Kapatılan hastaneler, sınıflandırılan sağlık hizmetleri, arttırılan katkı payları…
“Sağlıkta dönüşüm” işçi ve emekçilerin sağlığını tehdit ediyor!
Sağlık hizmetinin özelleştirilmesi ve tamamen ticari bir sektör haline dönüştürülmesi amacıyla uygulanan icraatlar son sürat devam ediyor. AKP hükümetinin “sağlıkta dönüşüm” adıyla hız verdiği bu politikaların sonuçları her gün biraz daha günyüzüne çıkıyor. Özellikle içinden geçtiğimiz kriz ortamını “fırsat”a çeviren sermaye hükümeti, hazırladığı tasarıların yasalaşmasını bile beklemeden icraata geçiyor.
Bu durumun son örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı. Üsküdar’da bulunan Acıbadem Validebağ Öğretmenler Hastanesi, “Kamu Hastaneleri Birliği Yasa Tasarısı” kapsamında ele alınarak kapatıldı ve arazisi TOKİ’ye satıldı. Satış işleminin nedenlerinden biri hastanenin bulunduğu arazinin rant değerinin oldukça yüksek olması iken, diğer bir nedeni de mevcut hastanelerin sayılarını düşürerek işçi ve emekçilerin özel hastanelere daha fazla yönelmelerini sağlamaktır.
Hatırlanacağı gibi Erdoğan da kent merkezinde kalan okul, hastane ve kamu kuruluşları arazilerinin satılarak iş merkezi ve konut alanı yapılması gerektiğini ifade ediyordu. Nitekim hemen ardından konuyla ilgili çalışma yapan bürokratlar, ilk elden satılacak tarihi değerdeki okulları vb. yerleri kamuoyuna duyurmuşlardı. Bu sayede hükümet KİT’lerden sonra özelleştirme politikalarına arazi satışları üzerinden devam ederek rantiyeci sermayeyi de ihya etmeyi hedeflemektedir. Diğer yandan da merkezi bütçe açıklarının çözümünü böylesi “yollar”da aramaktadır.
Elbette işin bir yanı rant açısından değerli arazilerin sermayeye peşkeş çekilmesi iken, sorunun daha yakıcı yanı ise kamu hastanelerinin kapatılarak sağlık hizmetinin ticari bir sektöre dönüştürülmesidir.
Henüz mecliste onaylanmadığı için hala yasa tasarısı olarak bekleyen “Kamu Hastaneleri Birliği Yasası” tam da bu hedefler doğrultusunda hazırlanan bir yönetmeliktir. Sağlık hizmetinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak tamamıyla ticari bir sektör haline dönüştürülmesi planının bir parçasıdır.
Bu yasa tasarısıyla, kamu hastanelerinin sözde bir “idari ve mali özerklik”le merkezi yönetimden ayrılarak kendi ayakları üzerinde duran “sağlık işletmeleri” haline dönüştürülmesi hedefleniyor. tasarıda hastanelerin “sağlık işletmesi” olarak anılması hiç de nedensiz değildir. Bu, hastanelerin kâr amacı güden ticari kuruluşlara çevrilmek istendiğinin en açık göstergesidir aynı zamanda.
Hastaneler ticarethaneye çevriliyor!
Mali özerklikten kastedilen, bugüne kadar Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan ve bütçeden kamu hastanelerine ayrılan ödenek ve yardımların kesilmesiyle, “sağlık işletmelerinin” kendi finansmanını kendilerinin karşıladığı bir duruma getirilmesidir. Sağlık hizmetiyle sağlık finansmanın ayrıştırılması (GSS yasası) üzerinden bunun altyapısı daha öncesinden oluşturulmuştu. Şimdi SSGSS ile “temel teminat paketi” ile sınırlandırılan sağlık hizmetleri de paralı hale getirilmek isteniyor. Yani işçi ve emekçilerin bugüne kadar primler ve vergiler üzerinden zaten karşıladıkları sağlık hizmetlerinin bedelini bir de satın alarak iki kez ödemeleri hedefleniyor. Kamu hastanelerinin “sağlık işletmelerine” dönüştürülmesiyle birlikte “kamu hizmetinden” ziyade “ticari bir hizmet” anlayışıyla yönetilecek olmaları, bu hizmeti satın alma gücünden yoksun olan emekçilerin de bundan böyle sağlık hizmetinden faydalanamayacağı anlamına geliyor.
Yasa tasarısında “sağlık işletmeleri”ne tanınan özerklikle de aslında kamu hastanelerinin zamanla özele devredilmesinin hedeflendiği açık bir şekilde görülmektedir. Zira bu “özerk kuruluşlar”a gerektiğinde işletme haklarının devri yoluyla özelleştirilme imkânları tanınıyor. Tasarıda, Yönetim Kurulu’na “birliğin her türlü araç, gereç, malzeme, taşınırları ile tapuda birlik adına kayıtlı taşınmazları üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte satmak, kiralamak, kiraya vermek, devir ve takas işlemlerini yürütmek; Hazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazları üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacı doğrultusunda kiraya vermek, işletmek, işlettirmek” yetkisi veriliyor.
Yine birliğin gelir ve giderleri arasında “tapuda birlik adına kayıtlı olan taşınmazların üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte satışı, kiralanması, işletilmesi veya işlettirilmesinden elde edecekleri gelirler ile Hazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazların üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacı doğrultusunda kiralanması işletilmesi veya işlettirilmesinden elde edilecek gelirler” gösteriliyor.
Kamu Hastaneleri Birliği Yasa Tasarısı’yla amaçlanan diğer bir sonuç da, toplumun özel hastanelere daha çok yönelnmesidir. Zira “sağlık işletmeleri”ne dönüşen kamu hastaneleri ile özel hastaneler arasındaki amaç ve yönetim farkı ortadan kalktıktan sonra sağlık hizmetinden faydalanmak noktasında insanlara da herhangi bir seçenek bırakılmamış olacaktır. Bugün Acıbadem Validebağ Öğretmenler Hastanesi’nin kapatılarak Üsküdar Devlet Hastanesi’ne bağlanması bunun açık bir göstergesidir. Sermayenin sadık uşağı Erdoğan, devlet hastanelerinin önündeki yığılmayı önledikleri yalanını savururken, mevcut hastaneler kapatılarak, acildeki hastalar bile kapıdan çevrilerek, sağlık hizmetleri her geçen daha paralı hale getirilerek bu yığılmanın nasıl “önlendiği” görülmektedir.
Hastaneler oteller gibi sınıflandırılacak!
Sağlıkta yaşanan “dönüşüm” bunlarla da sınırlı kalmıyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, hastanelerin de bundan sonra oteller gibi sınıflandırılacağını duyuruyor. Bu uygulamanın öncelikle özel hastanelerde başlayacağını belirten Akdağ, hastaneleri, verdikleri hizmet, aldıkları risk, kullandıkları aletler, uzman sayısından binasına kadar birçok kategoride değerlendirmeye tabi tutarak, tıpkı otellerde olduğu gibi birden beşe kadar yıldız vereceklerini söylüyor.
Tabii hastanelerde gerçekleştirilecek bu sınıflandırmaya göre devletin vereceği katkı payı da değişecek. Birinci gruptaki hastanelerde tedavi görenlerden yüzde 30,5. gruptaki hastanelerde tedavi görenlerden yüzde 70 oranında katkı payı alınacak. Bu durumda sefalet ücretine mahkûm olan milyonlarca emekçi ve ailesi için özel hastanelerin ancak birinci grubunda tedavi mümkün olabilecek. Yüzde 70 oranında katkı payını ödeyebilenler ise “beş yıldızlı” konforlu ve nitelikli bir sağlık hizmetini elde edebilecekler. Bu da bir kez daha “özel hastanelerde tedavinin önünün açıldığı” iddiasının dayanaktan yoksun boş bir iddia olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak vahim olanı, daha sonraki süreçte devlet hastanelerinde de bu uygulamaya geçileceğinin belirtilmesidir.
Katkı payları arttırılıyor!
Sağlık Bakanı’nın hemen ardından benzer bir açıklama da bütçe açığının sağlamak adına Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından yapıldı. Bütçede tasarruf sağlamak için SGK’dan hastanelere ayrılan ödeneklerde tavan fiyatı belirlenerek, bunu aşan kısımların ve hizmetlerin karşılığının hastalardan talep edileceği belirtilmektedir. Konuya ilişkin açıklamada; SGK’nın 2010 bütçesinde özel hastanelere ödemeler için belli bir miktar öngöreceği ve bu rakamın “tavan” olacağı, ödeneğin bitmesi halinde doğabilecek finansman sorununa vatandaşın katkı payı artırılarak (yüzde 30’dan yüzde 70’e kadar) çare bulunacağı ifade ediliyor. Özel hastanelerin istediği fiyatlara göre A, B, C diye sınıflandırılacağını belirten Şimşek, bu sınıflandırmaya göre hastanelerin alabileceği farkın da belirleneceğini bildiriyor.
Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, sermaye hükümeti en temel ve insani bir hak olan sağlık hizmetini özelleştirerek işçi ve emekçileri bu haktan mahrum ediyor. İşçi ve emekçiler yaşamlarına en ufak bir değer vermeyen bu sömürü düzenini yıkmadıkları müddetçe “sağlıklı bir yaşam hakkı” da mümkün olmayacaktır. |