24 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikancı rejimin sahte hayallerine karşı devrimci sınıf mücadelesi!
  HSYK kararları gecikiyor…
Düzen içi çatışma yargı üzerinden sürüyor!
  “Kürt açılımı”nda son perde
Kürdistan’dan yansıyan kirli savaş hikayaleri...

Ne “23 sentlik as

ker”
ne de emperyalizmin suç ortağı olacağız!

Hasta tutsaklar ölüme giderken, kontrgerillacılar tahliye ediliyor...
  Entes dinenişinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...
  Kapitalizm can almaya devam ediyor!.. Sağlıkta özelleştirme öldürüyor!..
  Bir cinayet ve devlet gerçeği
  Gençlik eylemlerinden...
  Alevi Çalıştayı aynasında yansıyanlar
  Parlatılan Nabucco ve
üstü örtülen gerçekler
  Mollalar rejimi, din ve emekçi halk hareketi...
  Honduraslı emekçilerin
faşist cuntaya karşı
mücadelesi devam ediyor!
  Amerikan savaş makinesi “Irak-ABD Güvenlik Anlaşması”nı tanımıyor...
  İsrail savaş gemileri Kızıl Deniz’de…
Irkçı-siyonist rejim
savaşı kışkırtıyor!
  Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...
  Neyin yol haritası?
  ‘96 Zindan Direnişi 13. yılında...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Teğet geçen” krizde bütçe açığı doludizgin gidiyor...

Emekçileri yeni vergiler
ve zamlar bekliyor!

Sermayenin sadık uşağı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” sözleri çok tartışılmıştı. 2009 yılının ilk altı ayının merkezi bütçedeki açığa ilişkin verileri, “teğet” tartışmalarının daha uzun bir süre gündemden düşmeyeceğini gösteriyor. Öyle ki, bütçenin Haziran ayında 2 milyar 521 milyon, 2009 yılının ilk yarısında 23 milyar 205 milyon TL  açık verdiği belirtiliyor.  

2009’un ilk yarısında gerçekleşen bu bütçe açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1310 oranında bir artışa tekabül ediyor. Oysa sermaye hükümetinin 2009’un ilk yarısı için bütçe açığına ilişkin tahminleri 10,1 milyar TL düzeyindeydi. Dolayısıyla 23,2 milyar TL’lik açık öngörülen rakamların iki katından daha fazladır. Bu gidişle, yıl sonu itibariyle bütçe açığının en iyimser tahminlerle 50-60 milyar TL civarını bulacağı ifade edilmektedir. Bütçe açığının bütçeye oranı da böylece yeniden yüzde 20’lerin üzerine tırmanmış olacak.

Bütçe açığında yaşanan bu artışın nedeni olarak gelir ve giderler dengesinde ikincisi lehine bir yükselişin yaşanması gösteriliyor. Ocak-Haziran döneminde bütçe giderlerinin yüzde 24,1 artarken, gelirlerinin ise yüzde 0,9 azaldığı belirtiliyor.

Yerel seçimlerin de önemli bir katkısı olan 124,8 milyarlık bütçe giderlerini oluşturan bir dizi kalemin payı şu şekilde açıklanıyor: Faiz giderleri yüzde 31,4 artışla 27,2 milyar TL; personel giderleri yüzde 16,2 artışla 31,9 milyar TL,; sağlık, emeklilik ve sosyal yardım giderleri için yapılan transfer yüzde 31 artışla 46 milyar TL, mal ve hizmet alım giderleri yüzde 16,8 artışla 10,6 milyar TL, vb...

Bütçede gider kalemleri içerisinde en büyük dilimlerden birini transfer oluşturuyor. Yıllardır uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda (tensikatlar, işverenlerin prim borçlarının tahsil edilememesi vb. nedenlerle) Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) bütçeye mahkûm edilmesi, aslında bu alanın tamamen özel sektöre devredilmesi için uygulanan bilinçli bir politikanın sonucudur. Nitekim, sermaye hükümeti açığı kapatmak adına bütçedeki diğer gider kalemlerinden çok (örneğin faiz giderleri gibi) transferleri öne çıkaracak, SGK’nın “kara delik” olduğu argümanını yeniden sarılacaktır. Böylece SGK’nın hizmet kalitesi düşürülecek, kapsamı daraltılacak, işçi ve emekçiler katkı payları vb. yollarla sağlık giderlerine bir de bu yolla ortak edilecektir.

Yine aynı şekilde belediyelere ayrılan kaynaklar kısılarak (bütçe giderleri arasında 8 milyar TL gözüküyor) hizmetlerin büyüyen faturası işçi ve emekçilere kesilecektir. Nitekim birçok belediyenin ulaşımdan suya kadar bir dizi temel hizmette peş peşe yeni zamları devreye sokması bunun ilk örnekleridir. Ya da tarımsal destekleme için ayrılan kaynağın (3,6 milyar TL gözüküyor) kesilmesine gidilecektir. Fındık alımının durdurulması da bu politikanın bir ilk örneği olarak görülebilir.

Bütçedeki gider tablosu böyle iken, gelir tablosu ise şu şekilde açıklanıyor:

Ocak-Haziran döneminde 82,7 milyar TL olan vergi tahsilâtı bu yılın aynı döneminde 79 milyar TL’ye gerilemiş. İthalattan alınan KDV vergisinde önemli bir düşüş yaşanmış. Yanı sıra otomotiv ve beyaz eşyacılara uygulanan “can simidi” ile ÖTV’de de 470 milyon TL gelir kaybının yaşandığı görülüyor. Buna karşılık emekçilerin zaruri ihtiyacı olan gıda vb. ürünlerdeki KDV oranı yüzde 13 oranında artmış. Ücretlerde yapılan otomatik kesintiler devam etse de, kriz vesilesiyle işsizler ordusunun çoğalmasıyla ücretlerden alınan vergilerde de bir düşüş yaşanmış. Yine serbest meslek sahiplerinin verdikleri vergiler azalmış.

Gelir ve gider arasındaki bu dengesizliğin yılın ikinci yarısında kendisini daha çok hissettireceğinden söz edilmektedir.

Buradan bakıldığında, sermaye hükümetinin “bütçe dengesini sağlamak” adı altında bir dizi tedbir almak için kolları sıvayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Peki, sermayenin hizmetindeki bir hükümet için bu tedbirlerin içeriği ne olabilir? Ya da hükümetin uygulayacağı “tedbirlerin” işçi ve emekçilere yansımaları neler olabilir?

AKP hükümeti bugüne kadarki bütçe açıklarını özelleştirme icraatlarından elde ettiği gelirler sayesinde bir nebze olsa da dengeleyebilmekteydi. Ancak yolun sonuna gelinmiş, satılacakların birçoğu “babalar gibi” satılmıştır. Yine de tüccar Erdoğan ülkeyi nasıl “pazarlıyorsa”, emrindeki işbilir bakanlarının da ne edip edip satacak bir şeyler bulacağından şüphe duyulmamalıdır. Şimdilerde tarihi binaların, okul binalarının, kamu arazilerinin peş peşe satışa çıkarılması hükümetin bu konundaki becerisini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Ancak bu icraatlar da sermaye hükümetinin ihtiyacını karşılamaya yetmeyecektir. AKP de kendisinden önceki tüm hükümetler gibi bir kez daha bütçe açığını yeni vergileri devreye sokarak, peş peşe zamlar yaparak, işçi ve emekçilerin daha fazla soyulması üzerinden karşılama yoluna gidecektir. Nitekim son dönemde bir dizi kaleme peş peşe zamlar yapılmaktadır. Ulaşıma, suya, sigaraya, akaryakıta, şekere, üniversite har(a)çlarına gelen zamlar bundan sonra gelecek zam furyasının öncülleridir.

Ekonomiden sorumlu bürokratların 37 maddelik bir “kemer sıkma planı” hazırladığı medyaya yansımış bulunmaktadır. Bu 37 madde sayesinde 2011 yılının sonuna kadar 57 milyar liralık bir gelir sağlanması hedefleniyor. Bu plan doğrultusunda hükümetin şimdiden hayata geçirdiği bazı maddeler ise şunlardır: Akaryakıttaki ÖTV’nin artırılması, pasaport ve ehliyet başta olmak üzere değerli kâğıt bedellerinin yüzde 50 artırılması, cep telefonlarından alınan ÖTV’nin asgari 40 TL olarak uygulanması, ilaçta yüzde 22 bandının 15’e çekilmesi ve aile hekimliği uygulamasının 33 ille sınırlanmasını içeren düzenlemeler... Önümüzdeki dönem hayata geçirilmesi beklenen düzenlemeler ise şunlardan oluşmaktadır:

 * Yurtdışı çıkış harcının 30 TL’ye çıkartılması   

 * İlaçta katılım payının emeklilerde yüzde 10’dan 15’e, çalışanlarda yüzde 20’den 30’a çıkartılması   

 * Sağlık personeline döner sermayeden yapılan katkı payı ödemesinden yüzde 15 kesinti yapılması   

* Maaşa esas haftalık ders saat ücretinin 15 saatten 20 saate çıkartılması   

* Memurlara verilen toplu görüşme priminin kaldırılması   

* Yol ve köprü ücretlerinin yüzde 20 artırılması   

* Sokak aydınlatma bedellerinin tüketicilere yansıtılarak ödenmesi   

* Belediyelere vergi gelirlerinden verilen payda kesinti  

* Emlak vergisinin bir taksit fazla alınması.

* KÖYDES ödeneklerinden yüzde 20 tasarruf yapılması  

* Hususi araçlarda MTV’nin bir taksit fazla alınması

* Gelir vergisi stopajında istisna ve muafiyetlerin yeniden düzenlenmesi   

* Mal ve hizmet alımlarına tasarruf genelgesi ile sınır getirilmesi   

* Kamu idarelerinin taşıt alımlarının durdurulması

* IPA kapsamında yapılacak ulusal katkı ödemelerinin bu yıl için durdurulması   

* Kalkınma ajanslarına aktarılacak tutarın sınırlanması   

* Diğer sermaye transferlerinden tasarruf yapılması, vb...   

AKP hükümetinin bazı maddelerini şimdiden hayata geçirdiği bu “kemer sıkma planı”nı İMF’nin görüşleri doğrultusunda gerçekleştirdiği ise İMF Dış İlişkiler Direktörü Caroline Atkinson’un yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Atkinson’un, vergi artışlarının İMF ile görüşmelere paralel olup olmadığı sorusuna, “Türkiye’nin mali konularda bazı tedbirler almasında hemfikir” oldukları yanıtını verdiği basına yansımıştır. 

Seçimler öncesi İMF üzerinden “ümük sıkma” demagojisine başvuran Erdoğan, seçimden üç ay geçtikten sonra bütçe dengesini sağlamak adına işçi ve emekçilerin ümüğünü sıkacak politikaları tereddütsüzce hayata geçirmektedir.

İşçi ve emekçiler yaşamlarını doğrudan ilgilendiren bu konu üzerine biraz düşündüklerinde, şu çıplak gerçekle karşılaşacaklardır: Merkezi bütçe, sermaye sınıfının iktidar aygıtı olarak devletin, başta vergiler olmak üzere toplumdan her türlü yolla elde ettiği birikimi tekrar sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasının organize edilmesinden başka bir şey değildir. Kriz gibi bütçe dengelerinin daha çok sarsıldığı dönemlerde ise, işleyen bu kuralın sonucu işçi ve emekçiler için çok daha yıkıcı olmaktadır.

Eğer krizin faturası bir de bu yolla ödenmek istenmiyorsa, zamlara karşı mücadele yükseltilmelidir.