4 Nisan 2011
Sayı: SİKB 2011/13

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs yoluna çıkarken
Emperyalizmin maşaları
halklardan yana tutum alamazlar!
Emperyalistler hegemonya ve
yağma peşinde!
Tüm NATO üsleri kapatılsın!
Kürt halkı inkara ve
tasfiye dayatmasına “itaat” etmiyor!
Metal İşçileri Birliği Merkezi
Yürütme Kurulu Nisan Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal grevinde son durum
Süsler Doruk’ta grev sürüyor...
Her yerde kurultay çağrısı
İzmir’de kurultay seferberliği.
Direnişçi Ontex/Canbebe işçileriyle söyleşi...
Direnişlerin sesi Taksim’de
yankılandı...
Ontex’te polis tacizine
karşı dayanışma
Metro Grossmarket
işçileriyle konuştuk...
BDSP Karadağ davasının peşini bırakmıyor...
Karadağ cinayeti davasında “keşif iptali” değerlendirildi.
Suriye’de siyasal durum
ve bazı saptamalar
İngiltere’de işçi sınıfı meydanlarda!
Almanya’da nükleer santral karşıtı kitlesel gösteriler
Üniversitelerden...
Yaptım Olacak” hiçbir zaman bizim dilimiz olmayacak!
Çelişkili TÜBİTAK
raporunu sordu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’de siyasal durum ve
bazı saptamalar

Suriye’de işsizlik ve yoksulluğun yaygın olduğu kentlerden biri olan Dera’da, duvarlara rejim karşıtı slogan yazan çocukların gözaltına alınmasıyla başlayan eylemler, kolluk kuvvetlerinin azgın saldırılarına maruz kalınca, isyanın fitili ateşlenmiş oldu.

Şam yönetiminin hiçbir koşulda halka kurşun sıkılmayacağı yönünde yaptığı açıklamalara rağmen, kolluk kuvvetlerinin bir haftada onlarca eylemciyi katletmesi, Suriye’deki Baas rejiminin de zorba niteliğini ortaya koydu. Buna karşın ilk günlerden itibaren reform vaatlerinde bulunan cumhurbaşkanı Beşşar Esad, devrilen diktatörlerin akıbetine uğramaktan kendini korumaya çalışıyor. Ancak halka karşı kullanılan yaygın şiddetin yarattığı öfke, Esad’ın şansını azaltmış görünüyor.

Sorunların özü aynıdır

Tunus’tan başlayarak Arap dünyasına yayılan isyana yol açan yapısal nedenler, her ülkede kendine özgü boyutlar taşısa da, özü itibariyle aynıdır; işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet, gelir dağılımının bozukluğu ve bunları tamamlayan despotik rejimler…

Bu sorunlar, Suriye’deki genç kuşaklarla işçi ve emekçilerde biriken öfkenin temel kaynağıdır. Bu sorunlar, kuşkusuz ki, kapitalist sistemin yerkürenin dört bir yanında hergün yeniden ürettiği sorunlardır. Bağımlı ülkelerde şiddeti değişmekle birlikte, sorunlar, özü itibariyla neo liberal saldırı ve kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçlarından kaynaklanıyor.

Dolayısıyla Suriye’deki hareketin de, arka planında başlangıç olarak, kapitalist sistemin insanca çalışma ve yaşama olanağından yoksun bıraktığı genç kuşaklarla emekçi kitleler var. Buna karşın Suriye’deki demografik yapı ve “rejim muhalifi” olan Müslüman Kardeşler’in etkili olması, gerici güçlerin hareketi etkileme zeminini güçlendiriyor.

Özgün yapı” sorunların niteliğini değiştirmiyor

Suriye’deki Baas rejiminin kendine özgü bazı yönleri olduğu biliniyor. Ancak bu özgünlükler, sistemin ürettiği yapısal sorunları ortadan kaldırmıyor. Zira sorunların temeli kapitalist sistemin kendisidir.

Golan Tepeleri’nin 1967’de İsrail tarafından işgal edilmesi, Suriye ile siyonist rejim arasında halen devam eden sorunların esas kaynağıdır. 1990’lara kadar Sovyetler Birliği ile yoğun ilişkiler kuran Baas rejimi, bu yönüyle de diğer Arap rejimlerinden farklı bir politika izliyordu. Buna rağmen pragmatik çizgisiyle tanınan baba Hafız Esad, ‘91’de Irak’ı hedef alan emperyalist saldırıya 10 bin askerle katılmakta bir sakınca görmemişti.

Golan Tepeleri’ni iade etmediği sürece İsrail’le barışmayacağını ilan eden Suriye yönetimi, bunun da etkisiyle Filistin direniş hareketi, Lübnan Hizbullah’ı ve İran’a yakın duruyor. Zira bu güçler ABD-İsrail ikilisinin Ortadoğu’ya dair planlarına karşı duruyorlar. Baas rejiminin bu tercihi belli hesaplara dayansa da, bu, Suriye’nin adı geçen güçlerle ortak politikalar geliştirmesine engel olmuyor.

Bu arada Suriye yönetimi ABD ile arayı düzeltmek için de çaba harcadı. Hatta AKP şeflerinin arabuluculuğuyla İsrail’le de görüşmeler yürüttü. Ancak siyonist rejimin Golan Tepeleri’ni ilhak etme noktasındaki pervasızlığı, görüşmelerin kesilmesine yol açtı. Baas yönetiminin Türk devleti ve AKP hükümeti ile ilişkileri ise, son yıllarda hızla gelişti.

Filistin ve Lübnan direnişine destek vermesi, Suriye’deki rejimin “ABD uşağı, İsrail işbirlikçisi” diye suçlanmasına zemin bırakmıyor. Hatta bu politika, Baas yönetiminin, kısmen de olsa Arap halkları nezdinde farklı bir yere konmasına da neden oluyordu.

Görünen o ki, Baas yönetimi bu özgünlüklerin yarattığı krediyi büyük ölçüde tüketmiş durumda. Zira özellikle son 20 yılda işsizlik ve yoksulluğun artışı, her muhalif sesin bastırılması, yolsuzluk ve rüşvetin ayyuka çıkması, polis devletinin halkın ensesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanması ve diğer etmenler, rejimi iflasın eşiğine getirmiş bulunuyor.

Mezhepsel çatışmayı gerici güçler kaşıyor

Eylemler işsizlik, yoksulluk, rüşvet ve polis baskısına karşı biriken tepkinin dışavurumu olarak başladı. Gösterilerde, iş, aş ve onurlu bir yaşam taleplerinin yanısıra olağanüstü halin kaldırılması, basın üzerindeki sansüre son verilmesi, Baas dışındaki partilere de özgürce çalışma yürütme hakkının tanınması gibi talepler de öne çıkıyor.

Bu ekonomik/demokratik, siyasal/sosyal taleplerde dini veya mezhebi bir vurgu bulunmuyor. Yani harekete geçen kitleler, sistemin yapısal zaaflarından kaynaklı sorunlara tepki gösteriyor ve taleplerini yükseltiyor.

Nitekim basın sözcüsü aracılığıyla vaatlerini halka duyuran Esad da, yönetimin sözü edilen konularda reform yapacağını ilan etti.

Yazık ki, son günlerde atılan sloganlarda, dinci gericiliğin kitleler üzerindeki etkisi hissedilmeye başladı. “İran’a hayır!”, “Hizbullah’a hayır!”, “Allah’tan korkan bir Müslüman (başkan) istiyoruz!” türünden sloganlar, Müslüman Kardeşler’in gösterileri hedefinden saptırmak için harekete geçtiği izlenimini güçlendiriyor.

Emekçilerin dinci/mezhepçi içerik taşıyan bu sloganları kendiliğinden atması olası değil. Zira ne tepki çeken sorunların ne öne çıkan taleplerin bunlarla bir ilgisi var. Göründüğü kadarıyla bunlar, dinci gerici akımların hareketi hedefinden saptırarak, iktidardan, aynı anlama gelmek üzere artı-değerden daha büyük pay alabilmenin dayanağı haline getirme hesaplarının tezahürüdür.

Geçmişte Baas’la giriştikleri iktidar mücadelesini kaybeden Müslüman Kardeşler’in Esad yönetimine kinli oldukları, bu yönetimi yıkmak için her olanağı kullanacakları kuşku götürmez. Suriye’deki demografik yapı ve Alevilerin Baas Partisi ile bağı düşünüldüğünde, gericilerin mezhep çatışmalarını kışkırtmaları için bazı koşulların bulunduğu söylenebilir.

Bu noktada önemli olan, emekçilerin, -varsa böyle bir uğursuz plan- buna karşı nasıl bir tutum alacağıdır. Umalım ki işçi ve emekçilerin sağduyusu, bu oyunları boşa düşürür ve mücadelenin hedefinden sapmasına izin vermez. Aksi halde, felaket tellallığı yapan bazı gerici çevrelerin umduğu gibi olay mezhepsel bir çatışmaya dönüştürülürse, bunun sonucu, Suriye’deki tüm işçi ve emekçiler için tam bir felaket olur.

Baas bir mezhep partisi değil

Arap Sosyalist Diriliş Partisi (Hizb el Ba’s el-Arabi el-İştiraki), “ulusal solcu” bir orta sınıf partisi olarak 1953’te kuruldu.

Arap Diriliş Partisi ile Sosyalist Parti’nin birleşmesiyle kurulan Baas’ın öne çıkan liderleri (Diriliş Partisi’nin kurucuları) Michel Eflak, Salah el Bitar ve İskenderunlu Zeki Arsuzi (Türkiye’nin Hatay’ı ilhakına karşı verilen mücadelenin önderi olan Arsuzi, ilhak sonrasında Suriye’ye kaçan 40 bin kişiden biriydi) ve (Sosyalist Parti’nin önderi) Ekrem Havrani’dir.

Parti mezhepsel değil, ulusal temelde kurulmuştur. Kurucuları bir Hıristiyan, iki Sünni, bir Alevi Arap’tan oluşmaktadır.

Paris’te eğitim gördükleri dönemde Fransız Komünist Partisi saflarında mücadele eden, ancak 1940’lı yılların başında Şam’a döndükten sonra “ulusal sol” çizgiye kayan Eflak-El Bitar ikilisi, 60’lı yılların sonuna kadar Baas partisinin önde gelen isimleri oldu.

İç mücadeleden galip çıkan Hafız Esad ve ekibi, 1971’den itibaren Baas partisine egemen oldu. Kendine özgü bir “üçüncü yol” izleyen Baas yönetimi, yıkılana kadar Sovyetler Birliği ile yakın işbirliği içinde oldu. Burjuva sınıfın palazlanmasına fırsat tanımayan bir çizgi izleyen Baas, büyük işletmeleri devletleştirdi.

Uzun yıllar “bağımsızlık, özgürlük, sosyalizm” şiarını temel alan Baas, 90’lı yıllara kadar orta sınıf partisi niteliğini korudu. Sonrasında ise, önü açılan burjuvazinin partisi haline dönüştü. Devletle iç içe olan bu kesim hem siyasal hem ekonomik alanda etkin olmaya devam etti.

Baas hiçbir zaman mezhep partisi olmadı. Hafız Esad ve ekibi, hiç de Alevilerden ibaret değildi. Örneğin Hafız Esad ölene kadar, 25 yıl boyunca partinin ve rejimin ikinci adamı olan Abdulhalim Haddam Sünni idi. Ayrıca Baas partisi yönetimi, etnik kökeni farklı olan kesimlerle dengeli ilişkiler de kurmuştur. Bu elbette baskı olamadığı anlamına gelmiyor. Örneğin Baas yönetimi, 200 Kürt’e, son yıllara kadar kimlik vermeği bile reddediyordu. Ama aynı Baas, uzun yıllar PKK’nin merkez üssünü Suriye’de kurmasına olanak da tanımıştır.

Baas, 90’lı yıllara kadar orta sınıfın, sonrasında ise, palazlanan burjuvazinin partisi oldu; şimdiki görünümü de çok farklı değil. Elbette burjuvazinin tümünü kapsamıyordu ama söylenegeldiği gibi Baas partisi ve yönetimi bir Alevi partisi/yönetimi de değil.

Suriye’yi nüfusun yüzde 10-11’ini oluşturan Arap Alevi Nusayriler yönetiyor klişesine gelince…

Nusayriler’in baştan beri Baas partisine özel bir yakınlık duydukları bir gerçektir. Zira hem ezilen mezhep hem ezilen sınıf olmalarından dolayı Nusayriler’in, kendine göre sosyalizmi savunan, özgürlükten, eşitlikten söz eden bir parti olan Baas’a yakınlık duymaları doğaldır.

Parti içi mücadeleden Hafız Esad ve ekibinin galip çıkması ve 70’li yıllarla birlikte partinin yönetimini sağlamlaştırması, Nusayriler’in uzun yılların baskısıyla sıkıştırıldıkları kuytuluklardan çıkmalarına olanak sağlamış, maruz kaldıkları mezhepsel baskılar ortadan kalkmıştır. Buna karşın Baas yönetiminin mezhepsel kimliklerinden dolayı Sünnilere baskı yaptığına dair veriler de bulunamamaktadır. Müslüman Kardeşler örgütünün 80’li yıllarda devlet ile çatışması da bir mezhep çatışması değil, iktidar çatışmasıydı.

Dinsel bir yapı olmasından dolayı kadroları Sünni kökenli olsa da, bu gerici örgüt, kendi çizgisinde iktidar mücadelesi veriyordu. Müslüman Kardeşler örgütünün 1985’lerde bastırıldığı göz önüne alındığında, çatışmanın devlet ile örgüt arasında cereyan ettiği görülür. Zira o yıllarda Nusayriler’in devlet kademelerindeki etkisi, henüz şimdiki düzeyde değildi.

Bununla birlikte, Nusayri kökenli olanların zamanla Baas içinde ektin bir yere geldikleri de bir gerçek. Bu etkinlik ekonomik, sosyal, siyasal, askeri ve bürokratik alanda belli ayrıcalıklar da sağlamıştır. Hafız Esad’ın, rejimdeki etkinliğini kullanarak ordu, istihbarat, emniyet ve bürokraside kendine yakın kişilerin köşe başlarını tutmasını sağladığı, bu ayrıcalıklılar arasında Nusayriler’in belli bir ağrılık oluşturduğu da doğrudur. Buna karşın yüzbinlerce işçi-emekçi Nusayri’nin de hiçbir ayrıcalığının olmadığı da bir başka gerçektir.

Bu durumun burjuvazinin Baas dışındaki kesimlerinde rahatsızlık yaratması kaçınılmazdır. Fakat buna karşın Baas yönetiminin Nusayriler dışındaki toplum kesimlerini dışladığı, nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Sünniler üzerinde egemenlik kurduğu, bundan dolayı Suriye’de mezhep çatışmalarının her an patlak verebileceği iddiası tek yanlı ve abartılıdır.

Bununla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, dinci gericiliğin halen toplum içinde etkin olması, bu akımın doğası gereği mezhep ayrımına eğilimli olması, mezhep kışkırtmalarının toplumun belli bir kesimi üzerinde etkili olabilmesi ihtimal dahilindedir.

Suriye’de olaylar henüz bir ayaklanma boyutuna varmadı ve kendine yön arıyor. Baas yönetiminin ise eskisi gibi kontrolü sağlaması mümkün değil. Nitekim ilan edilen reformlar, rejimin de bunun farkında olduğunu gösteriyor. Bu tavizlerin kitleler tarafından yeterli kabul edilmesi de kolay değil.

Halk hareketi gerici güçler tarafından hedefinden saptırılmazsa eğer, her halükarda genç kuşaklarla işçi ve emekçiler lehine sonuçlar yaratacaktır.

 

 

Ortadoğu haklarıyla dayanışmaya!

Yemen

Başkent Sana’da kitlesel bir eylem yapıldı. Gösterileri bastırmak için düzenlenen saldırılar, gösterilerin çapını daha da büyütürken yapılan eylem ayrı bir önem taşıdı. Gösteri için halk Sana Üniversitesi’nin yakınındaki “Değişim” Meydanı’nda toplandı. İki ayrı koldan yürüyüşe geçen yüzbinlerce kişi gerici rejimi protesto etti.


Bahreyn

Bahreyn’de de sıkıyönetimin ilanına ve yabancı birliklerin yardıma çağrılmasına rağmen cuma günkü öfke günü çerçevesinde sultanlığın yıkılması ve daha fazla siyasal hak talepleriyle ülkenin 9 yerinde gösteri çağrısı yapıldı. Bir hafta önce ilan edilen sıkıyönetim tüm toplantı ve yürüyüşleri yasaklamıştı.


Ürdün

Ürdün’de başkent Amman’da yüzlerce kişi perşembe günü İçişleri Bakanlığı’nın önünde toplanarak çadır kurdu. Göstericiler burada politik reform talepleri ile süresiz oturma eylemi başlattılar. Göstericiler politik ve kişi haklarının yanında Başbakan Marouf Al-Bakhit’in istifa etmesini ve yeni seçim yasası talep ediyorlar. Eski general Al-Bakhit Kral 2. Abdullah tarafından birkaç hafta önce göreve atanmıştı. Göstericilerin talepleri arasında parlamentonun ve gizli servisin feshedilmesi de bulunuyor.

Protesto gösterisini yapanlar ağırlıklı olarak üniversite öğrencilerinden ve üniversiteyi bitirmiş öğrencilerden oluşuyor. Öğrenciler öğrenimlerini bitirdikten sonra iş bulamadıklarını söylüyorlar ve geleceklerinden endişe duyuyorlar ve “artık yeter” diyorlar.


Mısır

Mısır’da da cuma günü yeni yürüyüş yasası protesto edildi. Yasa çarşamba günü hükümet tarafından onaylanmıştı. Bu yasa çerçevesinde özel ve kamu işletmelerini etkileyen tüm grevler, gösteri, yürüyüş ve oturma eylemleri yasaklanıyor. Buna rağmen eylem yapanlar hakkında bir yıla kadar hapis cezası ve ağır para cezaları öngörülüyor.

Gösteriler üniversite önünde Tahrir Meydanı’nda ve devlet radyo televizyon binası önünde yapıldı. Cuma sabahı burada üç kişi gözaltına alındı.


Irak­ Kürdistanı

Irak Kürdistan Özerk Bölgesi’nde de gösteriler sürüyor. Geçtiğimiz çarşamba günü Süleymaniye’de rüşvetçi hükümete karşı protestolar yapıldı. Güvenlik güçlerinin yaptığı saldırılarda bir kişi öldürüldü, 10 kişi yaralandı.

 

 

Halk isyanları tartışıldı

Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’ya sıçrayan halk ayaklanmaları Almanya’nın Bielefeld ve Frankfurt kentlerinde gerçekleştirilen panellerle ele alındı.


Frankfurt

27 Mart günü yapılan panelin konuşmacıları Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ve BİR-KAR temsilcisiydi.

Kuzey Afrika, Ortadoğu ve dünyanın başka ülkelerindeki sosyal hareketlerin mayasında temel itici gücün işçi sınıfı olduğu ve belirleyici çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olduğuna vurgu yapıldı.

Yaklaşık 4 saat süren panel, katılımcılar tarafından dikkatle takip edildi. Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır, Türkiye’de sürmekte olan Ontex, PTT, ÇEL-MER direnişlerinden örnekler göstererek sosyal patlamalarda yangını tutuşturmanın kıvılcımları olarak bu direnişlerle Tunus ve Mısır’daki isyan dalgasının bağını kurdu.

Türkiye’de bugün küçük de olsa sürmekte olan direnişlerin siyasal bir sınıf hareketi yaratmak bakımından oynadıkları rolün önemine vurgu yaparak bunların maddi ve manevi olarak desteklenmesi çağrısında bulundu.

Panele katılanlar, aralarında topladıkları 205 Euro’yu Ontex’te direnen işçilere gönderdiler. Panele toplamda 50’yi aşkın kişi katıldı.


Bielefeld

Bielefeld’de yapılan panelde emperyalistlerin Libya’ya dönük saldırısı, bu gelişmelerin nedenleri ve hangi koşullarda ortaya çıktığı, sınırları ve etkisi ve bu halk ayaklanmaları ışığında güncel görevler üzerinde duruldu.

Panel, BİR-KAR temsilcisinin konuşmasıyla başladı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeleri çeşitli yönleriyle irdeleyen temsilci, buradaki ayaklanmaların kaynağında o ülkelerde yıllara yayılıp gelen işçi sınıfı hareketi olduğuna işaret etti. Bugün gerek halk isyanlarına, gerek işgal tehdidiyle karşı karşıya kalan halklarla gerçek devrimci dayanışmanın sadece destek açıklamalarından ibaret kalmaması gerektiğini, asıl görevin işçi sınıfını devrimcileştirmek, ÇEL-MER’leri, Ontex’leri, PTT’leri çoğaltmak olduğunu vurguladı.

Panelde konuşan Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ise oldukça kapsamlı, açıklayıcı, canlı örneklerle desteklenen coşkulu bir sunum gerçekleştirdi. Yaraşır; öncelikle Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’ya yayılan gelişmelerin anlık olaylar olarak ortaya çıkmadığını, münferit olmadığını, bu ayaklanmaların tarihsel bir arka planı olduğuna vurgu yaptı. Tunus’ta kendisini yakan Muhammed Buazizi ile Ontex’te mücadele eden Hasan, Gamze… arasında bir bağ olduğunu, bu bağın ise onları mücadeleye iten aynı koşullar; sömürü, yoksulluk, işsizlik, baskı… koşulları olduğunu, bu yüzden de bulunduğumuz her yerde bu koşulların sebebi olan kapitalizme karşı mücadele edilmesi gerektiğini söyleyerek sunumunu noktaladı.

Panele 40 kişi katıldı. Katılımcıların hepsi paneli büyük bir ilgiyle dinlediler ve oldukça etkilenmiş olarak ayrıldılar.

Kızıl Bayrak / Frankfurt - Bielefeld