26 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/39

Direnen halkların birleşik devrimci direnişini büyütmeye!
Kobanê için topyekûn direniş ve seferberlik!
IŞİD saldırıyor, Kürt halkı direniyor
Huzursuzluk yaratanların “huzur operasyonları!”
İşçilerin Birliği Derneği mevzidir!
Rıdvan Budaklar ve suç ortakları hesap verecek!
Hema’da madencilerin öfkesi büyüyor!
Termikel’de çocuklara “işkence” yapılıyor
Renault işçisi: Disiplinli ve örgütlü hareket etmeliyiz!
Sütaş işçiyi köleleştirerek büyüyor
Brzezinski’nin "Stratejik Vizyonu" ve Ukrayna - A. Eren
İskoçya bağımsızlık referandumu ve kapitalizmin çözümsüzlüğü
Cengiz Baysoy’un “cahil cesareti” üzerine… - K. Toprak
Erich Mühsam: Devrimci yazar Bavyera (Münih) Devrimi’nin neferi - E. Eren
Torbadan bir kez daha ölüm çıktı
Belediye işçilerinin taşeron sınavı
Eğitim emekçileri rotasyona, kadrolaşmaya karşı grevdeydi
Ulucanlar Direnişi’nden, direnişin önderlerinden öğrenmek! -S. Soysal
DGB Türkiye Meclisi Sonuç Bildirgesi
Ankara’da ulaşım çilesine karşı eylemler
Jesca Nankabirwa’nın ölümü sömürü sisteminin aynasıdır
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Brzezinski’nin "Stratejik Vizyonu"
ve Ukrayna

A. Eren

"Tarihin sonu" - Yeni vizyon

1989 Berlin Duvarı yıkıldığında emperyalizmin ideologları artık "tek kutuplu dünya" söylemini sıkça tekrarlamaya başladılar. Politik bilimcisi Charles Krauthamer "tek kutuplu bir momentin" ortaya çıktığını ve ABD’nin dünya ölçeğinde politikayı biçimlendirebilecek tek güç olduğunu savunur. ABD emperyalizminin dünyanın kaderini belirleyen yegane güç olduğu ve önündeki engellerin "Doğu Bloku" ve Varşova Paktı’nın çözülüşüyle ortadan kalktığı resmi söylemlerde ifade edilmeye başlanmıştır. Bu anlayışlar, Batı Avrupa, Japonya ve dünyanın diğer geri kalan güçlerinin ABD’nin liderliği konumunu kabullenmekten başka seçeneklerinin kalmadığını ileri sürerler. Bu analizler sürecinde Francis Fukuyama "tarihin sonu" kavramıyla, uygarlığın tarihi gelişim düzeyinin ABD modeli liberal-kapitalist sistemle son evrimini yaşadığını duyurur. Bu liberal-kapitalist ekonomik model, başka alternatif çözümlerin ortadan kalktığını gösterdiği gibi, bütün yerküreyi kapsayarak sınıf çatışmalarının da sonlandığının altını çizer. Ekonomistler sermayenin dünya ölçüsünde akışının önündeki engelleri kaldırmak ve tek kutuplu bir dünyada, özel mülkiyeti güvenceye almak, pazarlara müdahale ve ham madde kaynaklarını sermaye birikimi için kullanmak, ulus-devlet sınırlarının nasıl aşılacağını tartışmaya açtılar. Somutta ABD’nin yayılmacı amaçlarını ve hedeflerini açık biçimde dillendiren ise Zbigniew Brzezinski’ydi.

"Tek kutuplu dünyanın coğrafyası"

Brzezinski için kıtaların fiziksel yapısı, coğrafyası, dağ silsileleri, boğazlar ve denizlerin konumu öteden beri stratejik ve politik önem taşımaktadır. Brzezinski‚ '90’lı yıllarda jeopolitik stratejiyi kapsayan bir çalışmayla, büyük tartışmalara yol açan tezlerini ortaya koydu. 1997’de "Büyük Satranç Tahtası" adıyla yayımlanan kitabında, ABD’nin süper güç olarak etki alanını genişletmek ve pekiştirmek bakımından Avrasya bölgesinin kilit konumuna işaret ediyordu. ABD ana üst olarak belirlediği bu bölgeye dayanarak, bu yeni uygarlık modelini bütün dünyaya yayma angajmanına girecektir.

Polonyalı bir diplomatın çocuğudur Brzezinski. Önce Kanada, sonraları ABD’de yaşamaya başlayan Brzezinski, bugüne kadar ABD emperyalizminin, politika ve iktidar gücünü ayrılmaz öge olarak değerlendiren en etkili "güvenlik uzmanıdır". Emperyalizmin saldırgan, yayılmacı stratejisti, sosyalizm düşmanı, hastalık boyutunda ifade ettiği anti-komünist tutumu ve "soğuk savaşı" derinleştirmenin savunucusu ve uzmanıdır. Başkan Nixon ve Henry Kissinger güç dengelerinde var olan statükonun korunmasını savunurken, Brzezinski 1977’den 1981 yılına kadar Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı olarak Sovyetler Birliği’nin çözülmesi için sürekli bir şekilde programlar üretti ve bu programlar uygulandı. ABD’nin "güvenlik politikasında" ürettiği konseptler Reagan yönetimi tarafından uygulanacak ölçüde etkili bir kişi. 1989 yılında Fransız gazetesi "Le Nouvel Observateur"da yapılan bir röportajda, Sovyetler Birliği’nin, Afganistan’a girmeden önce mücahitlerin silahlandırdığının, onlara mali destek verdiğini altını açık bir şekilde çizer. Bu politikanın amacı Sovyetler Birliği’nin, Afganistan’a müdahale ihtimalini yükseltmek ve provoke etmekti. "İslami-fundementalist grupların güç kazanmasına bugün üzülüyor musun?" sorusuna Brzezinski’nin yanıtı şöyledir: "Neden üzüleceğim? Bu gizli operasyon harika bir fikirdi. Rusların, Afganistan tuzağına düşmesine gerçekten üzülecek miyim? Rusların Afganistan sınırını aştıkları gün, başkan Carter’e şu notu yazdım. Şimdi Sovyetler Birliği’ne, Vietnam’ını verme olanağı doğdu."

Muhabirin köktendinci İslami terörün güçlenmesini yeniden bir sorun olarak tartışmasına karşı Brzezinski; "Dünya tarihinin gelişmesinde belirleyici olan nedir? Şaşırmış birkaç müslüman mı, yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş'ın bitmesi mi?"

On iki yıl süren ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasında etkili olan Afganistan macerasını Brzezinski kendi özel başarısı olarak değerlendirir.

ABD’li ekonomist James K. Galbarait yazdığı bir makalede "Rusya’ya zarar vermek, Brzezinski için bir tür hobi" diye nitelendirir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da Brzezinski jeopolitik stratejiler geliştirerek, soğuk savaş konseptinin Rusya’ya yönelik sürekliliğinin korunmasını savundu. Farklı makalelerinde Rusya’yı "sınırları yapay, suni olan bir ülke", "kara bir leke" hatta, üç parçaya ayrılması zorunlu olan bir ülke olarak niteler: "Avrupa Rusyası", "Sibirya Cumhuriyeti" ve "Uzak Doğu Cumhuriyeti".

Brzezinski’nin "politik coğrafyasında" Avrupa ve Asya (Avrasya) en önemli kıtayı oluşturmaktadır. Avrupa ve Asya’yı ayrı olarak değerlendirmenin sadece kültürel bir boyutunun olduğunu, bu iki kıtanın coğrafi olarak tek kıta oluşturduğunu savunur. Avrasya 4,62 milyar nüfusa sahip, yani dünya nüfusunun yüzde 65’i. Sadece büyük nüfus oranıyla değil, Avrasya aynı zamanda enerji hammadde deposunu oluşturmaktadır. Tarihsel olarak dünyanın kaderini etkileyen bütün büyük güçlerin anayurdu Avrasya olmuştur. Başta antik Yunanistan’ı, Pers İmparatorluğu, Hindistan, Çin ve Moğollar, Rusya ve Osmanlılar ve Batı Avrupa güçleri Portekiz, İspanya, Hollanda ve Fransa gibi güçler Avrasya’ya dayanarak egemenliklerini sağlamışlardır. Bu belli ölçüde İngiltere ve Japonya için de söylenebilir. Avrasya’ya dayanmayan tek güç ABD olmuştur. ABD’nin tam da burada bir dönüm noktasıyla yüzyüze olduğunu ve dünya gücü, hegemonyasını güçlendirmek ve korumak için Avrasya’ya egemenliğinin zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu belirtir.

Dünya hegemonyası ya da Avrasya

Brzezinski, tek kutuplu dünya düzeni coğrafyasına dayandırdığı tezlerini, ABD’nin bu tarihsel momente dünyaya yön verecek iradeye sahip tek süper güç gerçeği üzerinde inşa eder. Öyle ki, ABD’nin Batı Avrupa’daki etkinliği 1945 yılından bu yana pekişmiş bulunmaktadır. Bu açıdan Avrasya kıtasına bir köprü inşa edilmiş bulunmakta. ABD eski Doğu Bloku ülkelerini başta AB üyeliğine ve ardından NATO üyesi yapması durumunda Avrupa-Asya’yı kapsayan bir "transavrasya güvenlik sistemini" -ki bu- dünya egemenliği için vazgeçilmez bir ön koşul oluşturabilir. Burada anahtar rolü Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği oluşturacaktır. Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya’nın Avrupa dışında tutulmasının belirleyici faktörüdür. Brzezinski her defasında Ukrayna’sız bi Rusya’nın, Avrupa’ya ait olmayacağının ve ancak bir Asya bölgesel gücü olarak kalacağının altını çizer. Ayrıca Gürcistan’ın NATO’ya üye olması ABD’nin Orta Asya’ya etkisinin, gücünün pekişmesinin kapısını açmış olacaktır. Gürcistan ile birlikte 1952'den bu yana NATO üyesi olan Türkiye de gözetildiğinde ABD 21. yüzyıl kaderini belirleme fırsatını elde etmiş olacaktır. Bu durumda Azerbeycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan, ABD’ye bağlanmış olacaktır. Rusya’dan bağımsız petrol ve gaz akışının sağlanması, bu ülkelerde askeri üsler oluşturulması ilk adım olarak hayata geçirilmesi gerekmekte. 1989 yılından sonra ABD’nin bu fırsatı yakaladığını ve bunun etkili bir şekilde kullanılmasını sürekli gündemde tuttu.

Yeni aktörler

Fakat 1989 yılında "tarihin sonunu" ilan eden ve emperyalist gericiliğin zaferini kutlayanların sevinçleri uzun sürmedi. 11 Eylül 2001 saldırıları, Irak’ta yaşanan hezimet, 2008 büyük ekonomik kriz, bu "uygarlık sistemini" sarstı. Sınıf mücadelesinin kazandığı kitlesel boyut, Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları, emperyalist güçler arasındaki rekabet, savaşlar, elde edilen güç dengesine paralel dünyanın yeniden paylaşılma kavgası gündeme oturdu. Kâr hırsı, eşitsiz ekonomik ve politik gelişme yasası, savaşı emperyalist güçlerin başvurduğu ve artık kabul gören politik bir araç konumu kazandırdı. Militarizm toplumsal hayatın tümünü etkisi altına aldı. Brzezinski’nin "tek kutuplu dünya" ve ABD egemenliği konsepti sonuçsuz kaldı. Rusya içine girdiği çalkantıları Putin’in başkanlığına paralel aşmaya başladı ve tek kutuplu dünya hevesini zor durumda bıraktı. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS olarak bilinen ortak işbirliği ABD’nin "tek dünya lideri" hayallerini boşa çıkardı. Rusya’ya yönelik uygulanan saldırganlık ve 2008’de Gürcistan’da CIA tarafından başlatılan savaş sonuç vermediği gibi, Abhazya ve Güney Osetya, Gürcistan’dan ayrıldı. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliği böylece boşa çıkmış oldu.

İkinci şans!

Brzezinski, "tek kutuplu dünya" konseptinin ve ortaya çıkan tarihsel fırsatı batılı diğer güçlerin kendi egoist çıkarları peşinde koşma ve ABD başkanlarının beceriksizliğine bağlar. 2007’de "The Second Chance" (İkinci Şans: Üç Başkan ve Süper Güç ABD krizi) kitabı ile ABD başkanlarının izlediği politikaları eleştiriye tabi tutar. Özellikle G.W. Bush’u ABD’nin "İslam dünyasındaki" etkisini sarstığı, Çin ve Rusya ile ortak çalışmayı rafa kaldırdığı için ağır şekilde eleştirir. Ayrıca Obama’nın birinci başkanlık dönemininde bu şansın kullanılmadığının altını çizer. Brzezinski 2007 hala "tek süper güç" konsptine sadık ve "esas belirleyici olan ABD’nin ikinci şansı 2008 yılındaki seçimlerden sonra başarılı şekilde kullanmıştır. Zira üçüncü bir şans olmayacaktır."Savunduğu bu stratejiden dört yıl sonra Brzezinski, yeni bir kosept yayınlar.

"Stratejik Vizyon"

"Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı" adıyla 2012’de yayınladığı yeni kitapta, ABD’nin artık tek küresel güç olmadığını, dünya jandarması rolünü üslenmesi durumunda iflasa ve çöküşe sürükleneceğinin altını çizer. Özellikle ortaya çıkan yeni bölgesel güçler dikkate alınmak zorunda tespitinde bulunur. Açık ifadeyle ABD’nin Orta Asya’daki tek güç olma hevesi kursağında kalmıştır. Çok kutuplu bir dünya ve güvenlik sisteminin oluştuğuna dikkat çeken Brzezinski yeni bir konseptin hayata geçirilmesi zorunluluğu üzerinde durur.

Soğuk savaşın düşünce ve stratejisini biçimlendiren Brzezinski’nin bu yeni yönelimi, birinci oranda ABD’nin yıpranan gücünü canlandırmak ve diğer güçleri hesaba katarak ve sürecin içine çekerek ABD’nin varolan güç konumunu korumaktır. Zira yeni kitabında ABD’nin içinde bulunduğu durumu Sovyetler Birliği son yıllarıyla kıyaslamaktadır. Yani içte birikmiş birçok sorunu (eğitim, sağlık, işsizlik vs.) çözemeyen yönetimler ABD’yi güçsüzleştirmişlerdir.

Jeopolitik açıdan en temel strateji iki öğeden oluşmaktadır: Birincisi; Rusya’yı (ama Putin’siz) ve Türkiye’yi kapsayan "büyük bir batı" projesi. Brzezinski Rusya’da; dünya pazarına, batıya entegre olmaya hazır güçlü bir oligarşiden söz eder. Jeopolitik açıdan ortak çıkarları olan ABD, Avrupa ve Rusya birliği, Çin ve Rusya arasındaki yakınlaşmasını da engellemiş olacaktır.

İkincisi; Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkeleriyle sağlıklı ilişki ve işbirliği geliştirmek. ABD ve Çin farklı ekonomik sistemlerini ideolojik olarak değerlendirmeyerek, ortak çıkarları öne çıkarmalıdırlar. Böylece ABD, Asya’daki farklı güçler arasında bir denge kurarak, bir taraftan farklı blokların oluşmasını engelleyecek, diğer taraftan ABD etkisini pekiştirecek.

2014’e gelindiğinde… Ukrayna

Brzezinski’nin bu yeni yönelimine bakıldığında -ki, 2013-2014 makaleleri öğreticidir- temel stratejik konseptinde bir dönüşümün olmadığı görülecektir. Anti-komünizm ve Rusya düşmanlığı histerik bir şekilde düşünce dünyasını belirlemektedir. Esas sorun ABD’nin yıpranmış konumunu yeniden tazelemek, Almanya gibi güçlü emperyalist rakiplerini de bu sürece çekerek "sorumluluk" almalarını sağlamaktır. Ukrayna sorununda, Rusya’yı ablukaya alma politikasının arkasındaki esas stratejinin1997 tezlerin devamı olduğu ve bunun farklı şekilde, bir ittifak içinde sürdürüldüğü netleşmektedir.

ABD eski başkanı Jimmy Carter’ın ve Obama’nın ulusal güvenlik danışmanı ve dünyanın en önemli stratejistlerinden biri olarak kabul edilen 86 yaşındaki Zbigniew Brzezinski, bu günlerde yaptığı açıklamalarda, Batı’nın (AB) Ukrayna çatışmasında bir dünya gücü olma fırsatı ve olanaklarının ortaya çıktığını belirterek, Ukrayna’da savunma ve direniş güçlerinin aktif şekilde silahlandırılarak uzun sürecek olan bir savaş stratejisinin izlenmesini önerir. Zira ancak Rusya uzun sürecek ve güç yıpratıcı bir tarzda sürdürülecek sokak, ev çatışmaları içine çekildiğinde politik değişime gidebilir tanımlamasında bulunur. Ukrayna’yı kaybetmesi durumunda Rusya’nın "bölgesel imparatorluk gücü olma" çabası da son erecektir. Mütefikleri, Avrupa’yı Ukrayna sürecinde kazanma, ortak olarak görmek yeni bir stratejik yönelimin, "vizyon"un da ilanıdır. Son olarak Almanya’nın Sesi Radyosu’na verdiği mülakatta, Almanya’nın başta olmak üzere, NATO üyelerinin Baltık ülkelerine askeri destek sunarak, Rusya’ya caydırıcı bir güç gösterisi pratiğini sergilemelerini önermektedir.

Ukrayna sorununun, IŞİD’e karşı mücadeleden daha stratejik öneme sahip olduğunun altını çizerek, bu doğan tarihsel fırsatı kaçırmaması uyarısında bulunmakta. IŞİD’e karşı mücadelenin Ukrayna ile kıyaslandığında tali planda olduğunun altını çizmekte. Brzezinski Alman emperyalizminin "Doğu Avrupa’ya açılımda" iştahlı olduğunu bilmekte. Alman emperyalizmi 1989 yılından sonra II. Dünya Savaşı ile hedeflediği amaçlarını gerçekleştirmiş bulunuyor: Doğu Bloku’nun tasfiyesi ve Avrupa üzerindeki egemenliğinin pekiştirilmesi. Almanya’nın tekelci burjuva grupları sadece ABD’nin gölgesinde kalarak değil, kendi egemenlik çıkarları doğrultusunda aktif bir şekilde Ukrayna’da faşist ve batı yanlısı oligarşik grupları desteklemektedir. Bu açıdan Ukrayna gelecekte sadece Rusya’nın değil, diğer emperyalist güçler arasındaki çatışma ve ilişkilerin düzeyini belirlemede dönüm noktasını oluşturacaktır.

Daha önce de vurgulandığı gibi, 1997’de yayımladığı ‘Büyük Satranç Tahtası şeklinde adlandırdığı tezinde, ABD’nin küresel güç pozisyonunu sürdürebilmesi için oynaması gereken en verimli oyun alanı olarak Avrasya’yı tanımlar. Brzezinski bu tezde Ukrayna’yı da bu bölgenin en önemli ülkesi kabul eder. Zira Ukrayna jeopolitik konumu nedeniyle Avrasya’nın kontrolü için hayati önemdedir.

Şubat 2014 emperyalist güçlerin "50. Münih Güvenlik Konferansı" ve gündem Ukrayna’nın geleceği. Brzezinski ana sunumu yapmaktadır. Katliamcılar Almanya’nın yetiştirdiği boksör Klitschko, Romanya Devlet Başkanı Traian B?sescu, Gürcistan Başbakanı Iraklı Gharibaschwili, Ukrayna Dışişleri Bakanı Leonid Kozhara ve Leonid Slutsky Ukrayna Parlamento üyesi. Ukrayna üzerinden Rusya’nın yeni bir tuzağa düşürülerek, bölgedeki etkisini zaafa uğratacak bir planı detaylı bir şekilde hazırlanmaktadır. Emperyalizmin sadık uşağı faşist güruhlar rolünü Kiev’de üstlenmiştir.

Putin ve Rusya’nın tepkisinin ardından Mart 2014 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan makalede Brzezinski şunları ifade eder: "Birçok şey batının -bir türlü Mussolini’yi komik şekilde taklit eden, gittikçe Hitler'e benzeyen tehlikeyi hatırlatan- Kremlin’deki diktatörün NATO’nun Avrupa’da çıkacak bir savaşa karşı pasif kalmayacağını gösterecek tutuma bağlıdır."

Ve kısa süre sonra Ukrayna’da gerçek anlamda bir darbe gerçekleşir!

Bu darbenin üzerinde durulması gereken en önemli boyutu, darbenin içeriği, yönü, amaç ve hedefleri. Ukrayna bu bağlamda batılı emperyalist uşağı bir rejimin, vahşet saçan faşist grupların kullanılması ve desteği ile inşa edilmesidir. Ukrayna’da faşist gruplar ilk kez açık biçimde emperyalist sermaye güçleri tarafından aktif şekilde kullanılmıştır. Avrupa genelinde giderek artan faşist akımların gelecekte işçi sınıfı mücadelesine karşı nasıl konuşlandırılacağına dair de bir gösterge olmaktadır. 2 Mayıs’ta Odessa sendika binasına saldırarak ateşe veren ve birçok insanın ölümüne neden olan bu güruh, ABD ve AB temsilcileri tarafından sessizce alkışlanmıştır. Bu olay faşizmin sermayenin çıkarlarını savunmada saldırgan, katliamcı bir işlevi yerine getirdiğini yeniden göstermiştir.

Swoboda üyeleri ve diğer faşist gruplar bugün Ukrayna’da kitlelere karşı terör estirerek, korku salarak "yardımcı polis" ve güvenlik birimi rolünü üstlenmiş bulunuyor. Kendi bağımsız askeri formasyonlarıyla, bugün Ukrayna’da en örgütlü karşı devrimci gücü oluşturmaktadırlar. Ve NATO doğrudan Ukrayna içinde. Bu haftadan itibaren bin 300 askerden oluşan NATO gücü Batı Ukrayna’da "Rapid Trident 2014" tatbikata başladı. Geçen hafta Karadeniz'de "Sea Breeze 2014" adı altında bir tatbikat gerçekleştirilmişti. Ayrıca Güney Ukrayna’da Romanya, Moldova, Ukrayna ve Polonya savaş uçaklarının katıldığı askeri "eğitim" devam etmektedir. Buna paralel Avrupa Birliği ve Ukrayna arasında "Ortak İşbirliği Anlaşması” 16 Eylül 2014 tarihinde imzalandı.

Ukrayna’ya yönelik uygulanan bu emperyalist politika ve müdahalenin "stratejik arka planını" -ki bu "stratejik vizyonun" mimari Brzezinski- önümüzdeki dönemde derinleşecek olan emperyalist güçlerin arasındaki çelişki ve çatışmalar ve Rusya’nın tutumunu doğru okumak açısından göz önünde bulundurulmak durumunda.

 

 

 

 

 

Belçika’da sosyal yıkım saldırısı

 

NVA, CD&V ve liberal partiler, İsveç modeli bir koalisyon kuruyorlar. Bu sağcı koalisyonun en büyük önceliklerinden biri de emeklilik haklarına saldırmak. Emekli aylıklarının ödenmesinde, ödenen primler değil, bütçenin elverdiği oranda ücret ödenecek! Bu tedbir, “reform” adı altında alınıyor.

Sağcı koalisyon, büyük şirketlere 2 milyar avro teşvik ve çalışanlara da 17 milyar avro kemer sıkma hedefi koyuyor. Büyük şirketlere, sözde iş alanı yaratmaları için her yıl 2 milyar avro teşvik veriliyor. Nedir ki, bu şirketlerin bugüne kadar yeni iş alanları yarattıkları görülmedi.

Bu arada, sağcı koalisyon, halkın kazanmış olduğu sosyal haklara saldırıya hazırlanıyor. İşçilerin tatil paraları, iş kazası ve hastalık masrafları, aile yardımı ve işsizlik paraları tehdit altında.

Sağcı hükümetlerle, zengin daha zengin, fakir ise daha fakir olmaya devam edecek. Federal planda Flaman bölgesine 1,9 milyar avro, Valon bölgesine 1,2 milyar avro tasarruf hedefi konuldu. Bu durumda; Flaman bölgesindeki kültürel-sportif kuruluşlara, 200 milyon daha az yardım yapılacak. Valon bölgesinde ise, eğitim bütçesinden 300 milyon avro tasararruf edilecek..

Bu “reform” ayrıca mezarda emekliliği de iyice pekiştiriyor. Örneğin, emeklilik yaşı 2020’de 66’ya, 2030’da da 67 yaşına çıkarılacak.

Kurulacak olan yeni koalisyon hükümeti 5 yıl sonunda Belçika’daki çalışanların maaşları ile komşu ülkelerdeki çalışanlar arasındaki farkı sıfırlamak istiyor. Ancak bunu Belçika’da bulunan otomatik maaş endeksesyonuna (maaşların enflasyon oranında otomatik olarak arttırılması) dokunmadan yapmayı amaçlıyor. Koalisyondaki tek Frankofon parti olan MR maaş endeksine dokunduğu takdirde bunun kendisi için bir intihar olduğunun farkında, ancak maaş endeksesyonu reformuna sıcak bakıyor.

Maaş endeksesyonunun reformu, yine geçmiş yıllarda uygulanan mantık ile yapılacak. 1996 yılındaki rekabet yasasında belirtilen şartlara göre örneğin maaş müzakerelerinde inter-profesyonel anlaşmaların sergilediği değişimler yanında referans ülkelerin maaş durumları da dikkate alınacak.  

Patronların maaşlar üzerindeki yükünün azaltılması ise ikinci bir uygulama olacak. Patronların maaş üzerindeki vergi yükü %33'ten %25’e indirilecek. Bunun yanında bütçede yapısal indirimlere gidilecek. Tüm bu indirimlerle sosyal güvenlik sisteminde oluşacak olan bütçe açığı şirketlerin üzerinde bulunan idari yükleri hafifletme yoluyla kapatılmaya çalışılacak. Örneğin elektronik faturalama ve sosyal ve vergi yasalarında basitleştirme uygulamaları ile ek kaynak yaratılması planlanıyor.

Halka kemer sıkma politikaları dayatılıp 17 milyar tasarruf yapması isteniyor. Ama Kris Peeters ve Charles Michel gibi politikacılar 40 savaş uçağı almak için kolayca para bulabiliyorlar. Bu savaş uçaklarının maliyeti 6 milyar avro. Bu parayla, Belçika’da 4 yıl boyunca insanların, fakirlik sınırının altında kalması engellenebilir. Bir uçağa ödenecek parayla, bir yıl boyunca 3 bin 750 öğretmen işe alınabilir.

Hükümet kurma görüşmelerinde yeni bir “fikir” ortaya atıldı. Aslında bu “fikir” yeni değil. MR daha önce de bu öneride bulunmuştu.

Yeni hükümetle birlikte, saldırılar daha bir hız kazanacak. Örneğin, şomajcılar (isşizlik parası), toplum çıkarına kolektif bir hizmette çalıştırılacaklar. Şomajdan alınan paranın bir bölümü, bu işin bedeli olarak sayılacak.

Dışlanmaya Karşı Dayanışma Kolektifi (CSCE) sözcüsü Yves Martens, konuya ilişkin olarak şu açıklamayı yaptı:

Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) ücretsiz çalıştırmayı kesinlikle yasaklamıştır. Madem ki yapılacak bir iş var, o zaman kadro açın insanlar çalışsın. 3 yıl çöpçülük yaptıktan sonra işten çıkarılıp şomajcı olan birisine, aynı işi ücretsiz, sosyal hakları olmadan ve emekliliğine sayılmadan yaptırmak istiyorlar. Bu gönüllü bir çalışma değil, zorla çalıştırmadır. Belediyelerin sosyal yardım kuruluşları (CPAS), insanlara insani yardım yapmamak için bu işlerde çalışmaya yönlendiriyorlar, bunu bir bahane ve tehdit olarak kullanıyorlar. Aynı yöntem, Valon bölgesi ve Brüksel’de başka biçimde uygulanıyor. İşe alınan gençler, 6 ay boyunca stajyer sayılıyor. Bu stajyerleri çalıştırmak, büyük şirketlere ayda 200 avroya maloluyor.”

Öte yandan, grev yapılması sırasında, minimum hizmet verilmesi gerekçesiyle grev kırıcılığı amaçlanıyor. Konu, Belçika Demiryolları SNCB’de sökonusu olan grev nedeniyle tekrar gündeme geldi.

Havaalanları, hapishaneler ve toplu taşıma alanlarında grev yapılması durumunda, acil durumlar için minimum bir hizmet verilmesi gerekiyor. Fakat, örneğin tren ve havayolları grevlerinde, minimum hizmet vermek için, maksimum sayıda personelin çalışması gerekiyor. Bu, yolcuların güvenliği için zorunlu. Personelin çoğunluğunun çalışması durumunda ise, grev pratikte kırılmış ve etkisi ortadan kaldırılmış oluyor.

Grev, işçilerin yaşamı dayanılmaz hale gelince kaçınılmazdır! Grev, hükümetler ve işverenler üzerinde, işçilerin son çare olarak uyguladıkları savunma silahıdır.

Grev hakkı, Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) sözleşmesinin 87’nci maddesiyle garanti altına alınmıştır. Kaldı ki, elektrik santralleri ve hastanelerde uygulanan yaşamsal minimum hizmete, işçilerin hiçbir itirazı yoktur. Ve dahası, demiryollarında yapılacak bir grev, hiç kimsenin yaşamını tehlikeye atmıyor.

Dolayısıyla, “minimum servis” adı altında uygulanılmaya hazırlanan grev yasaklaması, özelleştirmelere ve kamu sektöründe uygulanan liberal politikalara karşı, işçilerin direnişini kırmaya yönelik bir saldırıdır.

Belçika işçi ve emekçileri bu saldırıya sessiz kalmayacaklardır. Zaten şimdiden bu saldırıya karşı güçlü bir çıkış için sendikalar üzerinde baskı kuruyorlar. Belçika’da önümüzdeki dönem yoğun bir hareketliliğe sahne olacaktır.

Kızıl Bayrak / Belçika

 
§