11 Mayıs 2012
Sayı: SYKB 2012/19

Kızıl Bayrak'tan
“Sendikal ayrışma”nın önemi ve sınırları
Tanıkları ve belgeleriyle
‘77 1 Mayıs katliamı
Kayseri 1 Mayısı’nın gösterdikleri
Komünistler Denizler’i andı
Denizler mezarı
başında anıldı
İstanbul’da üç fidan anmaları
İşçi cinayetlerinin hesabını sormak için örgütlenmeye!
TOGO Ayakkabı’da köleliğe karşı direniş
“TOGO’ya söke söke gireceğiz!”
ART direnişi kazanımla
sonuçlandı
TİS uygulanmadı, işçiler iş bıraktı
Sağlıkçılar şiddete
karşı eylem
KESK: 1 Mayıs’ın mesajı ortak mücadele!
Bosch’ta taraflar ve tutumlar
MİB Merkezi Yürütme Kurulu Mayıs ayı toplantısı
Avrupa işsizlikte rekor kırıyor
Emekçiler grevde, direnişte!
Kamusal alanın tasfiyesinden ironiler
Bielefeld’de 6 Mayıs anması
“Denizler’in yolunda düzene başkaldırıyoruz!”
İzmir Öğrenci Kurultayı bileşenlerinden kurultaya dair
Bologna Süreci üzerine...
Sincan’da çocuklara
işkence tutanakta!
10 ilde baskın, gözaltı, polis terörü
Ser verip sır vermeyen bir yiğit:
İbrahim Kaypakkaya...
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bologna Süreci üzerine...

Bu yazı, üç temel bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm Bologna Süreci’nin tarihsel alt yapısını ekonomi-politik bir zemin üzerinden ele alacak. İkinci bölüm son dönemde çeşitli eylemli tepkilere neden olan değişimleri birinci bölümün ortaya koyduğu çerçevede irdeleyecek. Üçüncü bölümde ise Bologna karşıtlığının taşıması gerektiği nitelik üzerine tartışmaları içerecektir.

Bu bölümlere geçmeden önce, Bologna Süreci’ne dair bir tanımlama yapmamız gerekirse eğer, Bologna Süreci, Avrupa menşeli emperyalist bir proje olmakla birlikte, en temel amacı, Avrupa sermayesinin Amerika ve Japon sermayesi ile uluslararası pazarda rekabet edebilmesidir. Bu amaç doğrultusunda, üniversitelerde sermaye için dönüşümlerin ve eğitimin ticarileştirilme süreci hızlandırılmış, mesleklerde birtakım dönüşümler gerçekleştirilmiş, üniversitelerin sermaye ile işbirliğinin boyutu üniversitelerin tamamıyla sermaye boyunduruğuna sokmak olmuştur.

Bologna Süreci’nin ekonomi-politiği

En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı.

Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış-veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.”

(Karl Marks - Felsefenin Sefaleti)

Marx’ın Felsefenin Sefaleti’nde yazdığı bu cümleler en genel haliyle kapitalist toplumun genel karakteristiğini betimlemektedir. Kapitalizm, genelleşmiş meta üretimidir. Yani insani tüm ihtiyaçların metalaştırıldığı, dolayısıyla insanın üretebilme kaynağı olan emeğinin de bir üretebilme potansiyeli olarak emek-gücü formunda bir meta haline gelebildiği bir tarihsel aşamadır. İçtiğimiz su, yediğimiz ekmek, gururumuz, onurumuz, insanlığımız, arabamızı park ettiğimiz 2 metrekarelik toprak parçası hatta bedenlerimiz bile alış-verişin konusu haline getirilmiştir.

Bizlerin burada yapacağı ise, kapitalizmin bu temel karakteristiğinin, en temel insani ihtiyaçlardan biri olan eğitim alanı üzerindeki yansımalarını incelemek olacaktır.

20 yy. başlarında gerçekleşen Ekim Devrimi ile kurulan proleter iktidar kendisini bir güç ya da alternatif bir dünya olarak var edinceye kadar eğitim de tüm dünyada ticaretin konusuydu. Burjuva sınıfın iktidarı insanlığa barbarlığı yaşatmakta, insanları açlıkla, yoksullukla, savaşla ve katliamlarla terbiye etmeye çalışmaktaydı. 1929 krizi ile birlikte -ki bu kriz tarihin görmüş olduğu ilk ciddi buhranın da kendisiydi- kapitalizm daha da vahşileşmişti. Krizi atlatmak için işçi ve emekçi kitlelere yönelik saldırganlık arttırılmış, dünya daha da yaşanılamaz bir hale gelmişti.

Aynı tarihsel dönemde Ekim Devrimi’nin hemen ardından gelişen kaotik ortam aşılmış ve SSCB’de devrimden önce yükseltilen talepler tek tek hayata geçirilmeye başlamıştı. İşçi ve emekçilerin eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, barınma gibi en temel ihtiyaçları ücretsiz olarak karşılanmaktaydı. Öyle ki dünyanın bir kutbunda barbarlık yaşanırken diğer kutbunda cennet yaşamsal kılınmaya çalışılıyordu.

Bu dönemde, kapitalist blok içerisinde yaşamlarından memnun olmayan kitlelerin talepleri “daha insanca bir yaşam”dan, “daha insancıl bir yaşam için sosyalizm” formülasyonuna dönüşmüştü. Çünkü kapitalist blok içerisindeki mutsuz kitlelerin tüm talepleri -eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, iletişim gibi temel yaşamsal ihtiyaçların ücretsiz bir şekilde kamu hizmeti olarak devlet tarafından verilmesi ve örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kaldırılması- Sovyet toplumunda zaten vardı.

İşte bu tarihsel gerçeklik içerisinde, bu gerçekliğin basıncı ile Keynesyen politikalar uygulanmaya başladı. Keynes, dünya burjuvazisine iktidarlarını kaybetmek üzere olduklarını, burjuva iktidarları korumak için de kitlelerin yüzünü sosyalizme dönmesine neden olan taleplerin bastırılması gerektiğini anlatmış ve bunun yöntemi olarak da Sovyet toplumunda insanlara ücretsiz verilen tüm hizmetlerin ve tanınan tüm insani hakların burjuva toplumlarında da tanınması gerektiğini savunmuştur. Tüm bu öneriler, iktidarını kaybetme korkusu yaşayan burjuvazi tarafından tek tek hayata geçirilmeye başlanmıştır.

Burjuvazi iktidarını kaybetmektense kâr kitlesinin bir kısmından feragat etmeyi tercih etmiş, daha doğru bir ifade ile tercih etme zorunda bırakılmıştır. Fakat Sovyetler Birliği’nin kendisini bir güç olarak dayatamadığı, Fordist üretimin çöküşe geçtiği ve ‘70 Petrol Krizi’nin patlak verdiği süreçte, kapitalizm gizlemek zorunda kaldığı vahşi yüzünü tekrardan görünür kılarak Keynesyen politikaları tek tek terketmeye başlamıştır. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, iletişim gibi yaşamsal ihtiyaçlar yeniden ticaretin konusu haline getirilmiştir.

Bu tarihsel temel içerisinde eğitimin ticarileşmesi sürecini ele almaya çalışırken bir taraftan da üniversiteleri sınıf ilişkileri üzerinden ele almak ve üniversitelerdeki dönüşümü bu bağlamda tartışmak gerekmektedir. Üniversiteler tarihin hiçbir aşamasında -ki üniversitelerin doğuşu sınıflı toplumların varlığına denk gelmektedir- toplum için bilginin üretildiği kurumlar olmamışlardır. Üniversiteler egemen sınıflar için bilginin ve ideolojinin üretildiği kurumlar olmakla beraber, bu misyonlarını mevcut sınıf savaşımlarının dinamikleri üzerinden dengelemişlerdir. Ezilen sınıfların özgürlük mücadelelerinin yükseldiği dönemlerde görece bağımsız davranan üniversiteler, mücadelenin düşük olduğu dönemlerde açık bir şekilde egemen sınıfların bir aracı gibi davranmaktadırlar. Bugün üniversitelerin burjuva sınıfının bir aracı gibi davranmasının, davrandırılmasının sebebi budur. Burjuvazi bir taraftan eğitimi ticarileştirirken, diğer taraftan da üniversiteleri kendisi için üreten bir kuruma dönüştürmektedir.

Tüm bu teorik ve tarihsel arka plan doğrultusunda Bologna Süreci’ni tartıştığımızda ise, bu sürecin kapitalizmin genel hareketini hızlandırıcı bir katalizörden başka bir şey olmadığını gözlemleyeceğiz. Yani Bologna Süreci olmasaydı, eğitimin ticarileşme süreci ile üniversitelerin sermayenin dolaysız kurumları haline gelmesi süreci yine de gerçekleşecekti. Fakat Bologna Süreci’nin kendisi konjonktürel koşullar gereği bu süreci hızlandırarak tüm bu sürecin daha karmaşık bir şekilde ilerlemesini sağladı ve ortaya çıkan tüm fatura işçi ve emekçi çocuklarına ödetildi/ödetiliyor.

Bu sürecin Avrupa merkezli olarak başlatılmasının nedeni ise yine kapitalizmin en temel hareket yasalarından biri olan “rekabet”tir. Bilindiği gibi, rekabet sadece ulusal pazarda gerçekleşen bir olgu değil aynı zamanda uluslararası pazarda da gerçekleşen bir olgudur. Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm çağında asıl belirleyici olan da dünya pazarında süren rekabettir. Bugünün dünyasındaki kutuplaşmalar farklı olsa da Bologna Süreci, Avrupa sermayesinin Amerika ve Japonya sermayelerine karşı rekabet edebilmesi için uygulamaya konmuş bir süreçtir. Bu rekabetin içerisinde, teknik-teknolojik gelişim olarak Amerika ve Japonya’nın Avrupa’dan daha ileri düzeyde olması, dolayısıyla emek üretkenliklerinin daha yüksek olması ve metaları daha ucuza mal ederek dünya pazarında daha fazla yer kapmaları bilinen bir gerçektir. Avrupa sermayesinin temel derdi de var olan teknik-teknolojik gelişim düzeylerini yükseltmek ve dünya pazarında rekabet edebilir bir seviyeye ulaşmaktır. Bu amaç doğrultusunda da Avrupa’da bir yüksek öğrenim alanı (AYA) oluşturularak emek standardizasyonu sağlanmalı ve vasıflı emeğin Avrupa emek pazarında hareket edebilmesi olanaklı kılınmalıdır. Üniversiteler de bu rekabet içerisinde sermayenin çıkarlarına uygun olarak konumlandırılmalı ve üniversite eğitiminin maliyeti sermayenin sırtındaki bir yük olmaktan çıkarılmalı, yani eğitim ticarileştirilmelidir. Bologna Süreci bu temel üzerinden başlatılmış bir süreçtir ve tüm uygulamaları buna hizmet etmektedir.

Bologna Süreci’nin somut uygulamaları

Tüm bunların ardından Bologna Süreci’nin somut uygulamalarına değindiğimizde, son dönemde gerçekleşen eylemselliklerin nedeni de anlaşılacaktır.

Bu yıl yüzlerce öğrencinin katılımıyla gerçekleşen eylemlerin temel nedeni, AYA yaratma amacıyla yapılan uygulamalardan kaynaklanmıştır. AYA projesi kabaca tüm Bologna Süreci üyesi ülkelerdeki eğitimleri belirli bir standardizasyona ulaştırmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okuyan bir öğrencinin almış olduğu eğitim ve mezun olma kriterleri, Bologna Süreci’ne dahil olan herhangi bir başka ülkenin herhangi bir üniversitesindeki bilgisayar mühendisliği ile eşit olmalıdır. Bu sayede vasıflı emeğin standardizasyonu sağlanacak ve bilgi üretim sürecinin daha geniş bir alanda gerçekleşmesinin, sermaye sınıfının diğer ülkelerden vasıflı emek arzında bulunabilmesinin ve sermaye ihracının olanakları arttırılmış olacak. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak ülkemizde var olan zorunlu YÖK dersleri ile ilgili değişimler gerçekleşti ve zorunlu YÖK derslerinin diplomalara olan etkisi sıfırlandırıldı. Çünkü diğer ülkelerdeki sermaye sınıfı, bir mühendisin Türk Dili ve Edebiyatı bilgisine ya da Türkiye tarihine ne kadar hakim olduğu ile ilgilenmiyordu.

Bir diğer uygulama ise not geçme sisteminde gerçekleşti. Daha önce DC ve DD notları ile aldıkları dersleri geçebilen öğrenciler, artık bu derslerden geçemiyorlar. Bu uygulama sadece pilot okullarda başlatıldığı için çok bilinen bir uygulama değildir fakat Bologna Süreci pilot üniversitelerinden olan Ege Üniversitesi’nde bu değişim gerçekleştirilmiş ve büyük bir kinin doğmasına neden olmuştur. YÖK dersleri ile kuvvetli bir bağı olmadığı için var olan değişimi önemsemeyen üniversite öğrencileri, not sistemindeki bu değişim ile Bologna Süreci’ni tartışmaya başlamışlardır. En son değişim, sınıf geçme sistemindeki değişiklik ile kinlenen gençliğin sokaklara akmasına neden olmuştur.

Avrupa Yükseköğrenim Alanı amacıyla tüm bölümlerde aynı sınıflarda aynı derslerin aynı kredilerle alınması amaçlanıyordu. Dolayısıyla derslerin kredileri değiştirildi. Öğrencilerin geçmiş yıllarda vermiş oldukları derslerin kredilerinin değiştirilmesi birçok öğrencinin kümülatif ortalamalarının değişmesine, birçoğunun mezun olamamasına, birçoğunun üst sınıflardan ders alamayacak olmasına neden oldu. Örneğin 4 kredi iken almış olduğu dersin kredisinin 11 krediye yükseltilmesi ile ortalamasındaki değişikliği fark edip öğrenci işlerine hücum eden öğrenciler, ilk önce sistemde bir arıza olduğunu söyleyen yetkililere inanarak evlerine geri döndüler. Fakat daha sonradan bu durumun tüm üniversite öğrencilerinde yaşandığını gördükten sonra sorgulamaya başladılar ve Bologna Süreci’nin kendisi ile tanışmış oldular. Kredi akreditasyonu olarak tanımlanan bu süreci sosyal medyada tartışan binlerce öğrencinin dinamik enerjisinin sokaklara ya da eylemselliklere dönüşmesini istemeyen üniversite yönetimleri ise son gün sabaha karşı uygulamayı iptal etti. Fakat öğrenciler var olan mevcut uygulama geri çekilmiş olsa da Bologna karşıtı bir eylem gerçekleştirdiler ve tepkilerini dile getirdiler.

Tüm değişimlerin ve dönüşümlerin yanında mesleklerdeki dönüşümü de ele almamız gerekmektedir. Yetkin mühendislik, stajyer avukatlık, sözleşmeli-ücretli öğretmenlik gibi uygulamalar ile gençlik geleceksizleştirildi. Bu süreçlerden hiçbirine ne gençlik cephesinden ne de emek cephesinde örgütlü bir yanıt verilememiş olması var olan uygulamaların vahşice hayata geçirilmesine olanak sağladı. TMMOB’ye bağlı odalar, yetkin mühendislik uygulamalarında oluşacak pazardan lokma koparabilmek için bu sürece karşı muhalefet etmedi, hatta oda içerisinde muhalefet edenlere saldırdı. Bu yetmezmiş gibi uzun bir süre çekingen de olsa bu süreci savundu.

Sonuç yerine...

Belirli bir tarihsel dönemi irdeleyerek Bologna Süreci’ni tartışmaya çalıştık, ki bu yazı ile bütünlüklü bir değerlendirmenin yapılamayacağı da ortada. Fakat bu mütevazı çabamız içerisinde anlatabildiğimiz kadarıyla belirtmemiz gerekirse Bologna karşıtlığı, “her şeyden yalıtılmış salt bir Bologna karşıtlığına”, “sadece AKP karşıtlığına indirgenilmiş bir Bologna karşıtlığına” -ki bu süreç 1999 yılında başlamıştır yani AKP iktidarda değilken başlamıştır ve kim gelirse gelsin bu sürecin uygulamalarını hayata geçirmek zorundadır- ya da “emperyalist bir proje olarak Bologna karşıtlığına” indirgenmemelidir.

Bologna Süreci varolan emperyalist kapitalizmin mevcut hareketlerini hızlandırıcı etkiye sahip bir katalizördür ve kapitalizmin dışına çıkamayan hiçbir siyasal süreç bu sürecin yaptırımlarını durduramaz. Dolayısıyla Bologna karşıtlığı, anti-kapitalist ve daha da önemlisi sosyalist bir kimlikle buluştuğu ölçüde ete-kemiğe bürünebilecektir. Diğer türlü ya akademik bir mücadele verilecek, ya AKP karşıtlığı üzerinden popüler eylemlilikler gerçekleştirilecek ya da anti-emperyalist kimlik ulusalcı nüvelerle bütünleştirilerek bir takım pratiklerde bulunulacaktır. Bunlar da Bologna Süreci gibi temel ve kapsamlı bir saldırının püskürtülmesinde etkisiz kalacaktır.

İzmir Ekim Gençliği

 

 

 

Faşist provokasyonlar
polis saldırılarıyla kolkola

1 Mayıs’ın ardından gençliğin kavga alanlarındaki coşkulu mücadele kararlılığını dağıtmak için üniversitelerde faşist saldırılar devreye sokuldu. Faşistlerin yetersiz kaldığı yerde saldırıyı sermayenin kolluk güçleri üstleniyor.


İÜ’de faşist provokasyon ve polis saldırısı

İstanbul Üniversitesi’nde “3 Mayıs Türkçülük Bayramı”nı bahane edip Hukuk Fakültesi’nde etkinlik yapmak isteyen faşistler, polis ve idare işbirliği ile gizlice içeri sokularak etkinliklerine başladı.

Etkinliği yaptırmamak üzere harekete geçen devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler, Hukuk Fakültesi’nin arka kapısından içeri gizlice sokulmaya çalışılan faşistleri fark ederek müdahale edince öğrencilere polis saldırdı.

Bir öğrenci, 2 polis ve 1 ÖGB’nin yaralandığı saldırının ardından faşistlerin çekilmesiyle gerginlik bitti.


İÜ’de faşistlere geçit yok

8 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi’nde faşistlerin boy gösterisi için düzenledikleri “Türkçülük Günü” etkinliklerine karşı üniversite öğrencilerinin örgütlediği “Halkların Kardeşliği” etkinliğine polis saldırdı. Üniversite içerisinde yapılan etkinliklere, asılan pankartlara saldırıyı kural haline getiren polis, saldırı sırasında 4 öğrenciyi gözaltına aldı.

Etkinlik programı çerçevesinde, Roboski Katliamı konulu fotoğraf sergisi polisin hedefi oldu. Faşistlerin etkinliği sürerken polis, fotoğrafların kaldırılması için üniversitelileri tehdit etti. Öğrencilerin kararlı duruşu sonrası polis saldırıya geçti. Polis sergiyi dağıtırken 4 öğrenciyi gözaltına aldı.

Üniversitede 7 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi ile Türk Ocakları’nın ortak düzenlediği “Bir düşünce hareketinin 100 yılı Türk Ocakları” etkinliği yapılmıştı. Fen Fakültesi’nde düzenlenen etkinlik için dersler iptal edilmiş, okul giriş çıkışlarında polis “güvenlik” olarak konumlanmıştı.


Davutpaşa Kampüsü’nde gerginlik

Kendilerini “YTÜ İhya Hareketi” diye adlandıran bir grup gerici Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü’nde “Üniversite gençliğinin ahlaki çıkmazları!” başlıklı bir etkinlik düzenledi.

Kampüs çevresinde bulunan bir camide düzenlenmek isteyen gericilerin kampüste masa açması ilerici öğrenciler tarafından tepkiyle karşılandı. 3 Mayıs günü Öğrenci Kolektifleri, TKP’li Öğrenciler ve Gençlik Muhalefeti tarafından, yemekhane önünde bildiri dağıtılırken gericilere alan kapatılmak istendi. Üniversiteye çevik kuvvet getirildi. Etkinlik vaktinin gelmesiyle alanı terk edecek olan gerici grubun sloganlarına sloganlarla yanıt veren öğrencilerin arasına ÖGB’ler girdi. Alanı terk ederken tehditler savuran gerici grubun ardından çevik kuvvetin de okulu terk etmesiyle öğrenciler toplu çıkış gerçekleştirdi.


Ekim Gençliği okuruna faşist saldırı

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde devam etmekte olan Bahar Şenlikleri’nden çıkan bir Ekim Gençliği okuru evine gittiği sırada faşistlerin saldırısına uğradı. Apartmanın önüne geldiği sırada arkasından saldıran faşist güruh okurumuzu yerde bir süre tekmeledikten sonra kaçtı.


Mersin’de gerici etkinliğe geçit yok

Mersin Üniversitesi’nde “3 Mayıs Türkçülük Günü” adı altında gerici bir etkinliğin yapılacağının duyulması üzerine devrimci, ilerici ve yurtsever güçler sabah erken saatlerde Çiftlikköy Kampüsü’nde toplandı.

Kitle “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganını atarak gerici etkinliğin yapılacağı Cumhuriyet alanına doğru yürüyüşe geçti. Faşistlerin, kitleyi taşlamaya başlamasıyla birlikte saatleri bulan bir çatışma yaşandı. Çatışma esnasında aralarında bir Ekim Gençliği okuru ile Gençlik Derneği ve Emek Gençliği üyesi 3 öğrenci gözaltına alındı. Gözaltına alınan Ekim Gençliği ve Gençlik Derneği üyesi öğrenciler çevik kuvvet polisleri tarafından vahşice darp edildikten sonra Mağazalar Karakolu’na götürüldü.

Çevik kuvvet polisleri ile organize bir şekilde devrimci öğrencilere saldıran faşistler militan direnişin ardından geri adım atarak okulu terk ettiler. Devrimci ve ilerici öğrenciler gözaltıların serbest bırakılması için okul girişinde oturma eylemine başladılar. Sonrasında yüzlerce öğrenci dolmuşları işgal ederek gözaltına alınan öğrencileri karşılamak için hastaneye geldi. Burada kitle çevik kuvvet polisleri tarafından ablukaya alındı. Polis çembere aldığı kitleye tehditler savurup gaz sıkarak gözaltına almaya çalıştı. Öğrencilerin kararlı duruşu ile polisin bu saldırısı boşa düşürüldü. Gözaltındaki öğrencilerin serbest bırakılması ile eylem bitirildi.

Ekim Gençliği / İstanbul Üniversitesi - YTÜ Davutpaşa Kampüsü - Ankara- Mersin