29 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/20

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte görüntülerle
gizlenemeyen gerçekler
  Resmi tarihle hesaplaşmak için sermaye düzeniyle hesaplaşmak gerekir!
“Kürt açılımı”nın körüklediği ham hayaller!
Grev ve direnişleri büyütmek için ortak mücadele!
Entes direnişinden...
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal İşçileri Kurultayı’na doğru...
  Tokat Eğitim-Sen üyelerinden Tokat’ta yaşanan son gelişmeler üzerine açıklama…
  Bursa’nın “akıllı” hastanesinde çıkan yangının gösterdikleri…
  Üniversitelerden...
  ABD Guantanamo’dan
vazgeçmek istemiyor!
  Barack Obama-Benyamin Netanyahu görüşmesi……
  ABD’nin kirli ve karanlık icraatları
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. Geleneksel Birlik ve Dayanışma Pikniği gerçekleştirildi…
  Onurlu çözüm mü? Yoksa dilencilik mi? - M. Can Yüce
  KESK ve bağlı sendikalara yönelik devlet terörü
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kürt açılımı”nın körüklediği
ham hayaller!

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın son “görüşme notları” yayınlandı. Sömürgeci sermaye devletinin “Kürt açılımı”nın Kürt hareketinde ve Öcalan’da da bir karşılık bulduğu görülüyor. Öcalan, Ağustos’ta açıklayacağı yol haritası için şunları söylüyor: “Devlet içinde bugüne kadar çözümün önünde engel olan kimdir diye soracağım. Bugüne kadar devlet içinde monolitik, şovenist, faşist kesimler çözümün önünde engel oldu. Ben bunları yaparken açıkça söylüyorum; o tarihten bugüne kadar çözüme engel olanlardan hesap soracağım.”

Tayyip Erdoğan’a “demokratik siyasetin önünü açması” çağrısında bulunan Öcalan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adım atmaması durumunda tasfiye edileceğini de söylüyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açılan davanın Ergenekon işi olduğunu belirterek, dava için şunları söylüyor: “Ergenekon çözüm önünde engel olmak istiyor. Çözümü engellemek için yeni şeyler yapmak isteyebilirler. Cumhurbaşkanı Gül’e de bu nedenle dava açıyorlar? Bu davayı açan hâkimin durumu da ilginçtir. Eğer bağlantıları araştırılırsa bu davanın Ergenekon işi olduğu ortaya çıkacaktır. Cumhurbaşkanı’na dava açılması tam bir kepazeliktir. Aslında Abdullah Gül’ün o trilyonluk davada suçu da yok, o paralarla bir ilgisi de yoktur. Bu dönemde Cumhurbaşkanı ve AKP, demokratik adımlar atmak zorundadır. Cumhurbaşkanı’nın bunu dile getirmesi de boşuna değildir. Eğer adımlar atmazsa onu da tasfiye edecekler. Ya Abdullah Gül, adımlar attırarak onların gücünü azaltacaktır ya da onlar Abdullah Gül’ü enterne edecektir.”­­­­

Doğrudan düzen güçlerinin de içinde yer aldığı “muhafazakâr, liberal ve radikal demokratlar”a da “bir araya gelin” çağrısı yapan Öcalan, son günlerde artan operasyonlara da değinerek, “Bunları devlet içinde bir kesim yapıyor. Ergenekon’un işidir. AKP demokratik adımları atmazsa sıkışır, bunlar tarafından sıkıştırılır” diyor. Ayrıca Kürt sorununun çözümünde “1921 Anayasası’nın esas alınması”nın gerektiğini belirtiyor.

“Görüşme notları”nda ifade edildiği üzere Öcalan, Kürt sorununun kaynağını bir bütün olarak sömürgeci sermaye düzeni ve devleti olarak görmüyor, sadece “monolitik, şovenist, faşist kesimler”e, özellikle de Ergenekon’a indirgiyor. Bu bakışın doğal bir uzantısı olarak da “muhafazakâr, liberal demokratlar” olarak tanımladığı diğer düzen güçlerini çözüm gücü olarak görüyor, onlara birleşme çağrısı yapıyor. Böylece Kürt halkı içinde Kürt sorununun düzen içi bir manevrayla çözülebileceği ham hayalini yayıyor, “muhafazakâr, liberal” düzen güçleri hakkında boş beklentiler oluşturuyor.

Öte yandan Öcalan, Kürt sorununun çözümü için 1921 Anayasası’nın esas alınmasını önerirken, burjuva çözüm çerçevesini aşamaması bir yana, Kürt ulusal hareketinin tarihsel deneyimlerini de tümüyle bir yana bıraktığını gösteriyor.

Bilindiği üzere, geride kalan yüzyılın başında ilkin Osmanlı devletinin Kürdistan’ın özerkliğinin ortadan kaldırılması girişimlerine karşı Kürtler anayasal güvenceler elde etmek umuduyla Türk burjuvazisinin politik temsilcileri olan İttihatçılar’ın peşine takılmışlar, fakat bu onlara ağır bir faturaya dönüşmüştür. İttihatçılar iktidara yerleşip konumlarını pekiştirdikten sonra, Türk ulus devletini oluşturmak için, diğer halklara olduğu gibi Kürtler’e de gerçek yüzlerini göstermekte gecikmediler.

Kürtler, Kemalist güçlerle birlikte emperyalist işgale karşı mücadelede yer aldılar. Bu süreçte Kemalist önderliğin Kürtler’e birtakım vaatlerde bulunduğu ve onları sürekli yatıştırdığı biliniyor. O dönem Mustafa Kemal’in konuşmalarının çoğunda Türkler’i ve Kürtler’i birlikte andığı, mücadeleyi iki halkın birlikte verdiğini ve yeni devleti birlikte kurduklarını vurguladığı bilinen gerçeklerdir.

1921’in ilk aylarında diğer muhalefet güçlerini etkisizleştiren Kemalist önderlik, işgale karşı mücadele süreci içinde kendilerinin aldatılacağını fark ederek ayaklanma hazırlıklarına girişmiş olan Kürtler’in üzerine yürümüş ve onları erken bir ayaklanmaya sürüklemiş, böylece tarihe Koçgiri isyanı olarak geçen İsyanı kanla bastırmıştır.

Her ne kadar isyancı Kürt hareketi bastırılmışsa da, sorunun yerli yerinde durduğunun farkında olan Kemalist önderlik, Lozan’daki görüşmeler sırasında kendilerini “Türk ve Kürt halklarının temsilcileri” olarak takdim etmiştir.

Yine de Lozan Anlaşması Kürt halkı açısından resmi planda inkâr sürecinin başlangıcı oldu. Özellikle 1925 Şeyh Sait İsyanı’nın ardından, bugüne kadar süren sistematik imha, inkâr ve asimilasyon politikaları yürürlüğe kondu. Çokuluslu bir imparatorluğun mirası üzerinde yükselen, demokratik içerikten yoksun bir burjuva devriminin ürünü olan Kemalist burjuva rejim, kendisine tek bir etnik kimliği, yani Türklüğü esas alan bir resmi ideoloji yarattı. Sömürgeci sermaye devleti Türk kimliğini zorla herkese dayatarak, kesintisiz bir inkâr ve asimilasyon politikası yürüttü.

İşte Öcalan’ın esas alınmasını önerdiği 1921Anayasası, Kürtler’e yönelik büyük ihaneti önceleyen bir evrede onları yedeklemek için ileri sürülen, kendi içine de çok tartışmalı olan, işlevi bitince de bir yana atılan bir metinden ibarettir. Hem tarihsel olgular, hem de güncel siyasal gerçeklikler, Türk sermaye devletinin oldukça sınırlı bir değişikliği bile hazmedebilmesinin kolayca mümkün olmadığını göstermektedir. Nitekim, Cumhurbaşkanı Gül’ün “ister Kürt sorunu, ister terör sorunu, isterse Güneydoğu sorunu diyelim” ifadesinde yansıdığı gibi, sorunun adının açıkça konulmaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Kürt sorunu siyasal bir sorundur ve çözümü tarih tarafından döne döne ortaya konulmaktadır. Kürt sorunu, ne ekonomik, ne de bireysel kültürel kimliğin kabul edilmesiyle sınırlı bir sorundur. En başta siyasal bir sorun olarak o, bazı kültürel kırıntıların verilmesi, bireysel düzeyde etnik kimliğin kabul edilmesiyle çözülemez. Kürt sorunu ancak siyasal temelde, yani ezilen Kürt ulusunun ulusal eşitlik ve özgürlük istemlerinin karşılanmasıyla çözülebilir ki, bunu da ancak bir toplumsal devrim sağlayabilir.

Esasında, bugün Kürt ulusu “ulusal kimlik” sorununu çözmüş, bunca yıllık mücadelenin ardından Kürt halkı artık geri döndürülemez biçimde bir ulusal bilinç kazanmıştır. Bunu artık burjuvazinin sözcüleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır. Bugünkü sözde açılımların, ödenen bunca ağır bedelden sonra burjuvazinin bir kesiminin gönülsüzce vermeye razı olduğu tavizin gerisinde bu vardır. Fakat bu taviz, “Tamam pekâlâ, siz Türk değil Kürt’sünüz!” demenin ötesine geçmemektedir. Şimdi liberallerin gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında özgürlükçü ve demokrat pozlar takınarak Kürt halkına önerdikleri bundan ibarettir. Fakat bu kadarı bile Kürt hareketinin temsilcilerini, bunun üzerine hesaplar yapmaya sürükleyebilmektedir.

Kürt hareketi Kürt burjuvazisinin denetimine girdiğinden, bir diğer ifadeyle, devrim düşüncesinden ve dolayısıyla hedefinden koptuğundan bu yana dikkatini düzen içi manevralara yoğunlaştırmaktadır. Bunun sonucu olarak, devrim, devrimci sınıf mücadelesi kategorik olarak reddedilmektedir. Sorun, salt devletin etki alanının demokratik özgürlükler lehine bir parça sınırlandırılması olarak görülmektedir.

Bugünkü tartışmanın böylesine dar bir çerçevede cereyan etmesinin gerisinde, işçi hareketinin mücadele alanına çıkamamış olması gerçeği vardır. Devrimci bir işçi hareketi geliştiği ölçüde, Kürt ulusal sorununda burjuvazinin yarattığı bu dar çerçevede de kırılacaktır.

Bugün çözüm olarak ortaya atılanlar Kürt halkının mevcut statüsünü değiştirecek nitelikte değildir. En fazla, varolan hak kırıntıları bir parça arttırılmış olacaktır. Bunun ise Kürt sorununun çözümüyle bir ilgisi yoktur. Zaten düzenin de amacı Kürt sorununu çözmek değil, PKK’nin silahlı gücünün tasfiyesiyle birlikte Kürt halkının direncini kırabilmektir. Düzenin temellerini sarsmadan bu doğrultuda en az tavizle süreci tamamlamaktır.

Kürt halkı sonu hüsranla bitecek bu hayallere prim vermemeli, önüne atılacak kırıntıların verilen mücadelenin ve ödenen bedellerin sonucu olduğunu bir an bile unutmamalıdır.

Yapılması gereken, kurulu toplumsal düzeni yıkmayı hedefleyen bir mücadele çizgisinde tüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle bütünleşmeyi sağlamaktır. Düzen güçleri tarafından yayılan sahte hayallerin işçi sınıfına, emekçilere ve Kürt halkına kazandıracağı hiçbir şey yoktur.