3 Temmuz 2015
Sayı: KB 2015/26

Seçeneksiz düzene ve gerici savaş çığırtkanlığına karşı devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
AKP güdümündeki sermaye iktidarı savaş tamtamları çalıyor
AKP Suriye Kürdistanı'nı boğmak için savaşa hazırlanıyor! - H.Yağmur
Siyasal krizin ortasında savaş tamtamları
Kürt halkıyla dayanışmaya!
Sendikal bürokrasinin ‘yeni sendika’ hazımsızlığı!
Metal İşçileri Birliği’nden muhasebe
Opsan direnişinin gösterdikleri
Türk Metal çetesi işçi kanı dökmeye devam ediyor!
MİB’den Arçelik LG işçilerine çağrı
“En büyük koalisyonu biz kurduk!”
Kamuda TİS süreci ve icazetçi-bürokratik çizginin ruhsuzluğu
SES MTK'sının gösterdikleri
İşçilerin Birliği Derneği'ne saldırılar ve kapatma davası süreci
DEV TEKSTİL genel kurula hazırlanıyor
BYUAŞ işçileri: Yurdakul’dan hesap soracağız!
Kapitalizmin aynasında Yunanistan bataklığı - A. Engin Yılmaz
Düzen-devrim arafında reformistler: Ya düzene hizmet ya yok oluş!
Ermenistan'da 'Haziran' günleri - M. Ak
Kobanê katliamına protesto
İstanbul'da 2 Temmuz mitingi
Adana, Mersin ve İstanbul'da kamp çağrısı
"Şirretin merkezi AKP'nin medyası"
Kamp Armen için eylemler
"Cezasızlık son bulmalı"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmin aynasında Yunanistan bataklığı

A. Engin Yılmaz

 

Yunanistan krizi” aylardır Avrupa gündeminin baş köşesindeki yerini ve önemini koruyor. Krizi çözmek adına beş aydan bu yana sayısız ve sonuçsuz toplantılar gerçekleşti. Her biri büyük gerilimlere, şantajlara, Yunan hükümeti üzerindeki bunaltıcı baskılara ve aşağılamalara konu olan zirveler birbirini izledi. "Çözüm" için umutların bağlandığı Brüksel’deki son AB liderler zirvesinde de umutlar tükendi ve sonrasındaki tüm girişimler de sonuçsuz kalarak “müzakereler” çökmüş oldu.

Syriza, daha en başından itibaren Avrupa mali sermayesinin boğucu baskılarına dayanamayarak AB’ye teslim olmuş ve seçmenlerine verdiği hemen bütün sözleri unutarak sosyal yıkım saldırısının yeni bir temsilcisi olduğunu kanıtlamıştı. O, 'Troyka'nın dayatmalarına her aşamada boyun eğmiş, böylece 'Selanik Manifestosu'nu bir kenara iterek kendi kırmızı çizgilerinin en son noktasına gerilemişti. Fakat Troyka bu kadarını da yeterli bulmadı. Emekli maaşlarındaki kesintinin derhal yapılması, erken emekliliğin Yunanistan’ın önerdiği gibi 2016’da değil, daha erken sınırlandırılması ve KDV oranlarının arttırılması Yunan hükümetine insafsızca ve küstahça bir kez daha dayatıldı. Fakat dayatılan bu konular Syriza’nın teslimiyeti vardırdığı kırıntı düzeyindeki son ‘kırmızı’ çizgilerdi ve ötesi yoktu. Ne var ki şantaj ve tehditler sonucu bu son kırmızı çizgide de ‘mezarda emeklilik’i kabul ederek önemli tavizler vermesine rağmen, Avrupa mali sermayesi, Syriza’nın burnunu sürtme kararlılığını bir kez daha gösterdi.

Syriza bugüne kadar Troyka’nın yıkım politikalarını uygulayarak AB şeflerinde baskı ve şantajlara daha fazla boyun eğebileceği, ödemek zorunda olduğu borçlar ve muhtaç olduğu krediler nedeniyle rehin alınmaya ‘gönüllü’ olduğu umut ve inancını fazlasıyla yaratmış bulunuyor. Bu umut ve inançtan dolayıdır ki Troyka, Yunan hükümetinden utanç verici bir teslimiyet talep ediyor. Bunun kabul edilmemesi durumunda borçların ertelenmeyeceği ve tek bir kuruş kredi verilmeyeceği tehdidi savuruyor.

Tsipras’ı iktidara getiren sayısız vaatlerin en önemlilerinden biri de Avrupa Birliği ve kreditörlerin dayatmalarına karşı 13 milyar Euro tutarında “kemer gevşetme” politikası izleyeceği sözüydü. Ne var ki Tsipras’ın evdeki hesabı çarşıya uymadı ve kendi iktidarı boyunca “kemer gevşetme” politikasından vazgeçerek kemer sıkma politikasının en son sınırına savruldu. Zira Troyka’nın “Yunan hükümetinin yeni tasarruf planında bir şey yok” türündeki itirazı, Syriza hükümetinin, yeni ürünlerin KDV kapsamına alınmasından memur ve emekli maaşlarında indirime varan bir dizi kemer sıkma tedbirini olduğu gibi kabul etmemesi konusunda ısrar ediyor olmasından kaynaklanıyor. Özel mülkiyet tekeli parçalanmadığı sürece bu labirentten çıkış olmayacak ve Yunanistan kapitalizmin bataklığı olmaya devam edecektir.

Selanik Manifestosu’ndan işçi sınıfına ihanete

IMF’ye 30 Haziran’a kadar 1.6 milyar Euro ödemesi gereken ve Avrupa Komisyonu, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’nın bir türlü vermediği 7.2 milyar Euro’luk kurtarma kredisini kapmak ve iflastan kurtulabilmek için Syriza’nın bugüne kadar verdiği hiçbir taviz işe yaramadı, her defasında daha ağır şartlar dayatıldı. İktidara geldikten kısa bir süre sonra kendisine dayatılan tüm şartları adım adım kabul eden Syriza, Yunanistan işçi sınıfı ve emekçilerine kurtuluş umudu olarak sunduğu o ünlü ‘Selanik Manifestosu’nu sahipsiz bırakarak emekçi kitlelere ihanet etti. Fakat ardı arkası gelmeyen ihanetler serisi de krizi aşmaya yetmedi.

AB burjuvazisiyle Yunanistan hükümeti arasında kangrene dönüşen krizin çözümü için son haftalarda hızlandırılan ‘müzakere’ trafiği çalkantılı, gerilimli ve bunaltıcı yoğun görüşmelerle geçti ve nihayet 22 Haziran’da AB liderler zirvesinde anlaşmaya varılacağı iyimserliği de boşa çıkmış oldu. Bunun üzerine Tsipras yeni tavizler içeren yeni bir mali programı AB ve IMF’ye sundu. Son bir hafta içerisinde Euro maliye bakanlarıyla yapılan üç önemli toplantıda da AB şefleri ve kreditörler Tsipras’ın ifadesiyle “mantık dışı, tahammül edilemeyecek” daha ağır şartlar ileri sürerek krizi derinleştirmiş oldular. Troyka tarafında Yunanistan hükümetinin bir reform listesinden yoksun olduğu ve bundan dolayı bir anlaşmaya varılmadığı iddiası tam bir insafsızlık ve pervasızlık örneğidir. Asıl gerçek, Syriza’nın bütün müzakere sürecinde taviz vere vere son ‘kırmızı’ çizgileri de morlaştırıp daha fazlasını yapamamasıdır.

25 Ocak seçimlerinde sayısız parlak vaatlerin yanısıra 13 milyar Euro’yu bulan kemer gevşetme vaatlerini de unutan Başbakan Tsipras kreditörlere yaklaşık 8 milyar Euro’luk kemer sıkma sözü vermesine ve ‘mezarda emekliliği’ kabul etmesine rağmen AB ve IMF’ye yaranamadı. AB ve IMF, Syriza hükümetinin yeni ürünlerin KDV kapsamına alınmasından memur ve emekli maaşlarında indirime varan bir dizi kemer sıkma tedbirini kabul etmesi gerektiği konusunda ısrar gösteriyor.

Oysa son 4 yılda Troyka, Yunanistanlı emeklilerin maaşlarını sekiz kez aşağı çekti. Aylık emekli maaşı ortalama 700 Euro olan emekliler yoksulluk sınırının altında oldukları halde Troyka maaşların daha da düşürülmesini talep ediyor. İşte bu kadarı gerçekten de Tsipras’ın yapabileceği bir şey değil. Çünkü o, yıllardır krizin yükünü fazlasıyla çekmiş olan maaşlı işçilerin ve emeklilerin daha fazla üzerine gidilemeyeceğinin, bunun altından kalkamayacağının bilincindedir.

Başbakan Tsipras’ın referandum çıkışı

Yunanistan’ın IMF, AB ve AMB ile yaptığı görüşmelerde uzlaşma sağlanamaması sonucu “Kreditörler bizden kurtarma paketini kabul etmemizi değil, siyasi onurumuzu terk etmemizi istedi” diyen Başbakan Tsipras, Troyka’nın mali programını 5 Temmuz’da referanduma götüreceklerini açıkladı. Yunanistan hükümeti yaptığı bu hamleyle “halk iradesi” kartını göstererek bunun müzakerelerdeki tıkanıklığın çözümüne yönelik atılmış doğru bir adım olduğunu savundu.

Hükümet kanadı ile muhalefet partileri arasında sert tartışmaların yaşandığı parlamentoda yapılan oylamada, bakanlar kurulunun halk oylamasına gidilmesi kararı 178 milletvekilinin ‘evet’, 120 milletvekilinin ise ‘hayır’ oyuyla kabul edildi.

Yunanistan’ın bu kararı Troyka’da bir şok etkisi yarattı. Yunanistan hükümetinin referanduma gitme yönündeki kararının “üzücü olduğunu” belirten emperyalist şefler, “Yunanistan, uluslararası kreditörlerin tekliflerini reddederek parlamentosuna referanduma gitme yönünde teklif sunmuş ve halkına olumsuz bir tavsiyede bulunmuştur” sözlerine “Bu çok üzücü bir karar ve daha ilerisi için kapıyı kapatmıştır” restini de ekleyerek, bir kez daha Yunanistan hükümetini krizin nedeni olarak suçlamıştır.

Syriza Troyka’nın “Yunan halkını küçük düşürücü” mali raporunu referanduma sunmakla kendisine sığınacak bir liman bulmuş oldu. Mali raporun halk oylamasında kabul edilmesi durumunda Syriza ihanet yükünden ‘kurtulma’ imkanı elde edecek, reddedilmesi durumunda ise emperyalist burjuvazinin karşısına ‘halk iradesine ve demokrasiye’ yaslanmanın ‘huzuruyla’ çıkacak ve Troyka’nın dayanılmaz dayatmalarına direnme ‘kararlılığı ve meşruluğu’ kazanacaktır. Fakat olayların sanıldığı türden bir seyir izleyip izlemeyeceği bir çok bakımdan tartışmalıdır.

Herşeyden önce bu referandum bağımsız ve özgür olmayacak ve dolayısıyla “halkın gerçek iradesi”ni yansıtmayacaktır. Zira referandum karşısında çok değişik tutumlar sözkonusudur. Örneğin Yeni Demokrasi Partisi (ND) lideri Antonis Samaras “hükümetin, parodi bir oylamayla Yunanistan’ı Avrupa’nın dışına itmeye çalıştığını” ifade ederek, “Darbe bir oylama ile ülkeyi felakete sürüklemenize izin vermeyeceğiz” çıkışıyla öne çıkmaktadır. Potami partisi de aynı tutumun savunucusudur. Yunan burjuvazisinin ortaya koyacağı inisiyatifin ise sözünü etmiyoruz. Tsipras, Yunanistan burjuvazisinin yanı sıra, borç ödemelerinin iptal edilmesi ve öteki önlemlerin uygulanması şöyle dursun, euro bölgesinden çıkmayı kabul etmeyen önemli ve güçlü sermaye gruplarının olduğunu çok iyi biliyor.

O, hükümetin halk oylaması kararının AB ile köprüleri atmayı amaçlamadığını ifade ediyor ve “kimse bizi Avrupa’dan koparamaz” diye ekliyor. Burada durmayan Tsipras, “AB’nin kuruluş prensipleri arasında demokrasi, birlik, eşitlik ve karşılıklı saygı yer alır. (Birlik) şantaj ve ültimatomlar üzerine kurulmamıştır... Kimsenin bu prensipleri tehlikeye atma hakkı yoktur” diyerek AB’nin demokrasisine ve eşitliğine hayranlığını dile getiriyor.

Radikal sol’cu Tsipras çok iyi bilmektedir ki AB’nin kuruluş prensipleri arasında demokrasi ve eşitliğe yer olmadığı gibi o, şantaj ve ültimatomlar üzerine kurulmuş, halklara ve emekçilere kölelik dayatmayı amaçlamış emperyalist bir birliktir. Böylesi bir birliğin ‘kuruluş ilkeleri ve amaçları’ üzerine güzellemeler yapan Tsipras, bu birliğin içinde kalmaya kararlıdır. Zira o, referandumun Birlik’ten çıkmayı hedeflemediğini tekrarlayıp durmaktadır.

Taraflar, Yunanistan devletinin iflas etmesinin, Yunan ve uluslararası bankaların batmasına, Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarak ulusal para birimine dönmesine ve dahası AB’nin birliğine önemli bir darbe olacağına inanmaktadır. Bu inançtan hareketle emperyalist merkezlerin şefleri de Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nde kalması için elden gelen tüm çabanın sarf edileceği taahhüdünde bulunuyorlar. Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’nin “Yunanistan krizinin başka ülkelere sıçramasını engellemek için elimizden gelen her şeyi yapacağız”, “Yunanistan’ı AB içinde tutmak için mücadele edeceğiz” şeklindeki beyanatı ve Fransa’nın bunu destekleyen açıklamaları, ABD’nin de krizin bir an önce çözülmesi gerektiği yönündeki müdahaleleri emperyalist şeflerin korkularını dile getirmekte ve onları Almanya ve Fransa’da zirveler toplamaya zorlamaktadır.

Avrupa Komisyonu, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’yla Yunanistan hükümeti arasındaki krizin nasıl çözüleceği, gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceği önümüzdeki süreçte netlik kazanacaktır. Fakat kriz ne yönde ve nasıl çözülürse çözülsün neoliberal yıkım saldırıları devam edecek ve bunun tüm yükünü Yunanistan işçi sınıfı ve emekçi kitleleri çekecek, fatura en ağır bir biçimde onlara ödetilmeye çalışılacaktır. Kesin olan budur.

Kesin olan öteki şey ise, Yunanistan işçi sınıfı ve emekçileri dayanılmaz sınırlara varan yıkım politikalarına direneceği, Yunan devletinin sert sınıf mücadelesiyle yüzyüze kalacağıdır. Emperyalist şeflerin “devasa kalabalıklar”ın “şiddetli gösterileri”nin gelebileceğinden söz etmesi bu gerçeğin itirafıdır. Zira emperyalist odakların yanı sıra Yunan burjuvazisi ve ‘direnişçi’ Tsipras da AB’nin kemer sıkma gibi ağır yıkım programına karşı işçi sınıfından gelecek bir meydan okumayla karşılaşacağını bilmektedir.

Sayısız genel grevlere, yaygın-militan sokak ve meydan hareketlerine sahne olan Yunanistan’da emekçi sınıflar vahşi yıkım saldırılarına direnecek ve mücadele yolunu tutacaklardır. Bu mücadelede işçi sınıfı ve emekçiler için en büyük talihsizlik devrimci bir programı bayraklaştırmış devrimci bir partiden yoksun olmaktır.

 

 

 

 

Deutsche Post'ta grev kırıcılık

 

Almanya’da ücretlerinin yükseltilmesi için greve çıkan binlerce posta işçisinin grevi devam ediyor. Üç haftadır devam eden grevde Ver.di ile Deutsche Post, görüşmelerin 3 Temmuz’da başlatılacağını açıkladı.

Deutsche Post Personel Müdürü Melanie Kreis, ‘iyi niyet’ olarak grevin sona erdirilmesi çağrısında bulunurken Ver.di Sendikası Başkan Vekili ve Müzakerecisi Andrea Kocsis, grevlerin anlaşma sağlanana kadar devam ettirileceğini açıkladı.

Diğer yandan milyonlarca euroluk işi aksayarak felç olan Deutsche Post, grev kırıcılığında sınır tanımadı.

Şirket, depoların mektuplarla taşmasını engellemek için 28 Haziran Pazar günü de dağıtım yaparken Ver.di Başkan Vekili Kocsis ise DP’nin pazar çalışma yasağını delerek temel hak olan grevi bu şekilde aşmasına tepki gösterdi.

Geçtiğimiz hafta ise Kuzey Ren Vestfalya’da grev kırıcılığı engellendi. Posta ve mektuplar geçtiğimiz pazar günü dağıtılmadı. Ver.di, Deutsche Post’un kurduğu 49 bölgesel şirkette çalışan 6 bin işçinin toplu sözleşmesine göre maaş ödenmesini, bu sene için düzenli ücret artışından vazgeçerek bir defalığına 500 Euro verilmesini ve gelecek yıl için de yüzde 2,7 oranında ücret artışı talep ediyor.

Ver.di’yi destekleyen komünikasyon sendikası DPV de 86 bin posta çalışanı için yüzde 5,5 zam yapılmasını talep ediyor.

 

 

 

 

"İşçileri kan dökmeden dağıtamazdık"

 

Güney Afrika’da ırkçılığa karşı kurtuluş mücadelesini yürütürken savunulan tüm değerleri kenara atan ANC iktidarı sınıfsal kimliğine uygun olarak işçilere ölüm, sömürü ve sefalet sunuyor.

Marikana’da yaklaşık 3 yıl önce kölelik ücretlerine zam yapılması için greve çıkan madencilerin katledilmesiyle ilgili adli soruşturma raporu tamamlandı.

Sermaye devletinin kanlı iktidarının itirafı niteliğinde olan raporda polis saldırısının bir çatışmaya ve dolayısıyla ölümlere yol açabileceğinin öngörülemediği savunuldu.

Grevdeki işçilere saldırıların başlıca sorumlusu olan devlet, raporla birlikte suçu ağırlıklı olarak polislere yükleyerek kendisini aklamaya girişti ve polisler hakkında soruşturma açılmasını önerdi.

Diğer yandan raporda katliam meşrulaştırılmaya çalışılarak işçilerin dağıtılmasının ‘kan dökülmeden’ hayata geçirilemeyeceği belirtildi.

Kan dökülmeden dağıtamazdık”

Devlet Başkanı Jacob Zuma, rapora ilişkin şunları söyledi:

16 Ağustos’taki polis operasyonu, plandaki kusurlar nedeniyle yapılmamalıydı.
Komisyon kan dökülmeden eylemcilerin silahsızlandırılması ve dağıtılmasının mümkün olmadığına kanaat getirdi.”

Olası sonucun polis tarafından dikkate alınmadığı belirtilen raporda ayrıca yaralılara zamanında müdahale edilmemesinin ölümlere yol açtığı bilgisi verildi.

Güney Afrika’da 2012 yılında kölelik ücretlerine karşı ülke ekonomisinin yükünü taşıyan platinyum ve altın madenlerinde biz dizi grev yaşanmıştı. Marikana platinyum madeninde çalışan işçiler, 16 Ağustos 2012 günü polis saldırısına uğramış ve polis işçileri tarayarak 34 işçiyi öldürüp, 78’ini de yaralamıştı.

 
§