11 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Çözümsüzlük batağındaki
sermaye düzeninin çok
yönlü iflas tablosu
  Sol içi zorbalıkla bir yere varılamaz!
Kürt hareketini
saldırganlaştıran nedir?!
Katleden sel değil kapitalizmdir!
Düzenin yarattığı felaketin tablosu
  Kentler kapitalist yıkımın,
sömürünün ve sefaletin aynasıdır!
  Entes direnişinden.
  Türkiye eğitimde sınıfta kaldı!
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Demokrasi mücadelesi ve
Kürt sorunu-1
  Halkalı kağıt grevi üzerine..
  Etkinliklerden
  Bıraktığınız mirası
yarınlara taşıyacağız!
  Güler Zere ve hasta tutsaklar için eylemlerden...
  Obama yönetimi “barış süreci”ni canlandırmaya çalışıyor
  ABD savaş makinesi Afganistan fiyaskosunu itiraf etti!
  Almanya’da seçimler...
  ABD emperyalizmi Chavez karşıtı tetikçilerini sokaklara saldı…..
  6-7 Eylül olayları... Kontr-gerillanın kirli savaş tarihinden karanlık bir sayfa!....
  Diyarbakır zindanı üzerine yapılan tartışmalar hakkında
birkaç söz - M. Can Yüce
  ESP'ye yönelik
devlet terörü protesto edildi
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt hareketini saldırganlaştıran nedir?

H. Eylül

“Kürt açılımı”ndan “demokratik açılım”a oradan da “milli birlik projesi”ne çark eden sermaye devleti, esasında hedefinin önemli bir bölümüne ulaşmıştır. Hem de düzen güçlerinin aralarındaki sürtüşmenin giderek elektriklenmesine rağmen... Şimdi daha çok ne yapılacağının değil, ne yapılmayacağının tartışılır hale gelindiği bu “açılım”, bir yumak olarak ilgili tarafları oyalamaya devam ediyor.

“Meselenin çözümü”nde kararlı olduklarını dile getiren iktidar güçlerini bu adıma seferber eden, elbetteki Kürt halkının bugüne kadar vermiş olduğu haklı mücadele, ödemiş olduğu bedellerdir. İşte şimdi başta Kürt hareketine olmak üzere, tüm siyasal öznelere tartıştırılmak ve dayatılmak istenen “çözüm platformu”, 29. isyanın, 30.suna kıvılcım olmadan, geride bir zafer havası bırakmadan söndürülmesidir. Elde edilecek “kazanımlar” Kürt halkı için bir basamak mı olacak, yoksa onları sermaye devletinin mevcut üniter yapısına bağlayacak bir kalın zincir mi? “Açılım” yumağının açılamamasının gerisinde biraz da bu tereddüt vardır.

Süreç Kürt halkının “statükocu” düşmanlarının konumunu bir kez daha belirginleştirirken (CHP, MHP, ordu gibi), Kürt halkının karşısına “yeni dostlar” da çıkarmaktadır. Bu “yeni dostlar”dan AKP, “iyi Kürtler”e el uzatan “iyi Türkler”i temsil etmektedir. Diğer taraftan, önünü göremeyen ve hepsi birden “DTP’li” olan “soldan” dostların sesleri de yükselmektedir. Bunlardan bazıları için Kürt hareketinin yakın bir zaman önce “milliyetçi bir çizgide” olduğunu biliyoruz. Şimdi “blok” olarak yan yana düşmeleri, daha da gerilerden bir buluşmayı göstermektedir.

Oysa daha ‘90’ların hemen başında çözüm rotasını emperyalist metropollere çevirmesinin ardından Kürt hareketi bir “yol ayrımı”na girmişti. Her koşulda sözünü söyleyen komünistler için, bu “yol ayrımı” tehlikesine işaret etmek tarihsel bir zorunluluktu. Çünkü sınıflar mücadelesinde gerçek dostluk ancak böyle örülebilirdi. Bahsi geçen dostluk, Türkiye işçi sınıfı ile kardeş Kürt halkının arasındaki ortak kader birliğiydi.

Ucu bir uçuruma çıkan yolda, henüz uçurum gözlerden uzakken yan yana görünmek mi, yoksa işçi sınıfının en önemli müttefikinin (ve Kürt halkının kendi kaderini özgürce tayin edebilme olanağının) uçurumdan yuvarlanışına izin vermemek için devrimci eleştiriyi bir yöntem olarak kullanmak mı? Kürt hareketinin düzen içi çözüm çizgisine yedeklenmek ve peşinden sürüklenmek mi, yoksa her koşulda doğruların takipçisi olmak mı?

Ne hedefsiz kurşun seslerinin, ne de içi boş “barış” nutuklarının büyüsüne kapılmak! Ne düzenin gerici korosuna, ne de liberallerin korosuna eşlik etmek! Birleştirici olmak misyonunu taşıyanlar, netleşmiş gibi görünen saflar arasında kendi bağımsız duruşunu koruyabilmeli, bu çerçevede tutum alabilmelidirler. Hiçbir “konjoktürel durum”un bu tutumu esnetmesine müsaade etmemelidirler. Komünistlerin bugün yaptığı da bundan başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki, Kürt hareketi şu doğru soruyu kendisine yüksek sesle sorabilmelidirler: “Kürt halkının gerçek dostları kimlerdir?”

Bu soruyu sorarken, Marks’ın şu veciz sözünü de hatırlamalıdırlar:“Eleştiri, zinciri süsleyen hayali çiçekleri, insanlık bu gerçek dışı süsleri soyulmuş, perişan eden zincirleri taşısın diye değil, tersine zinciri fırlatıp atsın ve canlı çiçeğe ulaşsın diye kopartmıştır.”

Komünistlerin yaptığı, Kürt halkının “değerlerine” ve “değer” kabul ettiklerine saldırmak, dünyanın en mazlum halklarından birini incitmek değildir. Bileklerine bağlı zincirlerden kurtulması için, zincirleri süsleyen hayali çiçekleri kopartmaya çalışmaktır. Bugün için Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerine, Kürt halkının kaderini tayin edebilmesinin onun en doğal ve meşru hakkı olduğunu anlatmak ne kadar zorsa, Kürt halkına da kendi gerçeklerini anlatmak bir o kadar zor olabilir. Ancak her ikisi de, devrimci ve komünistler için aynı ölçüde bir görev ve zorunluluktur. Çünkü bu “gerçekler inatçı” olduğu içindir ki, ertelenemez ve üzerinden atlanamaz. Dolayısıyla, Kürt halkının gerçek manada kurtuluşunun bir toplumsal devrimden geçtiğini, kaderini özgürce tayin edebilmesinin ancak işçi sınıfının iktidar olduğu sosyalist bir düzenle mümkün olacağını, “özgürlük, eşitlik ve gönüllü birlik!” için başka hiçbir yol ve yöntemin çözüm olmayacağını, döne döne anlatmak gerekmektedir. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için de, kardeş Kürt halkı için de kurtuluşun yegâne yolu devrimden ve sosyalizmden geçmektedir. Çözümün anahtarı halkların devrimci mücadele birlikteliğindedir. Düzen içi çözüm yollarını işaret eden anlayışların karşısında gösterilen inat, gücünü, bilimsel sosyalizmin tarih ve yaşam içinde ispatlanmış bu temel doğrularından almaktadır.  

Bu “açılım” sürecinin Kürt hareketinde politik bir yenilenme yaratmadığı ortadadır. Beklenen “yol haritası”yla kurulu düzenin reddi değil, düzen içerisinde bir çözüm hedeflenmektedir. Ufukta öze ilişkin değişen fazla bir şey olmadığı açıktır. Mevcut durumun sınırlarını zorlamak, adına “onurlu barış” denilen çözüme kavuşmak için, “açılım” süreci tarihi bir fırsat olarak görülmektedir. Bu fırsatı değerlendirme imkânını zorlaştıracak her söz ve davranışın tepkiyle karşılanmasında, özelinde de komünistlere yönelik tahammülsüzlüğün ve saldırganlığın gerisinde, işte bu vardır.

Kızıl Bayrak gazetesinin matbaada basılmaması, festivallerde, mitinglerde gerçekleşen saldırılar, tehditvari uyarılar, sol güçlerce hayata geçirilen etkinliklerin boşa düşürülmesine neden olmak… Hamuru direnişle yoğrulmuş, mayasını devrimci bir gelenekten almış, davası uğruna büyük bedeller ödemiş olan bir hareket, bilmesi gereken en temel şeyi unutmuş olabilir mi? Hangi zora dayalı yol ve yöntem, hangi baskı mekanizması, hangi yok etme çabası devrimci mücadeleyi engelleyebilmiş, devrimci iradeyi susturabilmiştir?

Bugün Kürt halkının onurlu bir biçimde ayağa kalkmasını sağlayan nasıl ki düzenin açtığı kulvar değilse, devrimcilere ve komünistlere de inandıkları yolda söz söyleme cesaretini veren de burjuvazinin sunduğu imkanlar değildir. Her kim ki devrimcilerden icazet beklerse, gözleri onurlu bir tarihi göremeyecek kadar körelmiş demektir. Devrim tarihinin mürekkebi kandır. Kanla yazılan bu tarihte her milliyete mensup devrimcilerin ortak geçmişi bulunmaktadır.

Kürt hareketi gösterdiği bu saldırganlıkla başka bir geçmişi, lanetli bir geçmişi hatırlatmaktadır: Sol içi zorbalık ve şiddet! Bununla neyi amaçlamaktadırlar? Her siyasal eğilim elbette kendi yönünü seçmekte özgürdür. Devrimci ve komünistler de gerçekleri dile getirmekte özgürdürler. Bu zorunluluğu ve sorumluluğu yerine getirirken, bunun bedelini ödemekle tehdit etmek, buna fiilen yeltenmek, tümüyle gayrımeşru provokatif bir tutum olabilir ancak.

Saldırılara gerekçe olarak gösterilen Kızıl Bayrak gazetesinde çıkan ulusal harekete dair eleştirel yazılar ise, peki Öcalan tarafından kaleme alınmış olan Maksizmi-Leninizmi ve sosyalizmi karalamaya dayalı yazılar nasıl açıklanabilir? Bilimsel sosyalizmi emekçi yığınlar nezdinde gözden düşürmek, bir alternatif olmaktan çıkarmak ne anlama gelebilir, hangi amaca hizmet edebilir acaba? Yine Türkiye devrimci hareketine “Türk solu” küçümsemesiyle yaklaşan, kimi zaman tutumunu fiili saldırılara vardıran, izlediği siyasal hatla devrimci güçlere saldırıda düzenin elini güçlendiren de aynı Kürt hareketi değil midir? Görülmektedir ki, herkes sözünü “özgürce” söyleyebilmekte ve gereklerini hayata geçirebilmektedir. Bu konularda kimseye hesap vermeyenlerin “hesap soran” tutumları meşru görülemez.       

DTP’nin hâlihazırda yapılan bu saldırıları merkezi düzeyde sahiplendiği görülmektedir. Sol güçler de bu vesileyle bir kimlik sınavından geçmektedir. Bazıları bu sınavı da verememiş bulunuyor. Tarafsız kalmak, orta yol bulmak, günü badiresiz atlatarak meseleyi çözmüş görünmek, net tutum alamamak… Bunların hiçbiri doğru yol ve tutum değildir.

Saldırılar karşısında ortak ve net bir tutum almak, saldırıyı gerçekleştiren merkezi derhal saldırılarını durdurması için tok bir biçimde uyarmak, ilk yapılması gerekenlerdir.

Sınıf devrimcileri ise, kendilerine yönelen saldırıları göğüslerken, halkların kardeşliğini ve Kürt halkının haklı ulusal istemlerini öne çıkarmaya devam edeceklerdir.