12 Ekim 2018
Sayı: KB 2018/38

Kriz derinleştikçe saray rejimi saldırganlaşıyor
Kriz derinleşiyor, enflasyon artıyor
İşçi ve emekçiden alınan vergiler gericiliğe akıtılıyor!
“Enflasyonla mücadele programı” faturayı emekçilere ödetme seferberliğidir!
Sağlık hakkına erişim giderek zorlaşıyor
“Sağlıkta dönüşüm” sağlık çalışanlarına şiddet ve ölüm getiriyor!
Teslim Demir yurtdışında kitlesel bir etkinlikle sonsuzluğa uğurlandı
Teslim Demir İzmir’de sonsuzluğa uğurlandı: Mücadelemizde yaşayacak!
4 ilde gözaltı terörü
Yasını tutmayacak, bize bıraktığın bayrağı her yerde dalgalandıracağız!
EKİM: Yeni bir çizgi, yeni bir kültür, yeni bir gelenek! - Teslim Demir
Siper yoldaşlarından Teslim Demir’e...
İşsizlik fonu yağması devam ediyor
Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için örgütlenelim!
“Greif işgaline açılan dava, sınıfın mücadelesine karşıdır”
Tutuklama saldırıları işçiler başını kaldırmasın diyedir
“Tüm işçi sınıfına gözdağı verilmek isteniyor”
IMF büyüme beklentilerini düşürdü
Özgürlüğüne ve geleceğine sahip çık
Sınırsız enerji
Bir Cuma hikayesi
Yeni Ekimler için!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sağlık hakkına erişim giderek zorlaşıyor

 

Sayıştay’ın 2017 yılına ilişkin yayınladığı denetim raporu Türkiye’deki üniversite hastanelerinin “iflas noktasında” olduğunu ve “mevcut yapılarını devam ettirmelerinin mali olarak imkansız” hale geldiğini belgelemiştir. Bu, aynı zamanda sağlık alanında uygulanan neo-liberal politikaların yıkıcı sonuçlarına da işaret etmektedir.

Özellikle ‘80’lerden sonra uygulanan neo-liberal politikalar sayesinde gelinen yerde sağlık hizmeti piyasalaştırılmış, hastalar müşteri, hastaneler de birer ticarethane haline getirilmiştir. Sağlık hizmeti ticarileştirildiğinde temel güdü kâr elde etmek olduğundan, hastadan ne kadar çok tetkik istenirse, ne kadar çok ameliyat gerçekleştirilirse kazandıran bir sistem yaratılmıştır. Bu şekilde “iş yükü” artan sağlık emekçilerinden de performansa dayalı bir başarı beklendiği için, hastanın ihtiyaçlarından öte hastaneye para kazandıracak bir tedavi uygulanması istenmektedir.

İşçi ve emekçilere parası yettiği kadar sağlık hizmeti veren bu sistem aynı zamanda çalışanlara performansa dayalı yoğun çalışma biçimini dayatmaktadır. Bunun getirisi ise artan hasta yoğunluğu, hasta başına ayrılan sürelerin düşmesi, özetle amacı kâr elde etmek olan niteliksiz sağlık sistemi gerçekliğidir. Sayıştay raporunun da belgelediği gibi, üniversite hastanelerinin bugün geldiği “iflas noktası” AKP döneminde Sağlıkta Dönüşüm Programı olarak devreye sokulan bu politikaların bir sonucudur.

Sayıştay raporuna göre Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Uludağ Üniversitesi hastaneleri iflas noktasına gelmişken, Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne bağlı araştırma ve uygulama hastanesinin, gelirleri giderleri karşılayamadığı için mali yapısının sürdürülebilir olmadığı açığa çıkmıştır. Süleyman Demirel Üniversitesi’nde hastanenin 13 milyon 633 bin lira zarar ettiği açığa çıkmış, hastanenin sağlık hizmeti sunmaya uzun süre devam etmesinin olanaksız olduğu bildirilmiştir. Aynı şekilde Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nin, mali yapısının bozulması neticesinde nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti sunmaya uzun süre devam edemeyeceği belirtilmiştir. Atatürk Üniversitesi Hastanesi’nin ilaç depolama ve ilaç akışını yöneten sisteminin çalışmadığı tespiti yapılmıştır. Türkiye’de ilk defa Atatürk Hastanesi’nde 1 milyon 842 bin lira karşılığında hayata geçirilen sistemin kurulum aşamasından hemen sonra arızalar verdiği ortaya çıkmış, kamu kaynağı atıl hale gelmiştir.

Kamu hastanelerine yeterli hasta gelmediğinde ya da tıbbi araç-gereç alımında yapılan yolsuzluklar-usulsüzlükler nedeniyle hastaneler iflasa uğramakta, zarar etmektedir. Sağlıkta dönüşümün kamu hastanelerinde oluşturduğu bu yıkım AKP’yi rahatız etmemektedir. Aksine onların şimdi yeni bir alternatifleri vardır: Şehir hastaneleri! Şehir hastaneleri projesi, kamusal sağlık hizmetinden vazgeçilerek, döner sermayeli sağlık işletmeleri modeline geçilmesidir. Kamuda iflas eden üniversite hastanelerini bahane ederek muhtemeldir ki daha çok şehir hastanesi projesini devreye sokmak isteyeceklerdir.

Şehir hastaneleri, Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) faaliyeti olarak birer rant projesidir. Sağlıkta ticarileşmenin geldiği son haldir. Kamu-özel ortaklığı kapsamında hazırlanan şehir hastanelerinde yap-işlet ve kirala-devret modeli uygulanmaktadır. Bu projelerle, sağlık hizmeti tümden paralı hale getirilmekte ve sağlık hizmetine ulaşım giderek zorlaştırılmaktadır. Devletin, hastane yataklarının %70 doluluğunu taahhüt ettiği şehir hastanelerinin “müşteri” bulması için, şehir merkezlerindeki hastaneler kapatılmakta, hastane düzeyinde sağlık hizmeti ağırlıklı olarak şehir hastaneleri üzerinden verilerek, işçi ve emekçiler buralara gitmeye mecbur bırakılmaktadır. İflasının önü açılan üniversite hastaneleri gerçekliğine özellikle buradan bakmak gerekmektedir. Ayrıca kendisi başlı başına bir rant projesi olan şehir hastaneleri başka rantların da önünü açmakta, örneğin kapatılan hastanelerin bulunduğu araziler ranta açılmaktadır.

Özetle neo-liberal politikalara uyumlu biçimde AKP’nin sağlık hizmetine bakışı tamamen kâr odaklıdır. Bu sistemin geldiği nokta son olarak kanser hastalarının hastanelerden ilaç yok diye geri çevrilmesi, döviz kurlarındaki artış bahane edilerek ameliyathanelerde kullanılacak malzemelerin alımına sınırlama getirilmesi vb.dir. Son açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda, 2019 yılı bütçesinde “tasarruf ve tedbir” amacıyla gidilecek kısıntıların 10,1 milyar TL’sinin sosyal güvenlik kaleminden yapılacağının belirtilmesi ise önümüzdeki süreçte durumun daha da vahim bir hal alacağını göstermektedir.

 

 

 

 

Hekimler sağlıkta şiddete karşı yürüdü

 

Dr. Fikret Hacıosman’ın öldürülmesinin ardından 5 Ekim’de İstanbul’da hekimler şiddetin son bulması ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için yürüyüş gerçekleştirdi.

İstanbul Aile Hekimliği Derneği (İSTAHED) tarafından düzenlenen yürüyüş için iş bırakan hekimler İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi önünde toplandı.

Hekimler “Sağlık çalışanına şiddet terörü sona ersin” önlükleri ve dövizleriyle buradan sessiz bir şekilde İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne yürüdü. Sağlıkta şiddet sonucu yaşamını yitiren hekimlerin fotoğrafları da taşındı.

Burada yapılan konuşmalarda sağlıkta şiddeti ortaya çıkaran politikaların sona ermesi ve şiddeti önlemek için gerekli yasal düzenlemenin bir an önce yapılması istenerek aksi takdirde eylemlerin devam edeceği belirtildi.

Ortak açıklamayı ise İSTAHED Genel Sekreteri Aslı Öncel okudu.

Sağlık işkolunun en riskli meslek gruplarından biri haline geldiğin ancak buna alışmayacaklarını ve şiddeti kanıksamayacaklarını vurguladı.

Sağlıkta performans dayatmasının, hastaları ve yakınlarını usulsüz taleplere zorlayan sağlık sisteminin sağlıkta şiddeti ortaya çıkaran etkenler olduğunu belirterek şunları söyledi: “Her konuda 1 saatte kanun yapabilen, kararname çıkarabilen yasama ve yürütme bizleri daha fazla oyalamaya çalışmasın. Kanun talebimiz nettir. Türk Ceza Kanunu’na 2 madde eklenmelidir. İlki, sağlık çalışanına görevi esnasında ya da görevinden dolayı şiddet uygulayan kişi 2 ila 4 yıl arasında hapis cezası ile yargılanmalı ve ceza ertelenmemeli. İkincisi, diğer vatandaşların sağlık hakkını da gasp etmişse ceza yarı oranda arttırılmalı. Bu 2 madde için onlarca sağlıkçının, hekimin, hemşirenin, 112 çalışanının ölmesi mi gerekiyordu?”

Sağlıkta şiddet nedeniyle yaşamını yitiren arkadaşlarını anan hekimler karanfiller bırakarak eylemi sonlandırdı.