25 Mart 2016
Sayı: KB 2016/12

Savaş, sömürü, baskı, zulüm...
Sokakların sessizliği!
Sınıf eksenli birleşik devrimci direniş
Gözaltı ve tutuklamalar sömürü düzeninin devamı için
Güçlü bir 1 Mayıs için seferber olalım!
Belirleyici olan işçilerin birliği ve üretimden gelen gücünü kullanma başarısıdır!
Topyekûn saldırılara karşı topyekûn direnişe!
Kölelik yasalarının önünü açmak için “taşeron kalkıyor” yalanı
Samba’dan mı ithal edelim yoksa Vals’ten mi?
Mercedes işçileri ilk önemli adımı attı
Bu mücadele devam ediyor, yeni dönemin bilinci, güçleri ve unsurlarıyla…
Yasaklara rağmen Newroz ateşleri yakıldı
Amed’de on binler Newroz’u coşkuyla kutladı
Avrupa Newroz’una coşku ve direniş kararlılığı hakimdi
Rojava’da kırılgan federasyon ilanı
Obama Küba’da “değişim” peşinde
Dinci-gericiliğin tecavüzü aklama çabaları
Devrimci Gençlik Birliği II. Genel Kurulu gerçekleşti
“Vurulup düşseler de her kuşatmada, serüvencidirler onlar ve hiç ölmezler”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sokakların sessizliği!

 

Sermaye devletinin ve dümenindeki AKP iktidarının savaş politikaları, ülkenin metropollerinde bombaların patlamasına neden oluyor. Sokaklar ve özellikle de kent merkezleri boşalıyor. Toplum üzerinde yaratılan korku ve sindirilmişlik havası, işçi sınıfı ve emekçileri bekleyen kapsamlı yıkım saldırılarının hayata geçirilmesi için burjuvaziye oldukça müsait bir zemin hazırlıyor.

Diğer taraftan, şimdiye dek yaşanmış sosyal yıkım saldırılarının hayata geçtiği dönemlere bakılırsa, sermaye düzeninin başarılarını böylesine karanlık zamanlara borçlu olduğu görülecektir. 12 Eylül ile birlikte uygulanan 24 Ocak kararları buna çarpıcı bir örnektir. 12 Eylül sonrası işçi sınıfının yeniden ayağa kalktığı '89 Bahar Eylemleri’nin önüne geçmek için de Irak işgali bahane edilmişti. Sendika bürokrasisinin de yardımıyla yükselen sınıf hareketi kırılabilmiş, dönemin öncü işçi kuşağı toplu işten çıkarmalarla tasfiye edilmişti. Sermaye hükümetleri payına, dikensiz gül bahçesi yaratabilmek için coğrafyamızın kan gölüne dönmüş olması bulunmaz bir fırsattı. '90’lı yıllardaki 5 Nisan Paketi’nin hayata geçtiği koşullar da işte böylesi bir dönemin kanlı izlerini taşıyordu. On binlerce insanın hayatını kaybettiği büyük Marmara depremi bile devlet tarafından bir imkâna dönüştürülmüştü. On binlerce insan hala enkaz altındayken, aynı günlerde mecliste sosyal yıkım yasaları ve mezarda emeklilik onaylanıyordu.

İçinde bulunduğumuz şu dönem, elbette yarınlarda da önemli bir tarihsel kesit olarak kendinden bahsettirecektir. Kürt halkının payına vahşetin düştüğü bu süreçte, Türkiye işçi sınıfını da ellerinde kalan son kazanımları kaybetme tehlikesi bekliyor.

Kapitalist-emperyalist dünya düzeninin, vahşi katliamları hayata geçirmeleri için her türlü askeri-lojistik desteği verdikleri, buna uygun bir ortam yarattıkları IŞİD, El Kaide, El Nusra vb. gerici çeteler yüz milyonlarca insana korku salarken, tenhalaşan sokaklar bir çelişki gibi görünse de en çok da tüm bu yaratıkları besleyip büyütenlerin işine gelmektedir. Düzen Kürt illerinde sokağa çıkma yasağını sıkıyönetim yasaları ile hayata geçirirken, metropollerde bunu gerici çetelerin yardımıyla yapıyor. Zira aykırı sesleri duymaya tahammülü olmayanların, boşalan sokaklardan şikâyetleri ancak kazançlarını etkilerse olacaktır. Bu nedenle onlar AVM’lerde, ticaret merkezlerinde para dolaşımını güvenceye almaya çalışacaklar, ancak toplumsal eylemleri “güvenliğinizi sağlayamayız” bahanesiyle yasaklamaya devam edeceklerdir. “Kendi güvenliğimizi kendimiz sağlarız” diyerek sokağa çıkanlar ise devletin yasal ve yasa dışı şiddet aygıtlarını karşılarında bulacaklardır. Tıpkı şu günlerde sıklıkla yaşandığı gibi.

Sokaklar böylesine boşaltılmak istense de, gerçek şu ki tüm üretim alanlarında, fabrikalarda, madenlerde hayat eskisinden daha da ağırlaşarak sürmekte, sömürü düzeninin acımasız çarkları dönmeye devam etmektedir. Fakat fabrikalar da, tarlalar da emeğin olduğu gibi sokaklar da emeğin, emekçilerin olmalıdır. Sermaye sınıfının her türlü saldırısına karşı yanıt başta üretim alanları olmak üzere, sokaklarda ve tüm mücadele alanlarında verilebilmelidir. Ki ancak bu uzun ve çetin sınıf mücadelelerinin sonucunda siyasi iktidar da burjuvazinin değil, proletaryanın olabilsin.

 

 

 

 

Güvenlik” adı altında barbarlığın yolu düzleniyor

 

Türk sermaye devleti sözcüleri kendi denetimlerinde bulunan medyaları aracılığıyla “korkmaya gerek yok”, “teröre teslim olmayacağız” derken önce hep bir ağızdan “her yerde canlı bombalar aranıyor” haberlerini yaydı.

Bu medya ki, istemedikleri haberleri yayınlamayan, gizli kalmasını istedikleri kirli ilişkilerinden tek söz etmeyen medya...

Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada takip edilen “dev derbi” ertelendi. Tüm Türkiye’yi çok (!) ilgilendiren “milli” takım kampı iptal edildi.

Sözde “korkmaya gerek yok” derken, bilhassa korkutmaya çalışırcasına bu adımlar atıldı.

Bütün bunlar olurken Newrozlar’ı “terör” diye hedef gösteren devlet, tüm saldırı aygıtlarını sokağa yığdı, OHAL uygulamalarını hayata geçirdi. Ülkede “devletin gücünü göstermeye” dönük adımlar attı.

Bir yandan korkutan, diğer yandan da “güvenlik” adı altında devlet terörünü hayata geçiren devlet...

İşçi sınıfı yanıt vermeli

Türk sermaye devleti, polis rejimini koyulaştırarak kendi yarattığı huzursuzluğu korkuya dönüştürmeye çalışıyor ve toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerini teslim almaya çalışıyor. Bunlarla “güvenlik” sağladığını iddia ediyor. Oysa ki bugüne kadar sözde “teröre karşı” açılan savaşlar, alınan sözde “güvenlik” önlemleri gösteriyor ki, sorun hiç de böyle çözülmüyor; aksine böyle daha da ağırlaşıyor. Nitekim bugünkü tablonun kaynağı, tam da Türkiye’nin de parçası olduğu Ortadoğu’da hayata geçirilen ABD’nin saldırgan politikalarıdır. Tek örnek ABD’nin Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmesi de değildir. Esas örnekler, emperyalist tekellerin güdümündeki sermaye devletlerinin savaş ve saldırganlığın dozunu arttırmasının da kaynağı olan çatışan çıkarlarla birlikte ortaya çıkan dünya çapındaki emperyalist paylaşım savaşlarıdır. 20. yüzyılın iki büyük savaşı, emperyalist kapitalizmin farklı sermaye kesimlerinin dünyanın farklı bölgelerindeki nüfuz mücadelelerinin sonucu patlak vermiştir. Bu kirli savaşlara ve emperyalist hegemonya mücadelelerine karşı işçi sınıfı kendi çıkarlarına sahip çıkarak yanıt vermediği sürece sermayenin çıkarlarının kölesi olarak sessiz sedasız barbarlığa mahkum edilecektir.


 
§