3 Kasım 2017
Sayı: KB 2017/42

Gelecek mutlak sosyalizm!
Mafyalaşmış devlet geleneği sürüyor, sistem çürüyor!
Eski aktöre “yeni görev”
Tek tipleştirilmeye teslim olmayacağız!
Zafer pasif değil, aktif direniştedir!
“Baskıya ve güvencesizliğe karşı tek çözüm direnmektir”
Gülmen ve Özakça’nın doktoru uyardı: Her an her şey olabilir!
Torba yasadan madencinin payına ceset torbaları düşecek!
“Devrimci partinin varlığı devrime hazırlığın ve devrimin geleceğidir!
DEV TEKSTİL GMYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
İş cinayetlerine karşı örgütlü mücadeleye!
Birleşik Metal-İş’te neler oluyor?
Bir sömürü cenneti Mercedes-Benz
Şanlı devrimin, devrimci kadınları!
YÖK ve YÖK düzenine karşı 6 Kasım’da alanlara…
MEB’den öğrencilere baraka, sermayeye rant alanı
Bağımsızlık referandumları ve kapitalizmin çürümüşlüğü
Her yerin şarkısı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Baskıya ve güvencesizliğe karşı tek çözüm direnmektir”

 

Kamuda yaşanan ihraçların ardından devreye sokulan sözleşmeli öğretmenlik, sözlü mülakatla alım gibi uygulamaları, ihraç edilmelerine karşı İstanbul’daki direnişte yer alan kamu emekçileriyle konuştuk.

-15 Temmuz’un ardından “FETÖ” gerekçesiyle ihraçlar gerçekleştirildi. Yaklaşık 4 bin KESK’li de ihraç edildi. Bunların ardından sözleşmeli öğretmenlik dönemi başladı. Sözleşmeli öğretmenlerin “güvenlik soruşturması” adı altında bilgileri inceleniyor. “Uygun görülmeyenler”in kişiye özel atama iptal kararnamesi ile göreve başlamaları engelleniyor. Bu uygulamayı iş güvencesi ve AKP iktidarının gerici kadrolaşması açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hüseyin Demir: Sözleşmeli çalışma kendi başına bir güvencesizlik barındırıyor. Oradan doğru da hükümet istediği gibi daha kolay kadrolaşabileceğini düşünüyor. Bunun bir ayağı kadrolaşmadır ama diğer ayağı da güvencesizleştirmedir. Bence bu kadrolaşma da güvencesizleştirmenin bir parçasıdır. Hükümet kendisine çok sadık bir memur kadrosu arıyor. Ve bunları da güvencesiz bir şekilde istihdam ediyor. Şimdi bu uzun süredir devam eden bir süreç aslında. En başta aday öğretmenlere, stajyer öğretmenlere mülakat yapılması olayı vardı. Bu kadrolaşmanın ilk ayağıydı. Müdürlerin, müdür yardımcılarının merkezi şekilde atanması söz konusuydu. En sonunda sözleşmeli çalışmanın yaygınlaştırılması ve onların da soruşturmayla alınması bu kadrolaşmanın daha da üst düzeylere taşındığını gösteriyor. Aynı zamanda güvencesizleştirmeyle de el ele giden bir kadrolaşma söz konusu. AKP kendi yandaşlarını dahi en güvencesiz koşullarda çalıştırmayı ihmal etmiyor. ‘AKP’li olmayanı almayacağım’ diyor. Ve bunu da bin bir türlü soruşturmayla yapıyor. Biz çok iyi biliyoruz ki bu soruşturmalar falan da hikaye. Sonuçta kimlerin göreve alınacağı cemaatlerden, tarikatlardan veya AKP’ye yakın kurumlardan ve AKP’nin çeşitli birimlerinden gelecek listelerden doğru oluşturulacaktır.

Sözleşmeli öğretmenlik, güvencesizlik ve örgütsüzlüktür”

Bu memur kadroları sözleşmeli bir şekilde, güvencesiz ve her an işten atılabilecek koşullarda çalıştırılacaktır. Şu an onlara dayatılan çalışma koşulları geçmişteki eğitimcilerin haklarının yanında bir hiçtir. İşsiz bir insan için her türlü koşulda çalışmak belki iyi gözükebilir ama sonuçta mücadele edilmesi gerekir. Bir idare sopası altında her türlü tacize, her türlü mobbinge karşı da dayanıksız koşullarda çalışacağı, müdürün iki dudağının arasında olacağı hatta ilerleyen dönemlerde müdürlerin artık öğretmenleri alıp öğretmenleri işten atabileceği bir durumun geleceği süreçler başlamıştır. Buna karşı tek çözüm direnmektir. Bu koşullar da kölece çalışmaktır. Aynı zamanda esnek çalışma da bunun arkasından gelecektir. Mesela işiniz tanımlıdır ama size istedikleri bir işi de verebilir ve siz buna ‘hayır’ diyemezsiniz. Müdürle çatışmak istemezsiniz, idare ile çatışmak istemezsiniz, hakkınızda herhangi bir soruşturma açılmasını istemezsiniz. Dolayısıyla size söylenen her şeyi yapmak zorunda kalırsınız. Sözleşmelilerin bir kısmı işten atıldı. Bu da bu işin ne kadar güvencesiz, dayanaksız olduğunu gösteriyor. Zaten hükümetin amacı bu. Emekçileri tamamen güvencesiz bırakmak. Bu toplamda bütün emekçilere dönük saldırıdır, işçi sınıfına yönelik bir saldırıdır. Bu saldırının kamudaki uzantısıdır sözleşmeli çalışma, taşeron çalışma. Emekçiler açısından ise sendikasızlaşmadır, örgütsüzleştirmedir. Aynı zamanda bu örgütsüzleşme anlamına da gelecektir. Örgütsüzleşme de sizi tamamen savunmasız hale getirecektir. Ve bu köleliktir.

Emekçilerin iktidarı mutlaka kurulacaktır”

Özgür Karadaş: Aslında AKP’nin OHAL’i bir bahane olarak, bir baskı unsuru olarak kullandığı ortada. AKP bu süreçte, özellikle OHAL sonrası emekçilere uygulamış olduğu baskıyı daha fazla yükseltti, arttırdı, derinleştirdi. Özellikle kamu emekçileri açısından ele alacak olursak binlerce ilerici, muhalif, devrimci kamu emekçisinin işten atılması aslında bunu gösteriyor. Tabi bu esnada AKP bununla yetinmiyor. Önümüzdeki süreci de kendi cephesinden nasıl öreceği üzerine bir çalışma yapıyor. AKP özellikle eğitim açısından ele aldığımızda ilerici, yurtsever, devrimci öğretmenlerin, eğitimcilerin eğitim alanından tamamen dışlanması ve yok sayılması üzerine bir eğitim politikası geliştiriyor. Dolayısıyla bu sözleşmeler ve mülakatlarda yapılan bu istihbari araştırmalar aslında bunu gösteriyor bize. AKP’nin önümüzdeki süreci daha gerici ve sömürücü bir eksen üzerine kurduğunu gözlemlemekteyiz. Eğitim emekçilerini dışlamasını sadece ilerici, muhalif eğitim emekçilerine yapılan bir baskı unsuru olarak ele almamamız gerekiyor. Aynı zamanda işin bir de şu yanı var; bugün çocukların gelecekteki ideolojik şekillenmelerini de AKP aslında bir yere kanalize etmek istiyor. Bugün içinden geçtiğimiz süreç tam anlamıyla Türk-İslam sentezinin pratiğe yansımasıdır. Bugün Türk-İslam anlayışına uygun gençler yetiştirmek istiyorlar. Yani bir yanıyla daha milliyetçi, ırkçı bir yanıyla daha dinci, gerici, yobaz bir gençlik yetiştirmek istiyor. Bunlar AKP’nin iktidara geldiğinden beri uyguladığı politikalardı. Ama OHAL ile birlikte şu an devlet kadroları içerisinde, aynı zamanda eğitim kadroları içerisinde AKP tam olarak gerici, faşist bir odak yaratmak istiyor. Buna kesinlikle bu ülkenin ilericilerinin, devrimcilerinin teslim olmayacağını düşünüyorum. Son olarak şunu söyleyebilirim. Eğitim alanındaki tüm saldırıları bütünlüklü olarak okumak gerekiyor. Bunların hepsi aslında AKP’de cisimleşen sermaye egemenliğinin yeniden yeniden üretimi anlamına gelmektedir. Bizler buna karşı direnişi artık başka bir noktaya evriltmek zorundayız ve bu zorbalık sürecinde kesinlikle mücadeleden geri durmamamız gerekiyor. Ve mücadeleyi bir bütün olarak düşünmemiz gerekiyor. Bugün şunu çok iyi biliyoruz ki; bu ülkede işçi sınıfı ayağa kalktığında, tarihsel görevlerini ve güncel politik görevlerini yerine getirdiğinde mutlaka AKP ve onun temsil ettiği bu düzen yıkılacaktır. İlericilerin, eşitlikçilerin savunduğu gibi emekçilerin iktidarı mutlaka kurulacaktır. Ve bunun ertelenemez siyasi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Bugün bizim açımızdan, işinden ihraç edilen emekçiler açısından böyledir. Öteki türlüsünü düşünemiyorum bile. Muhalif, devrimci, ilerici, aydın, yurtsever bir dinamiğin bu başlıklarda mücadeleden imtina etmesini kesinlikle kabul edemeyiz. Bugün zaten bizler de bunu icra etmeye çalışanlarız. Çok teşekkür ederim.

Gerici eğitimin önünde engel olduğumuz için ihraç edildik”

Fatma Yıldırım: 15 Temmuz öncesinde zaten planlanan bir saldırı vardı. Biz bunu Eğitim Sen olarak da ifade ediyorduk. İş yeri temsilcisiydim ben de, bunu okullarımızda söylüyorduk. ‘İş güvencemize yönelik bir saldırı söz konusu. kadro güvencesi ortadan kaldırılmak isteniyor’ diye. Biz bunu öngörmüştük ve bununla ilgili çalışmalar da yürütüyorduk. İş bırakma eylemlerimiz oluyordu. Bütün öngörülerimiz aslında gerçekleşmiş oldu. İktidar kendince 15 Temmuz’u bir fırsata çevirdi. Bulunmaz bir nimet olarak değerlendirdi bunu ve 100 bini aşkın kamu emekçisini bir gecede ihraç etti. Kendisi de çok iyi biliyor. Standart hukuk kurallarına göre olması gereken şudur; bir devlet memurunun suçu olduğu düşünülüyorsa o kişi hakkında önce soruşturma açılır. Ama bizi işimizden atma sebepleri “terörle irtibat ve iltisak.” Böyle bir suçlama ancak adli olarak ortaya konur, kanıtlanır ve biz ceza alırsak devlet memurluğu sonlanır. Fakat son derece haksız, hukuksuz bir şekilde işten atıldık. Amaçları da zaten kadro yükünü üzerlerinden atmaktı. Çok basit bir örnek; ben atıldıktan bir gün sonra ücretli bir öğretmen çalışmaya başladı sınıfımda ve bin TL ücretle çalışıyor. Bizim ihracımızdan sonra zaten kadrolu alım durduruldu öğretmenlikte. Mülakatlar devreye girdi ve mülakatlarda da en ufak bir muhalefeti olan dahi kesinlikle alınmadı. KPSS’den 90 puan alan birçok öğretmen mülakatlardan 40 puan aldığı için o mülakatlardan geçemedi. Mülakatlarda “Reis kimdir?”, “Ailenizde oruç tutan, namaz kılan var mı?”, “Gezi direnişine katıldın mı?” gibi soruların kesinlikle, öğretmen olabilecek bir adaya sorulmadığını iddia etmişlerdi. Bunları sorduklarını inkar ettiler. Resmi olarak sorulmadı dendi ama bütün medya bununla çalkalandı, bu konuşuldu. Şimdi de sözleşmeli öğretmenlik üzerinden adayları güvenlik soruşturmasına tabi tutuyorlar. Bir insanın suçu sabitse onu yargılarsınız. Suçu sabit olmayan bir insanı herhangi bir haktan mahrum bırakmak en basit deyimle bir insanlık suçudur bana göre. Ne vicdana, ne akla, ne hukuka, hiçbir şeye sığmamaktadır. Yani burjuva hukukunun dahi devreye sokulmadığı, neredeyse mafya yasalarının işletildiği bir dönemden geçiyoruz.

-Sözleşmeli öğretmenlik, güvenlik soruşturmasıyla alımlar, müfredat değişiklikleri gibi uygulamalarla ne değişecek sizce?

Fatma Yıldırım: Ben bunları iktidarın ekonomik sıkışmasından bağımsız görmüyorum. Yıllarca birçok kurum özelleştirilerek bu yük hafifletilmişti. Neredeyse satılmayan devlet kurumu kalmamıştı. Eğitim ve sağlık hizmetleri kısmi olarak devlet güvencesinde idi daha önce, şimdi artık onlar da ortadan kaldırıldı. İşçilere yönelik de bir yığın saldırı var. Kıdem tazminatı kaldırılmak isteniyor. İş güvenceleri tamamen ortadan kaldırıldı. Taşeron sistemi yaygınlaştırıldı. Kiralık işçilik bir senedir devreye sokulmuş durumda. Topyekûn bir güvencesizlik söz konusu biz işçi ve emekçilere yönelik. Bunun bir diğer kısmı da eğitimde gericileşme. Biz Eğitim Sen’li öğretmenler olarak onların önünde engeldik. İlericiliği, laikliği, demokrasiyi savunan öğretmenler... Okullarda para toplamaya çalışıyorlardı, biz buna izin vermiyorduk. Kendi okulumdan örnek verirsem, kaymakamlık emriyle, zorla bütün çocukları altın ödüllü, dini içerikli yarışmaya sokmaya çalışıyorlardı. Biz ‘bunu yapamazsınız’ diyorduk. Basında duyurmaya çalışıyorduk. Ve sonuçta hedefleri olduk. Bundan sonra da biz onları bu yönüyle teşhir etmeye devam edeceğiz. Hem kamu yükünü üzerinden atmaya hem de gericileştirmeye çalışıyorlar okulları. Ana sınıfındaki çocukların camilere götürülmek istendiği bir süreçten geçiyoruz. Eğer sendikalar artık güçlü bir çalışma yürütüp bunun önünde engel oluşturmazsa okulları tamamen gericiliğin eline teslim etmiş olacağız. Bu konuda çok ciddi çaba gösterilmesi gerekiyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

İstanbul’da emekçilerin direnişi sürüyor: Bize bahşetmediğinizi bizden alamazsınız!

 

KHK’larla ihraç edilen Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesi emekçilerin direnişi devam ediyor.

27 Ekim günü Kartal’da yapılan oturma eyleminde direnişçilerden Songül Tunçdemir’in okuduğu basın açıklamasında, iktidarın saldırıları teşhir edilirken emekçilerin mücadelelerini sürdürecekleri vurgulandı. Saat 17.00’de Eğitim Sen Kartal 5 Nolu Şube önünden eyleme destek için yürüyüş yapıldı. Saat 17.30’da basın açıklaması gerçekleştirilerek eylem sonlandırıldı.

28 Ekim günü de Kadıköy ve Bakırköy’de yapılan eylemlerle direnişin 36. haftası geride bırakıldı. Eylemlerde okunan açıklamalarda AKP iktidarının sermayeye hizmetlerine dikkat çekilerek, grev yasaklarına ve kıdem tazminatının fona devrine değinildi. Açıklamanın devamında gerici tarikat ve cemaatlerin eğitim kurumlarında yer edinmesine, rantçı belediyeciliğe, çevrenin yağma ve talanına, kadına şiddete, taciz, tecavüz ve Ortaçağ zihniyetine karşı oldukları ifade edildi.

30 Ekim günü de eylemler sürdü. İstanbul’un iki yakasında yapılan eylemlerle direnişin 37. haftasına girildi. Eylemlerde AKP iktidarının gerici kadrolaşması üzerinde duruldu, OHAL ve KHK saldırıları teşhir edildi. Okunan açıklamalarda hukuksuzca gerçekleştirilen ihraçların aynı zamanda onursuzlaştırma ve toplumdan tecrit etme hedefi güttüğüne dikkat çekildi. İktidarın muhalif kesimler üzerindeki baskılarının artık sökmeyeceği, iktidarın emekçiler nezdinde teşhir olduğu belirtilen açıklamada “Saldırganlığınız boşuna. Siz gideceksiniz. Emekçiler kalacak. Bizler de geri döneceğiz” denildi.

1 Kasım günkü eylemlerde de muhalif kimlikleri ve mücadelelerinden dolayı ihraç edildiklerine dikkat çeken direnişçiler, “Bize bahşetmediğinizi bizden alamazsınız” dediler. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumuna değinerek mücadele çağrısı yapan direnişçiler, işlerine dönene kadar direnişlerini sürdüreceklerini ifade ediyorlar.

 
§