11 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Çözümsüzlük batağındaki
sermaye düzeninin çok
yönlü iflas tablosu
  Sol içi zorbalıkla bir yere varılamaz!
Kürt hareketini
saldırganlaştıran nedir?!
Katleden sel değil kapitalizmdir!
Düzenin yarattığı felaketin tablosu
  Kentler kapitalist yıkımın,
sömürünün ve sefaletin aynasıdır!
  Entes direnişinden.
  Türkiye eğitimde sınıfta kaldı!
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Demokrasi mücadelesi ve
Kürt sorunu-1
  Halkalı kağıt grevi üzerine..
  Etkinliklerden
  Bıraktığınız mirası
yarınlara taşıyacağız!
  Güler Zere ve hasta tutsaklar için eylemlerden...
  Obama yönetimi “barış süreci”ni canlandırmaya çalışıyor
  ABD savaş makinesi Afganistan fiyaskosunu itiraf etti!
  Almanya’da seçimler...
  ABD emperyalizmi Chavez karşıtı tetikçilerini sokaklara saldı…..
  6-7 Eylül olayları... Kontr-gerillanın kirli savaş tarihinden karanlık bir sayfa!....
  Diyarbakır zindanı üzerine yapılan tartışmalar hakkında
birkaç söz - M. Can Yüce
  ESP'ye yönelik
devlet terörü protesto edildi
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Diyarbakır zindanı üzerine yapılan tartışmalar hakkında birkaç söz

M. Can Yüce

Bir bakanın Diyarbakır Zindanı’nın yıkılması veya okula dönüştürülmesi sözleri üzerine belli bir tartışma yapıldı, imza kampanyaları açıldı… Diyarbakır Zindanı üzerine bir tartışmanın yapılması, bu karanlık tarihsel kesitin yeniden gözler önüne serilmesi önemlidir. Ancak bu tartışmaların eksik ve tek boyutlu olduğunu vurgulamamız gerekir. Diyarbakır vahşeti ve direnişini doğrudan yaşayan biri olarak bu anılan eksiklik ve tek boyutluluğu ortaya koymak tarihsel bir sorumluluk olmaktadır.

Sorulması gereken bazı sorular var: Diyarbakır’da neler yaşandı? Nasıl yaşandı, bunun aşamaları? Bu soruların yanıtı belli ölçüde verilmiş, son tartışma sürecinde de bu soruların yanıtlarına dokunulmaktadır. Bu, “Diyarbakır’da insanlık dışı bir vahşetin yaşandığı, bunun da 12 Eylül rejiminin dizginsiz bir uygulaması olduğu” biçiminde özetlenir. Özellikle liberal ve düzen içi sol kesimlerin yanıtı bu özetin ötesine geçmez. Temel soru ise genellikle es geçilir. O da şudur:

Bu vahşetin nedeni nedir, nedenleri nelerdir?

Bu sorunun yanıtı, kaçınılmaz olarak 12 Eylül faşizminin TC’nin kuruluş felsefesi, Kürdistan politikası ile doğrudan ilişkisinin açıklanmasına götürür. TC’nin özü ile onun o tarihsel koşullarındaki ifadesi olan 12 Eylül faşizminin Kürdistan politikası ortaya konulmadan Diyarbakır vahşetinin özü, temel nedenleri, stratejik hedefleri kavranamaz. Dahası bu kavrayış eksikliği sağlıklı ve doğru tavır geliştirmeyi de olanaksız hale getirir.

Sadece işkencelerden söz etmek, bunun ayrıntılı dökümünü ortaya koymak, bir yönüyle anlamlı olmakla birlikte, bunun hangi politik hedeflerin ürünü olduğunu es geçmek, aslında Diyarbakır gerçeğini saptırmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Bu da bilinç saptırma çabasıdır. Hafıza yıkama ile bu yaklaşım arasında önemli bir bağ olduğunu vurgulamak durumundayız. Diyarbakır vahşetinin nedenleri nelerdir sorununun yanıtına geleceğiz. Ancak buna geçmeden temel bir sorunumuz daha var, onu da ortaya koymamız gerekir.

Diyarbakır, sadece bir vahşet, gadre uğramış tutsakların trajik, dramatik, iç acıtan öykülerinin bir toplamı mı?

Diyarbakır sadece bu mu?

Ne yazık, Diyarbakır Zindanı ile ilgili yapılan açıklamaların, anlatılan öykülerin genel çerçevesi bunu aşmamaktadır. Bunun da bilinçli bir saptırma olduğunu düşünüyoruz.

Diyarbakır zindanı aynı zamanda bir direnişler destanıdır!

Bu direnişler destanı olmasaydı, bu vahşetin bu düzeyde deşifre edilmesi, on yıllar sonra bile tüm güncelliği ile yüreklerde ve bilinçlerde canlılığını koruması mümkün olabilir miydi?

Direnişler ve buna yön veren temel düşünce ve politik hedefleri ortaya koymadan Diyarbakır’ı anlamak ve bunu doğru bir bilince dönüştürmek mümkün olabilir mi?

Bu soruların yanıtları geniş bir tartışmayı gerektiriyor. Bu konuyla ilgili 12 Eylül sömürgeci-faşist rejimine karşı DİYARBAKIR ZİNDAN DİRENİŞİ –Direniş eylemleri, anlamı ve sonuçları-, Weşanên Sexwebûn, Ocak 1991 adlı kitabımıza bakılabilir. Bu yazımızda bu sorulara kısa yanıtlar vermekle yetineceğiz. Kısaca ve özetle:

“Bugün herkesin bildiği gibi, Diyarbakır zindanlarında eşine ender rastlanan bir vahşet, bir kıyım, barbarca bir zulüm uygulandı. İşkencenin, insanlık dışı uygulamaların her türünün denendiği bu alanda, her dürüst insan, demokrat ve ilerici her çevre şu soruyu kendisine sormalıdır: Neden, niçin, niye bunca vahşet ve barbarca uygulama Diyarbakır’da gerçekleştirildi? Bunca vahşetin altında yatan temeller nelerdir? Hangi ideoloji ve politikadan kaynağını aldı? Evet, bu sorular çok önemlidir. Süreci ve bunun temel öğelerini ve özelliklerini algılamada esas çıkış noktasıdır.

Esas sorumuzu başka sorularla da geliştirebilir, daha anlaşılır kılabiliriz. Şöyle: Vahşet düzeyindeki işkence, insan kişiliğinin, onurunun ve temel haklarının pervasızca ayaklar altına alınışı olayını birkaç hasta ruhlu işkencecinin kendini tatmini gibi sığ ve saptırılmış bir bakışla mı ele alacağız? Bunca vahşeti, salt bir kinin, öfkenin ve intikam duygularının bir ürünü olarak mı göreceğiz? Ya da bu, cuntanın, kendi korkunçluğunu ve otoritesini kabul ettirmenin geçici bir göstergesi mi oluyor? Yahut vahşetin temel nedenleri mi var, daha kapsamlı, derin ve uzun vadeli hesapların, politikaların pratikte ifade edilişi midir?

Diyarbakır zindanlarında uygulanan vahşetin temelli, uzun vadeli ve kapsamlı bir amacı vardı. Vahşet, işkence, şiddet hareketleri bir politikanın pratik araçlarıydı. Yoksa keyif için, sadist duyguların tatmini için, salt kin, öfke ve intikam duygularının doyurulması için, geçici, güncel korkutuculuğunu ve karşı-devrimci otoritesini hissettirmek için, cunta, bunca kaba, çağdışı, insanlık dışı vahşeti sergilemedi. (…)

Diyarbakır vahşeti, yerel yöneticilerin, yerel kurumların başı altından çıkan bir durum da değildir. Vahşetin, onun üzerinde temellendiği Diyarbakır zindan politikasının baş mimarı faşist cuntanın kendisidir. Hem de uzmanlarına, psikolog, doktor, siyasetçi, işkenceci vb. işin uzmanına hazırlatılmış, CIA ve Pentagon’un deneylerinden, akıl hocalığından yararlanılarak kotarılmış bir politika. (…)

Faşist Türk sömürgeciliği, ülke çapında terör estiriyordu, bu vahşetiyle halk kitlelerinde korku, sinme, panik ve pasifikasyonu gerçekleştirmek, egemen kılmak istiyordu. Ve ulusal imha bu temel üzerinde yeniden tüm boyutlarıyla geliştirilebilirdi. PKK geri çekilme taktiğine yönelmişti, ulusal direniş anlamında bir engel yoktu. Ama bir engel vardı. Bu politikalarının önünde, çok ciddi bir engel vardı: Zindandaki PKK tutsakları ve onların DİRENİŞÇİLİĞİ. PKK savaş tutsakları teslim alınıp davalarına, geçmişlerine, halkına ve insanlıklarına karşı ihaneti gerçekleştirilmeden, pasifikasyonun, tepkisizliğin, korkunun ve bu temelde ulusal imhanın nihai sonuçlarına vardırılması olanaksızdı. Halkımızın kurtuluş umudu zindanlarda yaşıyordu, yaşatılıyordu. O halde öncelikle Kürt halkı üzerindeki imha hesapları ancak bu umudun söndürülmesiyle, zindanların kuytuluklarına gömülmesiyle mümkündü. Bu önlerine dikilen engel acilen aşılmalıydı, hem de çok kısa sürede, tam bir yıldırım hareketiyle ezilmeli ve bu ezilme ihanetle tamamlanmalı, bir dava, ulusal kurtuluş davası böylece bitirilmeliydi. Kısacası, faşist cuntanın PKK ve Kürdistan politikasının tam anlamıyla ve eksiksiz gerçekleşmesi, öncelikle PKK savaş tutsaklarının ideolojik-politik ezilmesinden, tasfiyesinden geçerdi. O bakımdan diyoruz ki, TC’nin Diyarbakır zindan politikası, genel Kürdistan ve PKK politikasının somut, özgül ve yoğunlaşmış-katmerleştirilmiş bir ifadesi ve biçimidir. Diyarbakır gerçekliği bu olgu ışığında açıklanabilir, çözümlenebilir.” (Mehmet Can Yüce, 12 Eylül sömürgeci-faşist rejimine karşı DİYARBAKIR ZİNDAN DİRENİŞİ – Direniş eylemleri, anlamı ve sonuçları-, Sayfa: 21-25,  Weşanên Sexwebûn, Ocak 1991)

12 Eylül faşizmi, TC’nin özü, onun yeniden yapılandırılmasıdır. Bu, en somut ifadesini 1982 Anayasası’nda bulur. “Devletin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” resmi çizgisi, bu Anayasa’nın her maddesine sindiği gibi, en az 16 kez tekrarlanmıştır. İşte Diyarbakır vahşeti, TC’nin özü ve kuruluş-varoluş felsefesi olan 12 Eylül faşizminin Kürdistan stratejisinin en somut ve yoğun ifadesinden başka bir şey değildir. Bu gerçekliği es geçen her açıklama, açılan her kampanya, arkasındaki niyet ne olursa olsun, bir tarihsel gerçekliği ve bilinçleri çarpıtma hareketinden başka bir şey değildir!

Tekrar pahasına da olsa başka bir nokta daha: Diyarbakır, salt bir vahşet değildir, aynı zamanda, bir direnişler destanıdır. Ulusal kurtuluş düşüncesini zindanların karanlıklarına gömmek isteyen 12 Eylül faşizminin bu vahşi politikasını boşa çıkaran ve bu düşünceyi milyonların ruhuna, bilincine ve tarihsel eylemine dönüştürmede bu direnişlerin rolü yaşamsal önemdedir!

Diyarbakır zindanı hakkında söz söylerken, bu konuda herhangi bir tavır geliştirirken, mutlaka direnişlere vurgu yapmak gerekir. Yoksa yapılacak açıklamanın, geliştirilecek tavırların altı boş kalmaya mahkûmdur!

Kuşkusuz Diyarbakır Zindan tarihini, bilincini, belleğini anıtsal kurumlarla simgeleştirmek ve bunu kuşaktan kuşağa aktarıcı araçlar geliştirmek çok önemlidir; bu hedefler için mutlaka gerekli her türlü mücadele verilmelidir. Ancak bunun tarihsel özüne uygun olması çok daha önemli ve belirleyicidir. Bu da Diyarbakır’ın direnişlerini aslına uygun ortaya koymakla mümkündür!

8 Eylül 2009