29 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/35

Gerçek barışa ulaşabilmek için
tek yol anti-kapitalist direniş!
AKP’nin yeni şefi Davutoğlu
Toplu mezarlar ülkesi
Barajdaki ihmaller katliama dönüştü
Kavel’den Alpagut’a, Greif’ten Yatağan’a…
Türk-İş Başkanı’nın bakanlık koltuklarında gözü var!
Satış taslağı MESS’in masasında
Deva işçileriyle dayanışma büyüyor!
"Birlik olalım, haklarımıza sahip çıkalım!"
Cam işçisinin iradesi: TEKLİFE HAYIR!

“Tek Gıda-İş, işverenler sendikası olmuş”

Kafesan işçisi
boyun eğmiyor!

Eğitim Sen: Siyasal kadrolaşmaya hayır!

Barış sorunu - V. İ. Lenin
ABD saldırganlığının yeni bahanesi IŞİD
ABD: Servet-sefalet uçurumunun vahim boyutlar kazandığı ülke
ABD’de polis yok,
ordu var!
Ebola yayılıyor
Sınıfa karşı sınıf ve
sınıf temelli devrimcilik!
Emeğin bahçesinde festival coşkusu
DGB’yi mücadele içinde yaratalım!
"Kızıl Bayrak’la güçlendim"
Zulmünü artır ki çöküşün hızlansın! - Evrim Erdoğdu
Hastaneye gitmek lüks mü?
Kadınlardan Ortadoğu’daki katliamlara tepki
Halkların Vietnam'dan doğan güneşi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hastaneye gitmek lüks mü?

 

Sağlıkta Dönüşüm Programı ve GSS gerçeği, her geçen gün daha net görülüyor. “Sağlıkta reform yaptık, artık hastane kuyruklarında beklemek yok, artık herkesin sosyal güvencesi olacak” türünden aldatmacalarla Sağlıkta Dönüşüm Programı yaşama geçirilmişti. Bunun aslında sağlıkta özelleştirme demek olduğu, bu projeyle sağlık alanına bütçeden daha da az pay ayrılacağı, sağlıkta ticarileşmeyle birlikte sağlık hakkının paralı ve pahalı hale geleceği devrimci ve ilerici güçlerce dile getirilmiş, eylemlere konu olmuş, ancak toplumsal muhalefetin yetersizliği koşullarında buna engel olunamamıştı.

Gelinen yerde paralı ve pahalı hale getirilen sağlık hizmetlerine ulaşmak işçi ve emekçiler için her zamankinden daha zor ve adeta lüks hale gelmiştir. Son olarak muayene ücretlerine yapılan yüzde 100 zam ile yoksullukla boğuşan milyonların yaşamı daha da zorlaşacaktır. Sağlık Bakanlığı’nın bu yeni düzenlemesi ile sosyal güvencesi olmayanlar, prim borcunu öde(ye)meyenler, ‘milletvekilleri ve turistler’ kamu hastanelerinden zamlı ücretler üzerinden muayene olacak. 15 lira olan SGK’sız muayene ücreti 30 lira olurken, tetkik ve diğer sağlık hizmetleri ve rapor alımlarında da zam yapıldı. Devlet hastanesinden alınacak sağlık raporunun ücreti 3 liradan 20 liraya çıkarıldı. Sosyal güvencesi olmayan yoksullar gerçeği ortadayken bir de muayene ücretlerine yapılan böylesi zamlarla sermaye devleti açıkça parası olmayan yoksullara “ne haliniz varsa görün" demektedir.

Bu gerçeğin üzerini örtmek için bu zammı gerekçelendirirken milletvekilleri ve turistlerin de kamu hastanelerinden zamlı ücretler üzerinden muayene olacağı söyleniyor. Sanki milletvekilleri kamu hastanelerine geliyormuş gibi! Diyelim ki geldi. Aldıkları milyarların yanında ödeyecekleri ücret ne kalır ki? Sermaye hükümeti AKP adeta yoksullarla dalga geçmektedir.

Yaşanan sağlıkta özelleştirmenin sonucudur!

Özelleştirme politikaları işçi ve emekçileri 1980 darbesiyle yaşama geçirilen 24 Ocak Kararları’ndan beri tehdit etmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu neo-liberal bu politikalar ve projeler IMF-DB direktifleri doğrultusunda sermaye hükümetlerince bizlere dayatılmıştır. Özelleştirme saldırısının sağlıktaki yansıması ise AKP dönemi ile birlikte hız kazanan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile adım adım yaşama geçirilmiştir. Öncelikle kamu sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gibi mevzuat değişiklikleri ile süreç başlamış, sonrasında Genel Sağlık Sigortası ve Aile Hekimliği’ne ilişkin yasal değişikliklerle, Kamu Hastaneleri Birlikleri, Tam Gün Yasası gibi düzenlemelerle devam edilmişti. Özetle Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık alanı piyasa koşullarına göre yeniden düzenlenmiştir. Bu proje ile “Genel Sağlık Sigortası” adı altında emekçiler sağlık hizmetlerini serbest piyasa koşullarına göre almakta, sağlık kurumları birer işletme gibi çalışmakta, hastalar müşteri sayılmaktadır. Yanı sıra Sağlıkta Dönüşüm Projesi ile kişi başına düşen sağlık çalışanı sayısı azaltılmış, koruyucu sağlık hizmetlerinden vazgeçilmiş, Verem Savaş Dispanserleri, Ana Çocuk Sağlığı merkezlerindeki ücretsiz aile planlaması gibi hizmetler kaldırılmış, hastanelerde her işlemde katkı payı adı altında para ödeme devri başlamış, tedavi için ihtiyaç duyulan ya da ameliyatlarda kullanılması gereken malzemeler hastalar tarafından özel sağlık işletmelerinden satın alınmak zorunda bırakılmış, bazı hastalıklar ve ilaçlar sigorta kapsamı dışına alınmıştır.

Neler vaat edilmişti?

2012 yılında yürürlülüğe giren Genel Sağlık Sigortası’nın herhangi bir sosyal güvencesi olmayan kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için geliştirildiği ve SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı gibi herhangi bir kuruma bağlı olmayan kişilerin de “mağdur olmaması” için getirildiği iddia edilmişti. Buna göre kişi başına düşen aylık geliri brüt asgari ücretin üçte birinden yüksek olanlar GSS’den yararlanmak için prim ödemek zorunda bırakılırken, geliri brüt asgari ücretin üçte birinin altında olan yurttaşların primleri ise genel bütçeden karşılanıyor. Bu sayı Aralık 2012’de 11 milyon 357 bin 306 iken, Aralık 2013’te bu sayı 12 milyon 351 bin 352’ye yükselmiştir. Sayıları giderek artan yoksul kesim sağlık kurumlarından “en asgari düzeyde” sağlık hizmeti alabilmek için uğraş vermektedir. Bu da AKP’nin bir başka başarısıdır!

Genel Sağlık Sigortası primlerini ödeyemeyenler ise sağlık güvencelerinden ve sosyal hizmetlerden yararlanamayacaktır. Bu son zamlarla birlikte milyonlarca işsiz, herhangi bir sosyal güvenceden mahrum bırakılan yoksullar, sigortasız çalıştırılanlar, pirim borcunu ödeyemeyenler daha da mağdur edilirken, devlet bu mağduriyeti kârlı bir kazanca çevirme hesabındadır.

Özetle sermayenin ve AKP’nin politikaları nedeniyle yoksulluk, güvencesizlik, sağlıksızlık giderek artmaktadır. Sağlık gibi en temel insani hakkın paralı hale getirilmesi ise ancak kapitalizmin vahşiliğiyle açıklanabilir. Yapılması gereken; herkes için eşit, parasız, nitelikli ve kolay ulaşılabilir sağlık hakkı için, örgütlü bir şeklide mücadeleyi büyütmektir.

 

 

 

Hastalıklı düzene son verelim!

 

Geçen hafta medyada ilaç tekellerini fazlasıyla memnun edecek bir haber vardı. Haberde Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 3 milyon olan sinir hastası sayısının 9 milyonu aştığı belirtiliyordu. Bu sayı sadece destek almak amaçlı sağlık kuruluşlarına başvuranları belirtmektedir. Gerçekte ruhsal rahatsızlık yaşayıp tedavi için sağlık kuruluşlarına başvurmayanların sayısı çok daha fazladır. Bunda toplumun kültürel algısı “bana deli derler” gibi bakış açısı ve hastalığın özelliği “kabullenmemek” etkilidir. Bütün bu nedenlerden dolayı Sağlık Bakanlığı’nın verileri gerçek hasta sayısının çok altında kalıyor.

Gerçi sağlık kuruluşlarına başvuranların da gerçek anlamda tedavi olma şansı yok. Çünkü ruh sağlığımızı her gün daha çok bozan şey kapitalist düzendeki yaşam koşullarının kendisidir. Şöyle ki; insanın ruhsal ve bedensel olarak dengede kalabilmesi için beslenme, barınma, sevgi, saygı, güvende olmak gibi insani gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Ama kapitalist düzende sadece parası olan iyi beslenip, lüks içinde yaşayıp, saygı görürken, toplumun geri kalan büyük kesimi yaşayabilmek için azgın kapitalizmle boğuşmaktadır. İşçileri, emekçileri, yoksul kesimleri kapitalist koşullar sürekli işsizlikle, açlıkla, mevcut haklarını, kazanımlarını dahi elinden almakla tehdit etmektedir. Sürekli bu tehditler altında yaşayan bireylerin de sağlıklı kalması mucizedir. Zaten emeği kendisine yabancılaşarak onun üzerinde baskı aracı olarak geri dönmüştür. Doğadan kopmuş olmak ve birbirimize yabancılaşmış olmak da cabası.

Bu düzen bize şunu söylüyor; paran kadar değerlisin, paran kadar sevilirsin, paran kadar yersin, içersin, paran yoksa bu senin sorunun! Kapitalist düzenin bu şiddeti bizi fena halde örseliyor. Önce bu koşullarla bireysel olarak savaşıyoruz. Başaramayınca da psikoloji biliminin tabiriyle, öğrenilmiş çaresizlikler yaşayıp, anti-depresan haplarıyla çaresizliğimizi unutmaya, bastırmaya çalışıyoruz. Anti-depresan ilaçlar ruhsal hastalığın belirtilerini bastırma aracıdır. Hastalığı tam anlamıyla tedavi etmez. Çoğu zaman daha da kronikleştirir.

Bizden geriye kalansa ilaç tekelleri için müşteri olmaktır!
Müşteri olmak dışında mademki kaybedecek bir şeyimiz kalmadı, o zaman her şeyi kazanmak için mücadeleye! İnsani olan her şeyin kar hırsına kurban edilmesine, bencil, çıkarcı, sınıflı, sömürüye dayalı hastalıklı düzene son vermeye! Çünkü hasta toplumda sağlıklı birey yetişemez.

F. Can

 
§