11 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Çözümsüzlük batağındaki
sermaye düzeninin çok
yönlü iflas tablosu
  Sol içi zorbalıkla bir yere varılamaz!
Kürt hareketini
saldırganlaştıran nedir?!
Katleden sel değil kapitalizmdir!
Düzenin yarattığı felaketin tablosu
  Kentler kapitalist yıkımın,
sömürünün ve sefaletin aynasıdır!
  Entes direnişinden.
  Türkiye eğitimde sınıfta kaldı!
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Demokrasi mücadelesi ve
Kürt sorunu-1
  Halkalı kağıt grevi üzerine..
  Etkinliklerden
  Bıraktığınız mirası
yarınlara taşıyacağız!
  Güler Zere ve hasta tutsaklar için eylemlerden...
  Obama yönetimi “barış süreci”ni canlandırmaya çalışıyor
  ABD savaş makinesi Afganistan fiyaskosunu itiraf etti!
  Almanya’da seçimler...
  ABD emperyalizmi Chavez karşıtı tetikçilerini sokaklara saldı…..
  6-7 Eylül olayları... Kontr-gerillanın kirli savaş tarihinden karanlık bir sayfa!....
  Diyarbakır zindanı üzerine yapılan tartışmalar hakkında
birkaç söz - M. Can Yüce
  ESP'ye yönelik
devlet terörü protesto edildi
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sel felaketi çürümüş düzenin iflasını belgeledi...

Katleden sel değil kapitalizmdir!

7 Eylül gününden itibaren başlayan yağışların ardından Trakya ve İstanbul’da büyük bir felaket tablosu ortaya çıktı. Onlarla ifade edilen ölü sayısı sular çekildikçe artıyor. Ayrıca bölgede hayat büyük ölçüde felç oldu. Birçok ev yıkılırken, köprüler ve yollar çöktü, yerleşim merkezleri sular altında kaldı. Onlarca kişinin ölümü ve büyük maddi hasar ile sonuçlanan sel, kapitalist düzenin çürümüşlüğünü bir kez daha ortaya serdi. İstanbul gibi bir kentin göbeğinde yaşanan felaket düzenin iflasının dolaysız bir göstergesidir.

İstanbul’da yaşananın bir felaket olduğu ortadadır ancak bu kesinlikle “doğal felaket” olarak isimlendirilemez. Sözkonusu olan, insanlığın en büyük felaketi olan kapitalizmdir. Toplumsal servetin burjuvaların elinde çarçur edilip insanların kaderlerine terk edildiği bir düzende bu tür felaketler kaçınılmazdır. Bütçesinin büyük bölümünü silahlanmaya harcayan, büyükçe bir bölümünü de burjuvaziye aktaran bir düzende başka türlüsü olmaz.

Kentlere ayırdığı sınırlı kaynakları yoksulluğu ve sefaleti gizlemek üzere kullanıp alt yapıyı önemsemeyen bir düzende yağmur sularının felaket olup insanları yutması kaçınılmazdır. Milyonlarca lirayı burjuvaların yaşam alanlarını lale bahçelerine çevirmek için kullanan ve felaket anlarında hayat kurtarmak için birkaç tane helikopter bile almayan bu düzen ve belediyeleri insana ve insan hayatına düşmandır.

İstanbul’da felaketin boyutları giderek artarken, hükümet ve valilik gibi kurumlardan yapılan açıklamalar ile alınan tutumlar ise kanı donduracak cinstendir. Felaket bölgesi olarak tanımlanan alanda birkaç helikopter ve bir düzine bot dışında herhangi bir kurtarma çalışmasından söz edilememektedir. Kardeş halkları katletmesi ile övündükleri orduları, işçi ve emekçilerin üzerinden zulmünü eksik etmeyen polisleri, söz konusu olan işçi ve emekçilerin maruz kaldığı böylesi bir felaket olduğunda ortalıkta gözükmemektedir.

Buna rağmen düzen sözcüleri, felaketin boyutunu gizlemek, faturasını halka kesmek ve kendilerini temize çıkarmak için aşağılık söylemlere başvurmaktan çekinmemektedir. Kendi yarattıkları felaketi “takdir-i ilahi” diye topluma yutturmaya çalışanlar, altyapı sorunlarından ya da yük aracında taşınırken katledilen işçilerden bahsetmek yerine yağma iddiaları ortaya atmakta, toplumu suçlamaya çalışmaktadır. Oysa kapitalizmin bu arsız memurları, yıllardır uygulanan politikaların, felaketi doğuran koşulların yaratıcısıdır.

1 Mayıs’ta esip savuran Vali koltuğunda halka öğüt veriyor!

Vali Güler’in konuşmasına bakın! Vali, yağışın süreceği “haberini” veriyor, “vatandaş”ın TEM otoyolunu kullanması öğüdünde bulunup buna uyulmadığı için şikayette bulunuyor: “Vatandaşların ısrarla bu yollardan geçmesi sıkıntı yaşatıyor”muş... İşte Taksim fatihi Vali! Onun bütün işi, emekçi halkı baskı altında tutmak, kurulu düzen adına kurallar koyup itaat ettirmek... İşçilere 1 Mayıs’ta terör estiren Vali, şimdi tüm imkanları felakete uğrayan bölge için kullanmak yerine, medya karşısına çıkıp arsızca ders vermeye kalkıyor.

Bizzat yardımcısı, Vali’nin bu arsızlığını ve katliamdaki sorumluluğunu ortaya koyuyor. Vali Yardımcısı Hikmet Çakmak kurtarma çalışmalarına 4 askeri helikopter ve 8 arama kurtarma botunun katıldığını, bot sayısının bir saat içinde 30’a çıkarılacağını söyledi. Çakmak sözlerine şöyle devam etti: “İnsanların çaresizlik içinde oldukları görülüyor. Ama bunlardan kendilerine ulaşılıncaya kadar kendi güvenliklerini sağlamaya gayret etmelerini istiyoruz. Biz de Afet Koordinasyon Merkezi’nde ekipleri yönlendirme çalışmalarımızı aldığımız bilgiler doğrultusunda sürdürüyoruz.”

Bu sözler, devletin İstanbul’daki en üst düzey bürokratlarının ağzından yaşanan felaketin gerçek sorumluluğunu ortaya koymakla kalmıyor, devletin insan hayatı sözkonusu olduğunda nasıl bir duyarsızlık ve acz içinde olduğunu da ortaya seriyor.

Hükümet sorumluluğundan sıyrılmaya çalışıyor!

Hükümet de bu bürokratlarıyla aynı dili konuşuyor. Öyle ki, ilk olarak açıklamalarda bulunan Ulaştırma Bakanı Hayati Yazıcı’ya göre sorun, İstanbul’daki çarpık kentleşmeyi yaratan halk! Sanki yıllardır kent belediyesini ellerinde bulunduranlar kendileri değilmiş gibi konuşuyor. Çok mu zordur bu kadar zamanda dayanıklı ve işlevsel bir altyapı oluşturmak? Değil elbette, ama tek kaygıları yağma ve rant olunca bu tür felaketler kaçınılmaz oluyor.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ise faturayı halka kesmek için derelerin işgal edildiğini iddia edebiliyor. Halk dere yataklarına kaçak yapılar inşa etmiş, sonucuna da katlanacak tabi! Orman yangınlarının ardından “en azından keneler öldü” diye açıklama yapan bakan, bu kez yağmur yağacağını halka haber vermiştik deyip işin içerisinden sıyrılmayı daha uygun buldu. Halk kendi önlemini almalıydı ne de olsa!

Çevreci Topbaş’tan ekoloji dersi!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise, bir yerel yöneticiden çok idealist bir çevreci gibi başlıyor söze: “Maalesef bugün de özellikle gezegenimizi çok kötü kullanıyoruz, teknolojik kıyametten bahsedilmekte. Bu bazen ABD’nin, bazen Avrupa’yı vurmakta. Bugün de İstanbul. Son 80 yılın en büyük yağışının İstanbul’a düşmesi karşısında insanın yapacağı bir şey kalmıyor. Bunlar olağanüstü bir hal. Doğal afetlerin etkisini dünyanın bir çok yerinde görmekteyiz. Bununla ilgili ısrarla durdum. Çevreye ve doğaya saygılı olmak zorundayız.”

Bu açıklamaların ardından, önce “ölüler üzerinden siyaset yapanlar var” diyerek muğlak düşmanlar yaratan ve suçlamaları püskürtmeye çalışan Topbaş, sonra da “hepimizin hataları var. Burada daha dikkatlı olmalıyız. Bunlar ciddi ölçekte maddi hasarlar. Bunun karşısında el ele vereceğiz ve bu yaraları saracağız. Tabiî ki ölenleri geri getiremeyeceğiz.” diyor.

Topbaş’ın icraatlarını bilenler onun bu demagojilerine yabancı değil. Topbaş da tıpkı kendisinden önceki belediye başkanları gibi, İstanbul’un yağmaya ve talana açılmasında, rant alanlarının genişletilmesinde, altyapı yerine seçim rüşvetlerine yatırım yapılmasında büyük role sahip. Topbaş, tıpkı düzenin tüm kurumları gibi katliamda doğrudan sorumluluk sahibi isimlerden biri.

Felaketin sorumlularından hesap sormalıyız!

Felaketin yaratıcıları sırça köşklerinden nasihatlar vermeyi sürdürüyorlar, sürdürecekler. Konuştukça arsızlaşacak, kendi yalanlarına daha da inanacaklar. Ama onlar konuştukça felaketin mağdurlarının, sele kapılanların, üç kuruşa mal gibi kamyon kasalarında, minibüs konteynırlarında taşınanların öfkeleri de artıyor.

İşçi ve emekçiler bir kez daha kendi imkanlarıyla yaralarını sarmaya çalışıyorlar, çalışacaklar. Ama bu felaketin sorumlularından hesap sormayı da ihmal etmemelidirler.

 

 

 

Sermaye medyasından
sel üzerine etik dersleri

Sermaye medyası, kendi çizgilerine uygun olarak sel felaketi haberlerini yansıttı. Kimi felaketin "Allah”tan olduğunu söyledi, kimi ise yaşananları AKP'yi yıpratmak için fırsat olarak değerlendirdi. Ancak hepsinin ortak noktası, ortaya çıkan “yağma” iddialarını kınayarak yayınlamaları oldu. "Sel, felaket demediler, yağmaladılar" ve "Sel akbabaları mağazaları yağmalıyor" gibi etik yargılar içeren başlıklarla haberi duyuran medya, özel mülkiyetin dokunulmazlığına bir kez daha sahip çıktı.

Hırsızlık ve yağma, ortaya çıkışından bu yana kapitalizmin büyük suçları arasında yer almaktadır. Bunun sebebi de kuşkusuz ki sistemin özel mülkiyet üzerine inşa edilmesidir. Adaleti bile "mülkün temeli" olarak tanımlayan kapitalizm, etik anlayışını da buna göre şekillendirmiştir. Gerek hukuk, gerekse toplumsal değerler hırsızlık ve yağmayı büyük suçlar arasında kabul eder. Baklava çalan çocuklar burjuva hukukuna göre onlarca yıl ceza alırken, işkenceciler, katiller ellerini-kollarını sallayarak sokakta dolaşırlar.

Sel felaketinin ardından ortaya çıkan ve her tür ahlaksızlığa, yozlaşmaya, çürümeye çanak tutan boyalı basın tarafından etik dışı ilan edilen yağma, toplumun içerisinde bulunduğu durumu yansıtmak açısından hayli çarpıcıdır. Kriz içerisinde debelenen işçi ve emekçiler, sefalet, işsizlik, açlıkla boğuşmakta, hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu tabloda aç kalan emekçilerin karınlarını doyurmak için burjuvazinin mallarını yağmalamasından daha meşru bir davranış yoktur, olamaz .

Yaşanan yağmanın düşündürücü yanı ise işçi ve emekçilerin özel mülkiyete dokunması değil, toplumsal dayanışmayı geri plana iterek, emekçi kardeşlerine yardım etmek yerine karnını doyurmak için yağmaya girişmek zorunda kalmasıdır. Sınıf bilincinin geriliği, yaşanan yıkımın sorumlusunun kapitalizm ve onun uygulayıcıları olduğunu görmeyi engellemekte, sınıf dayanışması ve öfkesi yerine bireysel kurtuluşu koymaktadır.

İşçi ve emekçiler kendilerini bu sefalete mahkum bırakan, selde, depremde katleden kapitalizm ile hesaplaşmadıkça hiçbir yağmadan kurtuluş bekleyemezler.