Yanında çalışan arkadaşlardan ikisi hüzünle sarıldılar arkadaşlarına. Heyecan ve stres hüzne dönüşmüştü şimdi. Kulakları uğulduyordu artık. Bünyem bu kadar stresi kaldıramayacak diye düşündü. Arkadaşları vedalaşarak aşağıya İnsan Kaynakları’na inmişlerdi.

Stresten tuvalet temizliği sırasının kendisinde olduğunu unutmuştu. Şef ona dönüp “Hadi bakalım, herkes işine! Sen! Sıra sende bugün! Tuvaleti temizleyiver!” dediğinde sessizce tuvaletin yolunu tutmuştu. Lavabolara döktüğü çamaşır suyu iyice sersemletmişti onu. Elindeki süngerle hırsla ovalıyordu lavaboyu. Onuruna dokunuyordu her şey. Maaşından yapılan kesintiler, şu işten atılma stresi, yemekler... Bir de üstüne şu lavabo temizliği... Her şey ne içindi? Bir sonraki ayı getirebilmek için mi? Yaşamak bu muydu?

*

Ne oluyordu? Dışarıdan sesler geliyordu. Bu arkadaşı Sedef’in sesiydi. Hızla kartını basarak çıkışa doğru yöneldi. Çok kalabalıktı. Herkes çıkışta toplanmıştı. Demontajda çalışan Sedef de işten atılmıştı. Ve bağırıyordu. Anlamaya çalıştı önce. “Arkadaşlar, sessiz kaldığımız için tek tek işten atılıyoruz. Sessiz kalmayın. Örgütlenin! Örgütlenmedikçe her hafta sıramızı beklemeye devam edeceğiz!”

İnsan Kaynakları yetkilileri ve güvenlik görevlileri Sedef’in etrafını sarmıştı. Soğuktan ceketine sarılarak ne yapacağını bilemeden izliyordu. “Kıza bir şey yapmasalar bari” diye düşündü. Sedef, son kez seslenerek servisine binmişti. O da servisin yolunu tuttu. Sedef’in sesi kulaklarından gitmiyordu. Karnındaki sancıyla iki büklüm olmuş oturuyordu servis koltuğunda. Herkes Sedef’i konuşuyordu. Kimi hak veriyordu, kimi ise ayıplıyordu. O ise konuşacak gücü kendisinde bulamıyordu. “Haklıydı, haklıydı Sedef ama...” düşüncelerinin sonunu getiremiyordu. Sıcaklık damarlarında dolaşıyordu. Ağrılar içindeki bedenini uykuya teslim ederken, dudaklarında “ama” sözcüğü takılı kalmıştı.

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi