29 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/20

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte görüntülerle
gizlenemeyen gerçekle
r
  Resmi tarihle hesaplaşmak için sermaye düzeniyle hesaplaşmak gerekir!
“Kürt açılımı”nın körüklediği ham hayaller!
Grev ve direnişleri büyütmek için ortak mücadele!
Entes direnişinden...
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal İşçileri Kurultayı’na doğru...
  Tokat Eğitim-Sen üyelerinden Tokat’ta yaşanan son gelişmeler üzerine açıklama…
  Bursa’nın “akıllı” hastanesinde çıkan yangının gösterdikleri…
  Üniversitelerden...
  ABD Guantanamo’dan
vazgeçmek istemiyor!
  Barack Obama-Benyamin Netanyahu görüşmesi……
  ABD’nin kirli ve karanlık icraatları
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. Geleneksel Birlik ve Dayanışma Pikniği gerçekleştirildi…
  Onurlu çözüm mü? Yoksa dilencilik mi? - M. Can Yüce
  KESK ve bağlı sendikalara yönelik devlet terörü
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sahte görüntülerle
gizlenemeyen gerçekler

AKP’nin en büyük siyasal yeteneklerinden birisi iyi bir görüntü vermeyi başarmasıdır. Bu öyle bir yetenektir ki, kendisini olduğunun tam tersi biçimde gösterebilmektedir. Kabaca bir döküm yaptığımızda dediğimiz daha iyi anlaşılabilir:

Cumhuriyet tarihinin gördüğü en sadık Amerikan uşaklarından biri olmasına ve uşaklık hizmetlerini Irak’ta, Afganistan’da ve Lübnan’da en kaba biçimlerde yerine getirmesine karşın “onurlu dış politika” timsali olarak gösterilebilmekte ve görülebilmektedir.

İsrail’le ilişkilerde devletin geleneksel işbirliği çizgisinin sadık bir uygulayıcısı olmanın yanı sıra bu işbirliğini daha da pekiştirmesine karşın, “Davos çıkışı” ile yaratılan görüntü onu, İsrail’in “amansız düşmanı”, Müslümanlar’ın ise “en büyük dostu” haline getirebilmektedir.

İç politika alanında da durum farklı değil. Demokratik hak ve özgürlükler alanında baskı ve terör politikaları konusunda zorbalıkta sınır tanımazken mağdur rolü oynayabilmekte ve demokrasi kahramanı olarak gösterilebilmektedir.

Sosyal ve ekonomik alanda yine tarihin gördüğü en kapsamlı yıkım politikalarına (kölelik yasası, SSGSS vb.) imza atmışken, işçi ve emekçilere karşı gözü dönmüşçesine saldırırken, yoksulun-fukaranın dostu olarak görülebilmektedir.

Kürt sorununda ise düzenin geleneksel inkar ve imha çizgisini kararlılıkla sürdürmesine karşın (öyle ki Tayyip Erdoğan, kolluk güçlerine, kadın ve çocuk dinlemeden kurşun sıkma talimatı verebilecek kadar ileri gitmiştir), yine de Kürt sorununda en çok umut bağlanan ve bu arada Kürt illerinde DTP’ye rakip olabilecek kadar siyasal etkiye sahip bir parti olabilmektedir.

AKP bu yeteneğini büyük ölçüde siyaset cambazı kadrolarına ve aktif tabanına borçlu. Ancak sadece bu kadarıyla bu sonuca ulaşmadı, ulaşamazdı da. AKP, iç dinamiklerini kullanabileceği uygun koşulların varlığı sayesinde bu başarıyı gösterebiliyor. Düzenin yönetici güçlerinin tercihlerine yanıt verdiği ölçüde, başka bazı açılardan destekleniyor ve ayrıca yıpranmaması uğruna oluşturulacak aksi görüntüler görmezden geliniyor. “Davos çıkışı” bu türden bir görmezden gelme tutumuna örnektir. Yoksulun-fukaranın dostu kisvesine bürünmesi için devletin kaynaklarının kullanılmasına ses çıkarılmaması da ileriye yönelik hesaplar uğruna gösterilen bir tutumdur. Emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşme sürecinin ortaya çıkardığı kabuk değiştirme ihtiyacıyla gündeme gelen Ergenekon operasyonu da AKP’nin şansı olmuştur. ABD emperyalizminin bölgesel stratejilerine bağlı olarak Kürt sorununda gündeme getirilen planlar onun için bir dizi başka olanak yaratmış, “demokrasi havarisi”, “Kürt halkının dostu”, “statükonun düşmanı” pozlarını güçlendirmiştir.

Ancak AKP’nin “iyi görüntü” vermesine olanak tanıyan bu dinamikler zaten sorunların kaynağında olduğu için, sonuç, yaratılan görüntü ile gerçekler arasındaki keskin karşıtlık olmaktadır. Görüntüye aldananlar payına ise her defasında derin hayal kırıklıkları düşmektedir. Daha önce defalarca görülen bu tablonun yeni örneklerine geçtiğimiz günlerde bir kez daha tanık olundu.

Bu örneklerden biri Tayyip’in “Davos fatihi” kisvesini yere çalacak niteliktedir. Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi işinin bu arazinin kullanım hakkı karşılığı İsrail’e ihale edilmesi girişimi, AKP’nin siyonizmle ilişkilerine yeterince ışık tutmaktadır. Zira burada sorun sadece siyonizmle siyasi ve askeri ilişki içinde olmak değil, onun aktif bir suç ortağı olmaktır. Çünkü Suriye sınırı fiilen İsrail’in denetimine bırakılmaktadır. Bu, Ortadoğu halklarına karşı yapılmış büyük bir ihanetten başka bir şey değildir.

Davos’un diyetini bu biçimde ödemeye kalkan Tayyip ve partisi suçüstü yakalandılar. Fakat bu noktada bir kez daha görüntüyü kurtaracak manevralara başvurdular. Etnik kimliklerin ülkeden kovulmasını “faşizanlık” olarak tanımlayan Erdoğan, bunu mayın temizleme işinin İsrail’e verilmesine karşı gösterilen tepkilerle ilişkilendirdi. Böylelikle oluşturmaya çalıştığı “halkların dostu” görüntüsüyle bölge halklarına karşı giriştikleri suçun üstü örtülmeye çalışıldı. Bu her zaman uygulanan ve tutan bir yönteme başvurmak anlamına geliyordu. Fakat bu kez sözkonusu olan İsrail olduğu için, dinci damarına basılan yandaş çevresinden de büyük tepki aldı.

Bir diğer örnek ise, Kürt sorunu cephesinden ABD stratejileri ekseninde benimsenmiş devlet politikasının gereği olarak AKP kadroları eliyle yaratılan “iyimserlik” havasının, herhangi bir maddi temelinin olmadığının görülmesiydi. Zira “çözüm” çerçevesinde herhangi bir somut adım atılmadığı gibi, Kürt hareketi üzerinde baskılar yoğunlaşmaktadır. Kapsamlı gözaltı ve tutuklama operasyonları ile birlikte gerillaya yönelik askeri harekatlar da artmaktadır. Ayrıca DTP milletvekillerini polis zoruyla mahkemeye götürme girişiminde olduğu gibi, devletin Kürt sorununa yaklaşımında özünde değişen bir şey yoktur. Baskı ve terör yoluyla Kürt hareketi teslimiyete zorlanmakta, alınacak mesafe ölçüsünde verilecek taviz en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Fakat buna rağmen, az-çok görüntünün nedenleri ve kaynağı hakkında belli bir fikri olan liberal çevreler yine de iyimserliklerini koruduklarını söyleyebiliyorlar. Böylelikle, her dönem yıkılan ve yıkılmaya mahkum olan hayallerin peşinden gitmeye devam ediyorlar.

Yapılması gereken açıktır. Sahte görüntülerin aldatıcılığına kapılmak ve iyimserlik balonlarının peşine düşmek yerine, sadece ve sadece gerçeğin bilinciyle hareket edilmelidir. Böyle yapıldığında, kurulu düzene karşı mücadelenin görevlerine daha sıkı sarılmak dışında başka hiçbir seçeneğe sahip olunmadığı daha iyi kavranacaktır.

Elbette düzen cephesi tarafından, görüntüyü kurtarmak adına ya da başka gerici amaçlarla, fakat esas olarak da mücadelenin şu ya da bu düzeydeki basıncıyla bir takım adımlar atılabilir. Ancak bu noktada yapılması gereken de, hayallere dalmak yerine mücadelenin gücünü görmek ve bu gücü büyütmeye yoğunlaşmaktır. Çünkü bu düzende en küçük demokratik hak ve özgürlükleri kazanmanın ve korumanın mücadele dışında başka bir yolu yoktur.

Kürt halkının mücadele tarihinin döne döne kanıtladığı bir gerçektir bu. Bu ülkede “Kürt realitesi”nin tanınması, mücadelenin devrimci bir çizgide geliştiği bir dönemde mümkün olmuştur. Bugün Kürt sorununda “çözüm” adı altında öne sürülen kırıntı açılımlar da, çok büyük fedakarlıklara malolan zorlu mücadelelerin sonucudur. Kürt halkına bu düzen tarafından bahşedilen hiçbir şey yoktur. Sınırlı da olsa tüm kazanımlar mücadelenin gücüyle elde edilmiştir, yine mücadelenin gücüyle korunacaktır. Daha ileri kazanımlar, aldatıcı hayallerle oyalanarak değil, mücadeleyi daha da büyüterek elde edilebilecektir. Gerçek çözüm yolu ise, tüm milliyetlerden işçi sınıfının bizzat düzeni hedefleyen birleşik devrimci mücadelesiyle açılabilecektir.

Bu keskin gerçeklerin bilincinde olarak mücadelenin görevlerine daha sıkı sarılmak dışındaki her kestirme yol, boş bir hayal olmaktan ve boşa zaman harcamaktan başka bir anlama gelmeyecektir.