11 Temmuz 2014
Sayı: KB 2014/28

Sınıf hareketi önündeki engellerin kaldırılması için...
Engelleri aşmak için taban inisiyatifleri
İş güvencesi hakkına
sahip çıkmak için birleşik mücadeleye!
Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine...
Çatı aday kimin adayı?
TKİP hedef gösteriliyor!
İnternette sansüre devam!
Maltepe Belediyesi dava kararından görünenler
Bosch’ta yetki
Türk Metal’e verildi
Ha cam ha soda:
İşçi düşmanı Şişecam!

Sütaş’ta devlet sermayenin hizmetine koştu

İşçiler sessiz sedasız ölüyor

Tanrıverdi’de işçi iradesine patron müdahalesi

Üretimden gelen gücümüzü kullanıyoruz!

Kızıl Bayrak: Tasfiyeciliğe, karanlığa tutulan kızıl bir meşale! - H. Eylül
Direnişçi işçilerden
Kızıl Bayrak’ın 20. yılına...
“Yeni Greif’ler için ileri!”
Ekim Gençliği II. Yaz Kampı
Mülteciler sorunu ve devrimci sorumluluk
İsrail saldırıyor, Filistin direniyor!
Mısır’da yeni yönetimin ilk icraatı
zam furyası
Çocuklar hapishanede, suçlular nerede? - Z. Eylül
Eylül günlerinde acının arabesk hali - K. Ehram
“Müziğimiz mücadeleye devam çağrısı!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eylül günlerinde acının arabesk hali

K. Ehram


Dilencilerin akordeonları
Bir romantizm katıyor Avrupalı’nın hayatına
Bu bana klasik müzik dinlemesini anımsattı
Nazilerin, toplu imhalar sırasında...
Ataol Behramoğlu

Toplumsal baskının belirginleştiği kimi dönemlere özel olarak baktığımızda bu dönemlerin özgül koşullarına paralel olarak yine çok özgül baskı ve şiddet mekanizmalarının geliştiğini görüyoruz. Sanat, eğitim, eğlence gibi tüketimin değişik biçimleri aracılığıyla kitleleri bağımlı ve sistem içi hale getiren burjuva iktidarlarının böylesine kızgın dönemlerde özellikle kültür alanına yoğun bir saldırıyı açıktan ya da gizli olarak örgütlediğini gözlemlemek ve bunları daha derinlikli okuyarak içerdiği gizli politik hedefi açığa çıkarmak mümkün. Bunun ülkemizde deyimi yerindeyse bugün hala ‘’en nadide’’ örneklerinden biri olan 12 Eylül askeri faşist darbesi de toplumsal hayatın farklı alanları arasında birleşik bir etkiyi sağlamaya yönelik bir dizi programın sistemli olarak hayata geçirilmesi konusunda bize çok somut veriler sunmaktadır.

İş gününün yeniden üretilmesi sürecinde yaptığımız her şey, kurduğumuz her ilişki, tükettiğimiz her nesne (meta) ve bütün bu zaman içinde bize olanca sıradanlığı ile dinlememiz, izlememiz, eğlenmemiz, beslenmemiz için sunulan her şey kısaca kültürü tanımlamaktadır. Milyonlarca insanın hayatında her gün olup bitiveren olaylar silsilesi ve giriştiği ilişkiler ağı kültürün ta kendisidir. Kültürün içinde sanat ve sanat dalları arasında dilleri ve kimlikleri aşan bir yerde duran müzik apayrı bir yer işgal eder. Evrensel bir dil ve anlatım biçimi olan müzik içinde şekillendiği ortamın politik etkilerini ve doğrudan ya da dolaysız olarak vermeye yöneldiği mesajı, diğer sanat dallarına nazaran daha belirgin bir şekilde açık eder. Bu nedenle müziğin politika ile sıkı sıkıya kurduğu bir ilişki vardır.

Bu dönem yayılmaya çalışılan kültür politikasının önemli bir örneğini arabesk oluşturuyor. Arabesk müzikte somutlanan ‘’arabesk yaşam kültürü’’nün içeriğini tavandaki bir darbe politikasının tabandaki sonuçlarından biri olarak okumak ve bu pencereden değerlendirebilmek gerekir. Arabeski tek başına arabesk olarak ele alan ve eleştiri çubuğunu daha sonrasında bu kültürle bağ kuran ezilen kitlelere büken aydın çevrelerinin eleştiri tarz ve yöntemi bizim yöntemimiz olamayacağı gibi bu aydın çevrelerinin yaslandığı ideolojik temeli çürüten ve arabeske karşı savundukları burjuva sanat anlayışını teşhir eden de yine bizler olacağız. Çünkü bizler sanata dair tartışmaların biçimden, sunuştan ve vitrinlerden öte bir içerik ve anlam tartışması olduğunu kavrıyor ve burjuva sanatına karşı Becher’in dediğini tekrarlıyoruz: ‘Yeni sanat, yeni biçimle değil, yeni insanla başlar.’’ [1] Bizler müziğe de yeni insanı bugünkü yozlaşmışlık içerisinden çekip çıkarma mücadelesinin bir parçası olarak yine insan için, insanlık için, insana dair bir arayış taşıması gerektiği noktasından yaklaşmalıyız.

Anadolu insanının kent dramı

Arabeski çalışırken, dertleşirken, otobüs beklerken yani hayatın her alanında girdiğimiz ilişkilerle bir günden diğer güne devralınarak yeniden üretilen bir yapı ile kurduğu bağlar üzerinden ele alırsak egemenlerin yönetmek istedikleri insanı kime dönüştürmeye yeltendiklerini ortaya koyabiliriz. Arabeskin bugün ülkemizde o ya da bu şekilde yerleşmiş bir kültürü ifade ettiği bir gerçektir. Buna ek olarak arabeski icra eden isimlerin kırsal kökenli oluşları, yine ezilen kesimler içinden çıkmış olmaları ve kendi hayatlarında da tıpkı şarkılarında ifade ettikleri gibi bir takım dertlere ve sıkıntılara aşina olmaları ezilen kitleler nezdinde bu müzik türünün kabul görmesinde ve içselleşebilmesinde rol oynuyor. Özellikle 1960 döneminden sonra yayılan bir göç sancısı ve Almanya’ya kadar uzanan gurbetlikler kırdan şehre gelen insanın yaşadığı kültür şokunu tariflemektedir. Tam da bu dönemde modern kültüre bulanmış bir şehir içinde yalnızlaşmaya terkedilen kırsal insanının kendi ezgilerine ve türkülerine yakın tınılar içeren ve duygularıyla doğrudan empati yapabilen arabesk müzikle kurduğu sıkı bir ilişki var. Arabesk müziğin bu dönemdeki doğal yükselişinin bu dönemin sosyo-politik koşulları ile yine sıkı bir ilişkisi var. Bugün de özellikle ezilen kesimlerin acı ve özlem duygularının yoğun bir şekilde ifadesini bulduğu arabesk müzikte ezilen insanın kendi duygularının bir temsilini buluyor olması şaşırtıcı değildir.

“Arabesk çizgisi, yıkılan bir toplumun içinde cevap bulmaktadır. Arabeskin imgesi toplumda bir bilinçaltı oluşmasının izlerini yakalamıştır. 1970’lerin ortasındaki anti-demokratik uygulamalar, yaralı bir toplumun kaynağıdır ve 1960’ların yüreğine sokulan ideolojik operasyonun altyapısındaki kırmızı ışık, arabeske yeşil ışık şansını tekrar verir.”[2] Geçim sıkıntısı, borçlar, istemeden içine düşülen çıkar ilişkileri sonucu karşılaşılan ihanetler, patronun, ev sahibinin ve bilimum ezenlerin hakaretleri, tehditleri ve baskıları, üst kesime mensup insanlar tarafından sürekli aşağılanmaya maruz kalma, sosyal dışlanma ve ötekileştirme politikaları, burjuva iktidarın kendisi tarafından ‘’ikinci sınıf’ vatandaş’ statüsünde olup pek çok temel haktan mahrum olma, barınma, eğitim ve sağlık başta olmak üzere pek çok zaruri hizmete ulaşımın engellenmesi gibi yaşamlarını tehdit eden sıkıntılarla her gün yüzleşmek zorunda kalan ve bu çelişkilerin nasıl çözümleneceğine dair cevapsız bırakılan emekçi kitleler için arabesk şarkılar hiç değilse dertlerini dile getirmek ve bu yolla kendilerini ifade edebilmek şeklinde bir anlam taşımaktadır. Arabeskin bir ‘’isyan’’ ve hayata karşı bir tavır alma anlamı, ‘80 sonrası dönemde içini boşaltan ideolojik müdahale ve popüler kültür erozyonuna rağmen yok sayılamaz.

‘’Kula kulluk edene yazıklar olsun’’ diyen bir arabeski biad kültürünü yaymaya çalışan bir arabeskten muhakkak ayrı ele almak gerekir. Kaldı ki bugün arabeskin karşısına Batı çağdaşlığı hastalığına tutulmuş bir aydın çevresinin klasik müzik anlayışını koymak oldukça çarpıktır ve müzik tartışmasının yalnızca müzikal türler ekseninde yapılmasının ne kadar eksikli olduğunu göstermeye yeter. Zira Türkiye’de gerici faşist darbenin arabesk ile kurduğu ilişki Nazi Almanya’sında toplu imhalar sırasında yüksek sesle klasik müzik yayını yapan faşist diktanın klasik batı müziği ile ilişkisi olarak ezenlerin iktidarının müzik ile kurduğu dolaylı ilişkinin derin ve çok yanlı yapısını ifade eder. Bu noktada müziğin türü ve biçimi tek tartışma konusu olamaz, bir müzik türünün hangi dönem hangi ideolojiye ve kimlere hizmet ettiği tartışmasını sınıf eksenli yürütebilmek esastır. Sadece Türkiye eksenli bakıldığında bile devlet arabeski işine gelmediği noktada sansürlemiş ve işine geldiği noktada, işine geldiği haliyle yaygınlaştırmıştır. Bizim de ‘burjuva devletin işine gelen arabesk’ üzerine birkaç söz ifade etmemiz gerekir. Tüm bu noktalara vurgu yaptıktan sonra diyebiliriz ki bütün özel ve alternatif örneklerine rağmen ülkemizdeki arabesk anlayışının daha çok ‘80 sonrasında gelişen olumsuz arabesk anlayışına tekabül ettiği söylenebilir. Arabeskin ‘Arap ezgileri’ olarak tarihsel anlam ve içerik zenginliğinden ayrı bir tartışma içinde bu çarpık arabesk kültürü ve arkasında yatan karşı devrimci politikayı açmak gerekmektedir.

12 Eylül ve kültür-sanatın tasfiyesi

Arabeskin kendisi de ‘80 sonrasındaki tasfiyeci dalganın kültür alanına etkisiyle farklı bir boyut ve anlam kazanır. Kültür endüstrisi piyasalaştırdığı tüm türlerin içeriğini imha ederken arabeski bundan ayrı tutmamak arabeske yönelik aydınca tartışmalardan başka bir tartışmanın konusudur. Bizler gerici burjuva ideolojisinin arabeski kendi kültürel savaş silahına nasıl ve ne amaçlarla dönüştürdüğü sorgulamasını yapmaktayız.

‘’12 Eylül’le birlikte başlayan karşı-devrim saldırısı, sol hareket ve kitle hareketi üzerinde yaptığı ağır tahribatı, doğal ve kaçınılmaz bir biçimde ilerici aydın hareketi ve sanat yaşamı üzerinde de yaptı. Bu sonuç, bir yandan bu kuşağın kültürel-sanatsal üretim ve yaratım gücünü ve yeteneğini önemli ölçüde dumura uğratırken, öte yandan deyim uygunsa onları piyasaya düşürdü. Bu ilerici aydın hareketinin kitlesel bir kırımıydı ve bir bakıma devrimci hareketteki geniş çaplı terbiye, tasfiye ve düzenle bütünleştirme hareketinin ilerici kültür-sanat yaşamındaki izdüşümüydü. ‘’[2]

12 Eylül’ün yarattığı kültür ortamının devrimci sanat üzerine bu tasfiyeci etkisi müziğe de doğrudan yansımış ve arabeskin bu dönemden sonraki anlamı da değişmiştir. Koyu bir bilinmezlik durumu, bugün ne olduğuna ve yarın ne olacağına dair endişeli belirsizlikle birlikte yaşamın tümüne sindirilmeye çalışılıyordu. İşkencehaneler, birden ortadan kaybolan insanlar, insanlarımız... Verilmek istenen mesaj açıktı: Yarın yoktur! Kısacası toplumun bir kışla gibi yönetilebileceği ana fikrine dayanan bir düşüncenin gerçek hayattaki politikası olan 12 Eylül’ün bizzat kendisi toplamda bir umutsuzluk ve yılgınlık ortamının yaratılmasıydı. Kenan Evren bir kongreye ya da bir konsere girdiği zaman esaslı bir ‘dikkat’ çekiyor ve herkes ayağa kalkıyordu. Bu hastalıklı ideoloji bir virüs gibi tüm kültürel hayatı bu kavram serilerine uygun olarak biçimlendirmek takıntısını doğurmuştu. Dolayısı ile bu dönem sonrası arabeski öncesine göre daha ayrı bir tartışma ile incelemek gerekiyor. ‘Devlet Arabeski’ kavramı bu dönem sonrası için bir devlet politikası olarak tanımlanabilir. Bu politikanın bir parçası olarak “bilinmezlik, cehalet övgüsünü haklı çıkaran bir rol oynuyordu ve toplumun içine sürüklenmek istediği bilinçsizlik durumunu bundan daha iyi bir başka şey anlatamazdı. Bunun yerleşebilmesi için cehaletin itibar kazanması gerekiyordu. İbrahim Tatlıses , okuma yazma bilmemekle, cahil olmakla övünen biri olarak sükse yaptı.”[3]

Yüreğe yabancılaşmayan bir müzik

Küçük burjuva aydın çevrelerinin kaygısız sanat eleştirilerinin kitlelere üstten bakan açısı bizim arabesk başta olmak üzere bugün sömürü ve baskı düzenine en ağır şekilde maruz kalan kitlelere hitap eden türlere eleştirimizin açısı olamayacak kadar dardır. Bizler ezilen halklara ve işçi sınıfına devrimci bir müziği Anadolu’nun yüreğinden kopan sesleri görmezden gelerek taşıyamayacağımızın ve boş bıraktığımız alanı burjuvazinin doldurmakta gecikmeyeceğinin bilincinde eleştirilerimizi sunmaktayız. Emekçi kitlelerin, köklerini bozkırlardan, dağlardan ve bir tığla işlenmiş gibi köylerimizden akıp geçen nehirlerimizden beslenen kültür mirasımıza duyarlılığı elden bırakmadan bu mirasa bir hakaret niteliği taşıyan her türlü burjuva saldırısına kültür-sanat alanında yanıt üretmeye devam edeceğiz. Tüm bu kültür erozyonuna karşı süregelen bir dizi aydın tartışmasının sınırlarını bugün yine bu ülkenin devrimci kültür-sanat mirası aşmaktadır. Devrimci işçi mücadeleleri ışığında oluşmuş evrensel bir kültür-sanat birikimi 150 yılı aşkındır yıkılmadan büyümeye devam etmektedir. Bizler bu devrimci kültür-sanat birikimini kitlelerle buluşturma sorumluluğunu yüklenenler olarak kültür sanat tartışmasını da tür ve biçim tartışmalarına sıkışmadan, işçi sınıfının çıkarlarını ana eksen alarak sürdürmeye devam edeceğiz.

Kaynaklar:

1-Sınıf Çalışması ve Kültür Sanat Cephesi

www.tkip.org

2- Akın Ok, 12 Eylül Şiddeti ve Arabesk, Akyüz Yayın Grubu, sf.13

3- Aydın Çubukçu, Kültür ve İdeoloji Sorunları, Evrensel Kültür Kitaplığı, sf. 12-15

 

 

 

 

Tiyatro düşmanı bir adım!”

 

Başkent Dayanışması Akün-Şinasi Sahnesi’nin ihale ile satışa çıkarılması ile ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi.

8 Temmuz günü, Mimarlar Odası önünde yapılan basın toplantısında söz alan kurum temsilcileri, Akün-Şinasi Sahnesi’nen özelleştirilmesine tepki gösterdiler. Mimarlar Odası adına yapılan bir konuşmada, basında, tiyatro salonlarının beşinci kez ihaleye çıkarılacağı duyurulduğunu ifade edildi. Bu satışın, toplumun sanatsız bırakılmasının bir adımı olduğu ve dolayısıyla sanat ve tiyatro düşmanı bir adım olduğu belirtildi.

Kültür Sanat-Sen adına konuşan temsilci ise kültür sanat kurumlarının sahipsiz bırakılmasının cinayet olacağını vurgulayarak tüm sanatçıları eylemelere destek olmaya çağırdı.

Kızıl Bayrak / Ankara

 
§