4 Eylül 2009
Sayı: SİKB 2009/34

  Kızıl Bayrak'tan
  “Açılım”da son perde
  12 Eylül’ün hesabını işçi sınıfı ve
emekçiler soracak
  Türk egemen sınıfları NATO’da
daha etkin roller peşinde!
  “Kürt açılımı” aldatmacası
dökülüyor
1 Mayıs Mahallesi Festivali’nde gazetemize yönelik alçakça saldırı
Güler Zere ve hasta tutsaklar
serbest bırakılsın!
“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin
sağlığını tehdit ediyor!
Toplu görüşme oyunundan sefalet ücreti ve işgüvencesinin gaspı
planı çıktı!.
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  Devletin devekuşu politikası ve
boşa çıkan İmralı çizgisi
  Kriz, direnişler ve
Metal İşçileri Kurultayı
  “Metal işçilerinin birliği
için kurultaya!
  KENT A.Ş. işçilerine açık mektup...
  Entes direnişi güncesinden.
  İşçi sınıfının devrimci sanatçısı
Yılmaz Güney kavgamızda yaşıyor!
  “Kadına yönelik
sıradanlaştırılan şiddet!
  Sermaye devleti suyu siyasi şantaj aracı olarak kullanıyor!
  Kıta halklarının örgütlü direnişi
süreci belirleyecektir!
  “Açılımın” açmazları
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden
mektup
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Süreç değerlendirilerek direniş ileriye taşınmalıdır!

Kent A.Ş. işçisi arkadaşlar!

Direnişiniz dört ayı geride bıraktı, beşinci ayına doğru ilerliyor. Geride kalan ayları değerlendirmek, direnişin ne aşamada olduğunun bir muhasebesini yapmak artık sizler için bir zorunluluğa dönüşmüş bulunuyor.

Nisan ayında iki belediyenin dalavereleriyle işten atılarak ortada bırakıldınız. Böylesine büyük bir krizin yaşandığı ve yaşam koşullarının bu denli ağır olduğu bir dönemde işsiz kalmak çilelerin en büyüğüdür. Sizleri işten atarak ortada bırakan iki CHP’li belediye yaşayacağınız yoksulluk ve sefaleti umursamıyor, bu yoksulluğu size yaşatıyor. Belediyelerde gitgide yaygınlaşan ve kurumsallaşan esnek çalışma ve taşeronlaştırma uygulamasının bir sonucu olarak işten atıldınız. Yoksa Karşıyaka Belediyesi’nin açıkladığı gibi, işten atılmanızın nedeni “iki belediyeye bölünmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan istihdam fazlalığı” değildir. Bu kaba bir yalandır. Eğer öyle olsaydı, bölünmeden önce sizin hizmet götürdüğünüz alanlara hangi belediye tarafından gidecek olursa olsun hizmet gitmemesi gerekirdi. Eğer önceden sizlerin hizmet götürdüğü yerlere şimdi de gidiyorsa, o zaman siz neden işten atıldınız? İşten atılmadan önce sizin hizmet taşıdığınız yerleşim birimlerine şimdi hizmet gitmiyor mu? Eğer gitmiyorsa araçları almak için neden size vahşice saldırdılar vb...

Elbette siz bu soruların daha fazlasını da soruyorsunuz fakat belediyelerin size verdiği cevap değişmiyor: AKP bölmeseydi böyle olmazdı! Fakat bu söylemler işçilerin gözlerinin içine baka baka uyguladıkları esnek çalışma ve taşeronlaştırmayı, seçimde iş vaadinde bulundukları başkalarını işe aldıkları gerçeğini gizlemek için söylenen yalanlardır.

Nihayetinde işten atıldınız ve beşinci ayına yaklaşan bir direnişin içindesiniz. Artık bu saatten sonra işe geri dönülecekse, ancak direniş ve işçilerin kararlılığı sayesinde dönülecektir. Geride kalan yaklaşık dörtbuçuk aylık dönem direnişten başka bir yol olmadığını gösterdi. Fakat burada önemli bir sorunun sorulması gerekiyor. Nasıl bir direniş?

Direniş ilk başladığı günlerde belli bir heyecan ve coşkuyla sürüyordu. Açılan stantlar, yapılan afişler, toplanan imzalar ve gerçekleştirilen eylemler sayesinde direniş önemli ölçüde İzmirli işçi ve emekçilerin gündemine girdi. Daha da önemlisi, ilk dönemin canlılılığıyla direnişin sesi İzmir’in dışına da sıçradı. Bu çalışmaların sonuçlanmasından sonra ise direniş adeta bir sessizliğe bürünerek içe döndü. Direnişin sesini duyurma ve destek alma çabaları duraksadı, yerini belirsiz bir bekleyişe bıraktı. Şu andan sonra direnişin gündeminde sürekli birilerinin gelip gideceği, birileriyle görüşüleceği konuşulur oldu. Çözüm umutları, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun yurtdışından dönmesine, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin ve Deniz Baykal’ın İzmir’e gelmesine bağlandı, Önder Sav’ın gelip sorunu çözeceği vb. konuşuldu. Fakat şimdiye kadar bu söylenenlerin hiçbiri gerçekleşmedi ya da direniş yararına hiçbir katkıları olmadı. Tam tersine, direnişi bir bekleme sürecine sokarak direnişin gücü ve kararlılığıyla değil diplomasiyle sonuç alınabileceği beklentisi yaratıldı.

Tam da bu bekleyiş sürecinde direniş yerine polis ve belediye işbirliğiyle iki ayrı saldırı gerçekleştirildi. İlk saldırı direnişle püskürtüldü ve zayıflama sürecine giren direniş saldırının püskürtülmesi sayesinde önemli bir soluk aldı ve yeniden bir coşku kazandı. Hemen ardından gelen ikinci saldırıya karşı kararlı bir tutum sergilenememesi ise tersinden ciddi bir moral bozukluğuna ve daha da içe kapanmaya yol açtı. Araçların şantiyeden çıkarılmasından sonra şantiyede beklemenin anlamını yitirdiği düşüncesi işçiler arasında sıklıkla konuşulmaya başlandı. Bu süreçten sonra gerçekleşen Deniz Baykal protestosunu saymazsak, direnişteki bekleyiş süreci hala devam ediyor.

Başlangıçtan bugüne gelindiğinde ve özellikle direnişteki coşkunun zayıflama süreçlerine girilmesinden beri direnişçi işçiler arasında ve işçilerle sendika arasında ciddi bir kopukluk oluştu. Sağcı-solcu ayrımı, sendikaya yakın olanlarla olmayanlar, sendikayı eleştirenlerle her denileni koşulsuz kabul edenler arasında hissedilir bir kopukluk bulunuyor. Sendika yönetimi ise yaptığı tüm olumlu işlere, çeşitli eylem ve etkinliklere ve zaman zaman militan tutumlarına rağmen, son kertede çözümü diplomaside arayarak direnişi belli belirsiz bir bekleme sürecine sokuyor. Bu bekleme süreci ise işçilerin daha da içe dönmesine, bir hareketsizlik halinde yaşanan iç sorunların derinleşmesine neden oluyor. Belediyelerin CHP’li olmasından kaynaklı “CHP’yi yıpratmamak” adına atılacak çeşitli adımlardan imtina ediliyor. Çözüm için yapıldığı söylenen diplomasiden sonra birbirini izleyen kesin çözüm süreçleri ifade ediliyor ve güçlü beklentilere yol açılıyor. Fakat bu her defasında boşa düşüyor, bu sefer sendika ve işçiler arasında açıkça ifade edilemeyen bir güven bunalımı ortaya çıkıyor. Daha da kötüsü, görüşmelerin ardından ortada dolaşan söylentiler işçiler arasında ciddi bir gruplaşmaya yol açıyor. İşçiler çeşitli eylemler olmasa neredeyse yan yana gelmeyecek gibi duruyorlar. Dikkat çekici başka bir sorun ise direnişe devam eden işçilerin sayısının gün geçtikçe azalması.

Geçmişte de eylem, direniş ve grev deneyimi olan Kent A.Ş. işçileri biliyorlar ki, bu direniş sınıf mücadelesinin bir parçası. Sorun tek başına Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak değildir. Cevat Durak da dahil olmak üzere işçilerin kapı dışarı edilip ortada bırakılmasının sorumlusu, CHP, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve hükümet partisi AKP’dir. İşçilerin kapı dışarı edilmesinin esas sorumluları bunlardır. Hiçbirinin diğerinden aşağı kalır yanı yoktur. Dolayısıyla hepsi de direnişin hedefi olmak durumundadır. Hele ki birinci elden sorumlu olan CHPli Karşıyaka ve Bayraklı belediyeleri ve genel olarak CHP kesin hedef olmak durumundadır. “CHP’nin yıpratılmaması” adına yapılmayan işler sürekli bir biçimde direnişe kaybettiriyor, direnişin belirsiz bir biçimde uzamasına neden oluyor. Şayet belediyeler ve CHP işçilerin karşısına muhatap olarak çıkmıyorsa, bunlarla birlikte hükümet de hedef alınmalıdır. İşsizlik ve haksız işten atma devletin de onun hükümetinin de sorunudur. Onlarda sorumluluğu CHP’li belediyelere atarak kurtulmamalıdırlar.

Fakat bunları hedefe alabilmek için direnişin oldukça kararlı ve etkili olması gereklidir. Bu ise öncelikle direnişçi işçilerin kendi aralarındaki örgütlülüğünün güçlenmesini gerektirir. Öncelikle direnişin bütün süreçlerinden sorumlu bir direniş komitesi, çeşitli işler ve etkinlikler için gerekli olan başka komitelerin kurulması ve etkin çalışmalar yapabilmesi direnişin gidişatı açısından hayati önemdedir. Direnişçi işçiler eğer kendi içlerinde örgütlü ve kenetli değillerse direnişin kaderinde de belirleyici olamazlar. Kendi direniş süreçlerinde insiyatif sahibi olmayan işçiler her kafadan çıkan sese inanmaktan kurtulamazlar. Böyle bir durumda ise çaresizlik, beklemecilik ve birilerinin kendileri adına bir şeyler yapmasını ummak genel bir ruh haline dönüşür. Fiilen Kent A.Ş. de yaşanan da budur gerçekte.

Beş aya yaklaşan direniş en kritik evrelerine girmiştir. Hem direnişin gidiş hattı açısından, hem de işçilerin aylardır yaşadığı ekonomik darboğazın ağırlaşması nedeniyle böyledir. Üstelik şimdi bir de okullar açılacak ve şimdiye kadar yaşanan darboğaz iki katına çıkarak daha da katlanılmaz boyutlara varacaktır. Böyle bir aşamada ve işler daha da kötüye gitmeden, öncelikle işçilerin ve sendikanın direnişin geride kalan süreçlerindeki eksik ve zaafları değerlendirip, direnişi daha ileri bir boyuta taşıması gerekmektedir. Karşıyaka Belediyesi de şu sıralar direnişin aleyhine karşı propagandaya geçmişken bu daha acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu çerçevede ne yapılabilir?

Birincisi, direnişin öncelikli muhatabı işveren olan Karşıyaka Belediyesi’dir. Öyleyse belediyeyi kamuoyu nezdinde teşhir edecek girişimler güçlendirilmeli, bir sistematik kazandırılmalıdır. Denilebilirki belediye başkanının nefes almasına izin verilmemelidir. Eylemler belediye önüne ve Karşıyaka halkına taşınmalı, işçi ve emekçilere direnişin haklılığı ve meşruluğu anlatılmalıdır. Üyesi olduğunuz Genel-İş Sendikası neredeyse İzmir’in üye sayısı bakımından en güçlü sendikasıdır. O halde sendika diğer üyelerini sınıf dayanışması bilinciyle harekete geçirmelidir. Kent A.Ş. işçilerinin eylem ve etkinliklerinin desteklenmesi başta olmak üzere örgütlü oldukları diğer belediyelerde dayanışma eylemleri örgütlemek zor değildir. Dahası, örgütlü olunan yerlerde iş yavaşlatma ve iş durdurma etkin bir silah olarak kullanılabilir. Sendikanın böylesine önemli olanakları varken şimdiye kadar bunları devreye sokmaması eksikliktir. Bunlar sınıf dayanışmasını örgütlemenin en sıradan gerekleridir ve olağanüstü çaba gerektirmeyen çalışmalardır. Çünkü Kent A.Ş. işçilerinin yürüttüğü çalışmalar bir ölçüde aynı sendikanın tabanına yöneliktir. Fakat sınıf dayanışmasının örgütlenmesi bunlarla da sınırlı değildir. İzmirli işçi ve emekçilerin gündemine direnişin bir kez daha ve daha güçlü bir biçimde sokulması, onların somut desteğini alabilecek bir biçimde örgütlenmesi önemli bir ihtiyaçtır. Bu hem direnişin ihtiyaç duyduğu bir dayanışmadır hem de sözde sosyal demokratların teşhir edilmesi ve köşeye sıkıştırılabilmeleri için vazgeçilmezdir. Yanı sıra, bir süre önce dayanışma amacıyla kurulması planlanan ancak boşa düşen dayanışma platformu tekrar ve bu sefer somut bir hedef etrafında toplanabilmelidir.

Beş aya yakındır direnen direnişçi işçiler elbette işlerine geri dönmek istiyorlar. Fakat görülmektedir ki bu iş kolay olmayacaktır. Karşıyaka Belediyesi’nin son günlerde işçilere karşı yürüttüğü anti propaganda da bunu ayrıca doğrulamaktadır. Öyleyse bu adamlara hak ettikleri yanıtı vermek gerekir.

İzmir’den BDSP’liler