4 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/34

  Kızıl Bayrak'tan
  “Açılım”da son perde
  12 Eylül’ün hesabını işçi sınıfı ve
emekçiler soracak
  Türk egemen sınıfları NATO’da
daha etkin roller peşinde!
  “Kürt açılımı” aldatmacası
dökülüyor
1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde gazetemize yönelik alçakça saldırı
Güler Zere ve hasta tutsaklar
serbest bırakılsın!
“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin
sağlığını tehdit ediyor!
Toplu görüşme oyunundan sefalet ücreti ve işgüvencesinin gaspı
planı çıktı!.
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  Devletin devekuşu politikası ve
boşa çıkan İmralı çizgisi
  Kriz, direnişler ve
Metal İşçileri Kurultayı
  “Metal işçilerinin birliği
için kurultaya!
  KENT A.Ş. işçilerine açık mektup...
  Entes direnişi güncesinden.
  İşçi sınıfının devrimci sanatçısı
Yılmaz Güney kavgamızda yaşıyor!
  “Kadına yönelik
sıradanlaştırılan şiddet!
  Sermaye devleti suyu siyasi şantaj aracı olarak kullanıyor!
  Kıta halklarının örgütlü direnişi
süreci belirleyecektir!
  “Açılımın” açmazları
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden
mektup
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadına yönelik sıradanlaştırılan şiddet!

Üçüncü sayfa haberleri, çok dillendirilmese de sermaye gazetelerinin en çok okunan bölümüdür. Cinayet, insan kaçırma, yaralama, gasp vb. her türlü şiddet olayını bu sayfadan takip etmek mümkündür. Bir toplu taşıma aracında giderken yanınızda gazete okuyan kişinin “cık cık!” sesleri, bir adamın bir başkasını kaç bıçak darbesi ile öldürdüğü üzerine duyulan kısa süreli dehşetin gündelik ve sıradan ünlemi olmuştur artık. Gündelik ve sıradan olan belli bir alışkanlığı ya da kanıksamayı belirtiyorsa eğer, bu kanıksamaya en çok uğrayan da “kadına yönelik şiddettir” dersek hiç de abartmış olmayız. Elbette bunun altında yatan, yüzyıllardır süregelen kadın cinsinin ezilmişliği ve her toplumsal sistem tarafından pekiştirilen uygulamalar, yasalar, sözlerdir.

Bir ay içinde 17 kadın öldürüldü

Bianet’ten Emine Özcan’ın Temmuz ayı içerisinde gazetelerin 3. sayfa haberlerinden yaptığı bir derlemeden, 17 kadının öldürüldüğü, onlarcasının da tacize ve tecavüze uğradığı bilgisine ulaşıyoruz. Kadın cinsinin yaşadığı şiddete dair küçük bir araştırma yaptığımızda ise, Türkiye’de her üç kadından birinin fiziksel şiddete maruz kaldığı, her 100 kadından 97’sinin ise en az bir kez eşinden, babasından ya da yakınlarından fiziksel şiddet gördüğü bilgisini ediniyoruz. Kaldı ki bu rakamlar sadece basına yansıyanlar. Bir de kayda düşülmeyenleri ve dünya ölçeğinde yaşanan vakaları düşünürsek, çok daha ciddi bir durumla yüzyüze geliriz. Elbette ki durumun ciddiyeti rakamlardan ileri gelmiyor, bu sadece bir sonuç, kadın cinsinin kapitalist sistemde ve ataerkil toplumda ezilişinin, horgörülüşünün bir sonucu.

Yaşanan ve yaşatılan şiddetin gerçekliği gün gibi aşikar. Mahallelerde, evlerde, işyerlerinde yani hayatın olduğu her yerde karşılaşmamız mümkün.

Yaşanan  bu olayların büyük bir kısmında fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar ya polise sığınmış ya savcılığa başvurmuşlar. Sonuç tacize, tecavüze, cinayete azmettirip yargılanmayan, üstüne üstlük katile arka çıkan ya da tecavüzcünün sırtını sıvazlayan bir devlet!

Şiddet sadece fiziksel olarak ele alınmamalı!

Şiddeti sadece fiziksel, kaba kuvvet olarak nitelendirmek birçok durumun hasır ardı edilmesine ve mücadeleye konu edilmemesine yol açıyor. Bugün kadın cinsine yönelik gerçekleştirilen kaba kuvvet şiddetin bir boyutunu oluşturuyor ise, diğer boyutlarının üzerinde de ısrarla durmak gerekiyor. İşte bunlardan bazıları:

Kadınların bilgisiz, eğitimsiz bırakılması şiddettir.

“Türkiye’de 25-64 yaş arası kadın nüfusunun yüzde 77’sinin eğitim seviyesinin ilköğretim ve altı düzeyde olduğu, bu nüfusun ancak yüzde 8’inin yükseköğretime gidebildiği belirlendi.”[1]

Kadınların çalışma yaşamına dâhil edilmemesi şiddettir.

“70 milyon nüfusu olan ülkemizin yarısı kadın, ama 5.5 milyon kadın çalışıyor. Kadının ekonomiye katılımı (işgücü oranı) ülkemizde yüzde 27.7. Gelişmiş ülkelerde bu oran ortalama yüzde 60’larda. Örneğin İzlanda’da yüzde 70.5, Norveç’te yüzde 63.3, Kanada’da yüzde 60.5. İran’da bile yüzde 38,6. Gelişmemiş ülkeler grubunda yer alan Tanzanya’da yüzde 85, Mozambik’te yüzde 85.5, Ruanda’da yüzde 80. (...) İş yaşamında erkeklerin yüzde 70’i, kadınların dörtte biri çalışıyor. Kadın-erkek ücret eşitsizliği devam ediyor. Ekonomik krizlerde en çok kadınlar işini kaybediyor. Ülkemizde 1994 ve 2000-2001 krizlerinde bir milyon kadın işini kaybetti.”[2]

Kadınların zamanlarının büyük bir kısmını ev içerisinde kapalı kalarak ya da ev işlerini yaparak harcaması şiddettir.

“Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2008 yılında yayımlanan Zaman Kullanımı Anketi sonuçlarına göre, Türkiye’de kadınlar ortalama olarak günde 5 saatlerini ev işlerine ayırıyor: ‘Haftanın 7 günü, günde 5 saatten toplam 35 saatlik, yani neredeyse tam zamanlı bir çalışma mesaisini, emekleri için hiçbir karşılık almadan yapan 20 milyondan fazla yetişkin kadın vardır; bunlardan 12 milyonu kendilerini tam zamanlı ev kadını olarak tanımlamaktadırlar. Uluslararası karşılaştırmalar ışığında, Türkiye, kadınların ücretsiz mesaisinin en yüksek, okul öncesi eğitim ve kreş oranının ise en düşük olduğu ülkelerden biridir.”[3]

“İstanbul’da her üç kadından ikisi ‘aile reisi’nin iznini almadan dışarı çıkamıyor. Kadınların yüzde 54’ü aile reisi izin vermeden alışverişe, yüzde 60’ı gezmeye çıkamıyor...”[4]

Küçük kız çocuklarının kimi Afrika ülkelerinde sünnet ettirilmesi şiddettir.

“Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine göre bugün dünyada 130 milyon kadın ve kız çocuğu sünnetli. Her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu da sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Tülin Uygur’un araştırmasına göre kadın sünneti esas olarak, Afrika kıtasının orta şeridinde yer alan 30 Afrika ülkesinde uygulanıyor.” [5]

Kadınlar hayatın tam ortasında olmalı!

Sorun bir biçimde gündeme geldiğinde, herkesin üzerine düşündüğü, söz söylediği cümleler bütününe dönüşmekten kendini kurtaramaz. Sünnet olmak zorunda olan 4 yaşındaki bir kız çocuğunun acısını kimse bilemez, dışarıda mis gibi bir bahar günü yaşanıyorken evde hapis kalan kadının acısını kimse bilemez, yoksulluktan sütten kesilmiş bir memeyi bebeğinin ağzında tutan bir annenin acısını kimse bilemez, tecavüzü yaşayan ve tecavüzcüsüyle yaşamak zorunda kalan kadının acısını kimse bilmek istemez.

Tarihin akrebi ne kadar ilerlemiş olsa da kadın cinsinin yüzyıllardır çilesi bitmiş değil. İşte bu yüzden iki kat daha fazla ezilen, sömürülen, acıyı kat ve kat fazla yaşayan emekçi kadınlar, işçi kadınlar başlarını kaldırmalı ve tarihin akrebini her anlamda ilerletmenin bir gönüllüsü olmalıdırlar. Kadın cinsinin kurtuluşunun tüm insanlığın kurtuluşu ile geleceğini bilerek erkek sınıf kardeşleriyle mücadeleye katılmalıdırlar.

Kartal Emekçi Kadın Komisyonu

 [1] “Kadının Durumu İçler Acısı”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2008
[2] Mustafa Pamukoğlu, “Kadının Ekonomideki Önemi Yadsınamaz”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2008
[3] Derya Sazak, “Kadın İstihdamı”, Milliyet, 17 Mayıs 2008
4] Selim Efe Erdem, “Çalış, Kazan, Otur”, Radikal, 16 Ekim 2002
[5] Gökçe Gündüç, “Mısır Kadın Sünnetini Yasaklıyor”, Bianet, 9 Temmuz 2007