20 Mart 2009
Sayı: SİKB 2009/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Seçimler, Kürt sorunu ve devrimci sınıf tutumu
  ABD’nin Kürt politikası gündemde...
Ankara’daki işbirlikçi rejim “yeni taşeronluk” görevine dört elle sarıldı!
Dünya Su Forumu’na hayır!
Ergenekon değil kirli savaşın içyüzü!
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Güncel gelişmeler ve sol hareket
  “Hüseyin Hoca” sosyalizmin günışığına uğurlandı…
  Kentsel değil rantsal dönüşüm
  16 Mart, Halepçe ve Gazi katliamlarını protesto eylemlerinden...
  Gençlik hareketinden…
  Emekçi Kadın Komisyonları’ndan tüm işçi ve emekçi kadınlara çağrı:
  Çarlık Duması’nda Bolşevikler...
  Tokat Eğitim-Sen yönetimi gericiliğin bayraktarlığını yapıyor!
  Dünyadan...
  Newroz’a doğru... -
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmin konut sorunu çözümü...

Kentsel değil rantsal dönüşüm

Adını sıkça duyduğumuz, kente dair her müdahalenin altından çıkan bir kavram var: Kentsel dönüşüm!

Akademik ortamda ortaya çıkışıyla kentsel rehabilitasyon, iyileştirme, güçlendirme, koruma gibi alt başlıkları barındıran kavram; günümüzde, özellikle belediyelerin “yenileme” anlayışına sıkışan bir halde karşımıza çıkıyor. Yerel seçimler vesilesi ile de rant savaşını hızlandıran burjuva partilerinin, her fırsatta “sağlıklı, modern bir yerleşim için kentsel dönüşüm” vaatlerini dillendirdikleri bir dönemde, konuyu toplumcu bir bakışla irdelemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Son yıllarda “kentsel dönüşüm” adı altında ortaya atılan projeler incelendiğinde; kentin ortasında kalmış emekçi semtlerinin, gecekondu bölgelerinin “yasallaştırma, dayanıklaştırma” bahanesiyle, kullanıcısıyla birlikte değiştirilmek istendiğini görüyoruz. Yine bugüne kadarki örnekler gösteriyor ki, bu değişim-dönüşüm sonucu ortaya çıkan değer maliyetinin katbekat üstünde alıcı bulduğundan; “girişimci” yeni kâr alanları oluşturmak için kenti dönüştürürken, belediyeler de bu ortaklığın çıkarlarını koruyan resmi muhataplar olarak karşımıza çıkıyor. Sonuçta, tabiatı gereği dönüşümü kaçınılmaz olan kentler için asıl sorun da anlaşılıyor:

Kentler ne için neye dönüşüyor?

Kapitalizmin 1970’lerde girdiği krizle ortaya atılan, Türkiye’de ise 24 Ocak Kararları ile hayat bulan neoliberal politikalar; eğitim, sağlık gibi hayatın her alanında belli düzenlemeleri öngörürken, kentlerin yeniden yapılandırılması anlamında da belli dönüşümleri hedeflemektedir. Mekan kavramı yeniden tanımlanırken, kentler de bu tanımlamayla birlikte yapılandırılmakta, markalaştırılarak alınıp satılabilir bir metaya dönüştürülmektedir. Bu pazarın işleyebilmesi için ise neoliberalizmin kuramcılarından Friedman’ın deyişiyle “küresel düşünüp, yerel davranmak” gerekmekte, yerel yönetimler bu noktada devreye girmektedir.

Bu açıdan, bugün seçimler vesilesi ile birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döken sermaye temsilcilerinin, kentsel dönüşüm ve görünen sonuçları konusunda tek dil, tek yürek olmaları şaşırtıcı değildir. Hedeflenen projeler sonuç itibariyle sermaye güçlerinin ortak çıkarlarına hizmet edeceği için, hangi belediyenin hangi partinin elinde olduğu projelerin işleyebilmesi için tali planda kalmaktadır. Sorun onlar için rantın kimin elinde kalacağı sorunudur ve düzen partileri açısından yoğurdun kaymağını yiyebilme savaşı olarak devam eden sürecin bizim açımızdan aynı sonuçları üreteceğini görmek zor değildir.

Türkiye’de bu dönüşümü İstanbul üzerinden okuduğumuzda, 2010 yılında dünya kültür başkenti olma yolundaki kent için “İstanbul Manhattan olacak!” söylemlerinin ortaya atılması, Zaha Hadid gibi ünlü mimarlardan proje istenmesi; kentin ortasında kalmış ve oluşturulan “vizyona” uymayan gecekondu alanlarının, işçi ve emekçi semtlerinin “temizlenmesi”, tüm bunları gerçekleştirmek üzere de hukuki altyapının oluşturulması bu yönde kendini göstermektedir.

Bizzat belediyeler eliyle deprem, altyapı eksikliği gibi gerekçelerle dönüşüme zorlanan insanların daha kötü şartlarda yaşamaya mahkum edilmesi geçmiş dönem yaşananları özetlemektedir. Yaşanan birkaç örnek dahi bütünü görmek için yeterli sonuçları vermektedir. İstanbul Güzeltepe’de yaşanan dönüşüm, deprem bahanesiyle evlerinden çıkartılan insanların, Mimarlar Odası’nın zemin ve konum açısından imara uygun olmadığını raporlarla belirttiği bir bölgeye yerleştirilmesi ile niyetleri açıkça ortaya sermişti. Yine İstanbul Zeytinburnu’nda bir yandan Deprem Master Planı gerekçe gösterilerek evler boşatılmaya çalışılmış, bir yandan da bölge için düşünülen yeni ticaret kompleksi belediyenin sitesinden açıkça ilan edilmişti.

Son dönemde uluslararası kamuoyunun dahi dikkatini çeken bir diğer örnek de Sulukule’de yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve TOKİ işbirliğiyle Fatih’te 620 ev, bir otel, bir ticaret, kültür ve eğlence tesisini içeren Sulukule Yenileme Projesi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yenileme Kurulu tarafından onaylanarak kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Projenin ilk aşamasında her ne kadar Belediye Başkanı projenin her aşamasını mahalleliye danışarak gerçekleştireceklerini, projenin kimseyi zarara uğratmayacağını ifade etse de, proje ilerledikçe ifadeler sertleşti ve bu konuda şu açıklamayı yaptı:

“Kanun gereği bizimle gelip uzlaşmayan 220 hane sahibi artık bu projeden yararlanamayacak. Biz kendi değer tespit komisyonumuzun onların mülkiyetleri için belirlediği rayiç bedelin yüzde 20’sini bankada kendi adlarına bloke ettirip, yolumuza devam edeceğiz.”

Bunun anlamı, belediye ile anlaşmayan 200 hane sahibinin istese de istemese de çıkartılacağıydı. Pazarlık yapma şansı verdiğini belirten belediye kendi belirledikleri miktarı zorla verip evleri zorla boşaltacağını açıkça ilan etti. Hukuki yollara başvuran mahallelinin, karşılarına çıkartılan “acele kamulaştırma” yasası ile evleri yasal olarak ellerinden alındı, kapalı kapılar ardında sermayedarlara satıldı. Mahkemesi devam eden binalar içinse, Nazi Almanya’sını aratmayan biçimler kullanan belediyenin, geceleri kapıları işaretleyerek yıkımı buralardan başlattığı ortaya çıktı.

Bu örneklerde süreç, ev sahipleri açısından böyle işlerken, kiracılar için durum bir kat daha vahim bir hal almış durumda. Belediye ile pazarlık şansı olmayan kiracıların, kendilerine biçilen” kaderi” yaşamaya mahkum edildiğini görüyoruz. Sulukule örneğinde olduğu gibi 40 km uzaklıktaki Taşoluk’ta oturabileceği öngörülen kiracıların kira vermekte zorlanıyor olması, Güzeltepe’de öngörülen kiraları ödeyemediği için kış soğuğunda otobüs duraklarında yaşamak zorunda kalan aileler, sermayenin dönüşüm için sunduğu alternatiflerin emekçiler nezdinde çözüm değil sorun ürettiğini kanıtlıyor.

Çözüm ararken...

Bugün pek çok kitle örgütü, akademik çevreler dönüşümün vurduğu bölgelerin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla çalışmalar düzenliyor. Basında ilgi gören Sulukule gibi tarihi bölgeler için bölgenin özgün durumu vurgulanarak Avrupa Birliği, UNESCO fonlarını kullanan alternatif projeler hazırlanıyor; sosyal fonlar ile mevcut kullanıcıyı koruyacak, mülkiyet ilişkilerine dokunmayacak önlemler alınmaya çalışılıyor. 

Her ne kadar bu çalışmalarla hedeflenen çözüm günümüz şartlarında mümkün gözüküyorsa da; sonrası düşünüldüğünde ortaya konan çözümlerin alandaki rantın artmasına, kiraların ve konut bedelinin yükselmesine, böylelikle mevcut kullanıcının değişmesine sebep olacağı gözardı ediliyor. Diğer bir açıdan, yapılan müdahaleler, niyetlerden bağımsız olarak sorunun bütünlüklü olarak kavranmasının ve soruna karşı mücadele edilmesinin de önünü kapatıyor.

Kentsel dönüşüm kapsamında ele alınan bölgeleri incelediğimizde, kendi özgün şart ve sorunlarının yanında kent yoksullarının yoğun olarak yaşadığı bölgeler olduğunu görüyoruz. Yenileme Projeleri tam da bu sebeple, “çöküntü bölgelerini düzenlemek” amacıyla ele alınıyor. Bu anlamda girişimci ve belediyeler açısından her gün bir yenisi eklenen projeler birbiri ile bir bütünlük arz ediyor. Sorun böylesine içiçe, saldırı da bütünlüklü olunca buna karşı verilecek mücadelenin de aynı bütünlükle ele alınması gerekiyor. Özetle, alternatifler arandıkça, tekil müdahalelerin çözümsüzlüğü de ortaya çıkıyor.

Açık ki, mülkiyet üzerinden şekillenen alternatif çözümler, somut bir karşılık üretmeyeceği gibi, tersine kiracıların ve sayıları artan evsizlerin barınma hakkını açıkça gaspedecektir. Bu yüzden verilecek mücadele öncelikle, devletin herkesin barınma hakkını güvence altına alması talebi üzerinden şekillenmeli, sistemin oluşturduğu işsizlik, sosyal güvencesizlik, geleceksizlik gibi sorunlara karşı bir mücadele hattı oluşturularak her anlamda kalıcı bir çözüm arayışına gidilmelidir. Sonuç olarak sermayenin öngördüğü dönüşümler ile mücadele ancak sorunun kaynağı doğru anlaşıldığı oranda mümkün olacaktır. 

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları