28 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/47

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için ilk eylem 29 Kasım’da…
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
Krizin faturası işten atmalarla işçilere ödetilmek isteniyor…
Krize karşı eylemler...

Metal işçilerinin 6. hafta yürüyüşleri…!

AÜ’de yemekhane işgali...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal TİS’leri ve birleşik mücadelenin artan önemi
  Türk Metal ateşle oynuyor!
  Mirabel Kardeşlerin çağrısına emekçi kadınlardan yanıt:
  Gençlik hareketinden….
  Ekim Devrimi, sınıf hareketi ve devrimci parti - Volkan Yaraşır
  İzmir’de coşkulu Ekim Devrimi etkinliği!
  Ortadoğu’da gerçek barışa halkların devrimci direnişiyle ulaşılacaktır!.
  Gerçekler inatçıdır!
M. Can Yüce
  Topkapı İşçi Derneği 1. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi, sınıf hareketi ve
devrimci parti

(“Parti, Sınıf, Devrim, Sosyalizm!” gecesinde yapılan konuşma...)

Volkan Yaraşır

Arkadaşlar merhaba!

Aranızda olmaktan son derece mutluyum. Önce bunu belirteyim. Ayrıca Ekim Devrimi’nin ve EKİM’cilerin doğum gününü kutlarım.

Biraz da çarpıcı olsun diye, şöyle bir örnekle başlamak istiyorum. Fransa’da, Paris’te bir burjuva kendi halinde metroya doğru yürüyormuş. Adım adım metronun girişine yaklaşıyor ve o sırada yerleri süpüren temizlik işçisi bir arkadaşın yanından geçiyor. Tam o anda ne olduysa temizlik işçisi burjuvaya aniden bir yumruk atıyor. Burjuva aldığı darbenin etkisiyle merdivenden aşağı paldır küldür yuvarlanmaya başlıyor. Yere düşüyor. Daha ne olduğunu anlamadan ayağa kalkmaya, kendini toparlamaya çalışıyor. Burjuvanın bu durumunu gören metro işçisi hemen harekete geçip, burjuva daha kendine gelmeden o da bir tane yumruk çakıyor. Burjuva ağzı burnu dağılmış vaziyette polise gidiyor. Şikayette bulunuyor. Polise anlatıyor: “Efendim,” diyor, “ben metroya girecektim. Kapısına yaklaştım. Temizlik işçisinin yanından geçiyordum, ama ne olduğunu anlamadan, birden çok sert bir yumruk yedim. Merdivenlerden yuvarlanmaya başladım. Tam ayağa kalkıyordum ki bu sefer metro işçisi bir yumruk attı. Feleğim şaştı. Bu ikisinden şikayetçiyim!” diyor. Polis temizlik işçisine dönüyor, ve soruyor: “Bu adama neden vurdun?” Temizlik işçisi cevap veriyor: “Efendim diyor, benim bir kastım yok ancak benim ayağımda nasır var, arkadaş geçerken ayağıma bastı, ben de refleksel olarak bir tane vurdum” diyor. “Ama o arada merdivenlerden düştü, kafası gözü dağıldı.” Polis bu sefer metro işçisine dönerek, ona soruyor: “Peki kardeşim sen niye vurdun?” Metro işçisinin cevabı ilginç: “Ben başladı zannettim, ondan dolayı vurdum” diyor. Yani devrim başladı zannettim… 

Arkadaşlar, devrimin başladığının bazı referansları vardır. Biri, devrimi nerede başlatacağız ve hangi sınıfla başlatacağımızdır. Bir diğeri ise hangi tarihsel referansla hareket ettiğimizdir. Tarihsel referansımız Ekim Devrimi’dir.

Ekim Devrimi’ni şöyle değerlendirmek gerekir. Nasıl ki 19. yüzyıla anlamak istiyorsak Fransız Burjuva Devrimi’ne bakmamız gerekirse, 20. yüzyılı, 21. yüzyılı anlamak için de bakacağımız yer Ekim Devrimi’dir. Ekim Devrim’i bir referanstır. Ne zaman başlayacağımızı ve kimle başlayacağımızı gösteren tarihsel bir referanstır.

Peki Fransız Burjuva Devrimi ya da Fransız İhtilali ne demektir? Fransız ihtilali 1648-1688 İngiliz Burjuva Devrimi’nin devamıdır. İngiliz Burjuva Devrimi burjuvazinin ekonomik iktidarını ele geçirişini simgeliyorsa, Fransız İhtilali de burjuvazinin siyasal iktidarı ele geçirişini simgeler. Fransız İhtilali 19. yüzyılın bütün sınıf ilişki ve çatışkılarının göstergesidir. Aynı zamanda 1789, 1830-1848’lerdeki büyük ayaklanmaların habercisidir. 1789, 1830-1848 devrimler çağının, sokak savaşlarının, genel grevlerin, barikat savaşlarının göstergesidir. Bir anlamda 1789, 1830-1848’lerdeki devrimleri ve karşı devrimleri anlatır. Ve yine 1789’dan Paris Komünü’nü okumak mümkündür. 1789’a bakarsanız, Paris Komünü’nün bütün dinamiklerini görürsünüz. Bu 19. yüzyılın siyasal tablosu.

Peki 20. yüzyılı nasıl analiz edeceğiz veya 20. yüzyıla nasıl bakacağız? Bugünü nasıl anlayacağız? İşte bunun anahtarı ve referans noktası Ekim Devrimi’dir. Peki Ekim Devrimi nedir? Bu deneyim, üzerinde çok konuşulan, çok şey söylenen bir deneyim olsa da en az anlaşılan ve kavranmayan tarihsel bir pratiktir.

Ekim Devrimi öyle birdenbire, aniden doğmuş, kendiliğindenci bir gelişme ya da bir devrim değildir. Arkasında 300 yıllık bir isyan geleneği vardır. Genellikle bu isyan geleneği üzerinde durulmaz. Ya da fazlaca bilinmez.

Ekim Devrimi’nin bir ayağı isyan geleneği, bir ayağı da kültürel mayalanmadır. Bu iki faktör Ekim Devrimi’nin beslendiği damarlardır. Bahsettiğimiz isyan geleneği nedir? 16. ve 17. yüzyılda başta Stanka Razin ve Pugaçev ayaklanmalarıyla, köylü isyanlarıyla Rusya sarsılır. Ardından 1825’lerde Dekabristler gelir, o muazzam romantik devrimciler… Arkasından iki dalga halinde Narodnikler gelir. 1870’lerde ve daha sonralarında… Bu süreçte sayısız legal ve illegal örgütlenmeler kurulur. Rus köylüsü eğitilir ve örgütlenir. Bu birikimler bir ayağa kalkışın, bir geleneğin göstergesidir. Ekim Devrimi, bu isyanlardan beslenir.

İkinci özellik kültürel boyuttur; hepimizin bildiği Çernişevskiler’dir, Puşkinler’dir, Turganyevler’dir, Herzenler’dir, Dostoyevskiler’dir ve Tolstoylar’dır. Yani başka bir Rusya arayışının ifadesi olan olağanüstü kültürel birikimler. İşte bu 300 yıllık hem kültürel boyut, hem de isyan geleneğinin harmanlanması, 19. yüzyılın sonlarında doğru Ekim Devrimi’nin zeminlerini örer. Şöyle düşünün, 300 yıl isyan ve kültürel gelenekle büyüyen Rus köylüsü 1900’ün başlarında artık işçidir. Nasıl bir işçi bu? Ataları isyancı olan, ataları Çarlık Rusya’sına kafa tutmuş, ayaklanmış kişiler... Kolektif  bellekleri isyan ve ayaklanma anılarıyla dolu. 1905 Devrimi böyle doğar. Bu işçiler 1905 Devrimi’nin mimarlarıdır. 1917’lerin doğuş kaynakları da oralara dayanır. İlk olarak bunu belirteyim.

İkinci nokta da şu, Ekim Devrimi’ni ben kısaca şöyle formüle ediyorum, hem anlaşılması ve referansın kavranması anlamında...

Ekim Devrimi eşittir, 11. Tez artı Sovyetler’dir. Peki 11. Tez nedir? Marks’ın dediği gibi, 11. Tez’de “aslolan dünyayı değiştirmektir”. Veya 11. Tez eşittir “Tek yol devrim!” demektir. Diğer bir nokta ise Sovyetler’dir. Sovyetler, bizim üzerinde fazla durmadığımız, “unuttuğumuz” bir konudur. Sovyetler bizim nasıl bir komünizm istediğimizi ifade eder. Bir anlamda işçi demokrasisidir, işçi demokrasisinin nasıl olması gerektiğini gösterir. Sovyetler komünizmin mayalandığı alanlardır. Sovyetler sınıfın kendini ilga ettiği, kendini yok ettiği alanlardır. O zaman şöyle bir tanımlama yapabiliriz: Ekim Devrimi eşittir, “Tek yol devrim!” artı Sovyetler.

Yani birincisi, “Tek yol devrim” sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkartmaktır. İkincisi, Sovyetler ise sınıfın kurucu gücünü açığa çıkartmaktır. Sınıfın yıkıcı gücünü neyle açığa çıkaracağız? Partiyle… Peki sınıfın kurucu gücünü neyle açığa çıkaracağız? Sovyetler’le… Eğer biz bu diyalektiği kurabilirsek, yolumuz açık olabilir.

Peki Sovyet denilen olay nedir? Sovyet, deyim yerindeyse, doğrudan demokrasi veya işçi sınıfının meclisidir. Yani sıradan bir insanın, Lenin’in deyimiyle bir aşçının bile devlet yönetimine katıldığı, sıradan bir insanın kendi kaderine hakim olduğu organizasyondur? 

Peki Sovyetler gökten zembille mi indi? Hayır! Sovyetler’in kökleri 1896-1897’deki başta Petersburg ve Moskova’da gerçekleşen kitle grevleridir. Peki bu kitle grevlerinde ne olmuştur? Üç temel örgütlenme ortaya çıkmıştır. Grev komiteleri, işçi yardımlaşma dernekleri ve işçi temsilcileri. Bu üç taban örgütlenmesi, taban örgütlenmelerinin karakteristik özelliğinden dolayı bir müddet sonra sönümlenir. 1905’in Ocak ve Şubat grevlerinde yeniden doğar ve ileride Sovyetler’in çekirdeği olur.

Şimdi buradan çıkarsama yapalım. Demek ki, taban örgütlenmeleri öyle bir yapıdır ki, bu oluşumlarla hem bugüne müdahale edebiliriz, hem de geleceği kurabiliriz. Görüldüğü gibi devrimci durumlarda bu taban örgütlenmeleri Sovyetler’e dönüşüyor. Yani siz bugünden sınıfa müdahale ettiğiniz an, sınıfı şekillendirdiğiniz an, sınıfı kolektif bir özne haline getirdiğiniz an aynı zamanda bugünden geleceği kuruyorsunuz. Bu taban örgütlenmeleri devrimci durumlarda Sovyetler’e dönüşüyor. Ve sizin nasıl bir komünizm istediğini ortaya çıkıyor.

Yine Rus işçi hareketine dönersek, 1900’lerin başında Rus işçi hareketi siyasallaşmaya başlamıştır. 1901’de Rus işçi hareketinin siyasallaşmasını engellemek amacıyla Zubatovist sendikacılık veya polis sendikacılığı devreye sokulur. Amaç sınıfın siyasal mücadelesini engellemektir. Sınıfı ekonomik mücadele içine hapsetmektir. Zubatovist dernekler kurulur ve yayılır. Dernekler kısa zamanda 50 bin işçiyi kapsar. Zubatovist sendikacılığın adı Moskova gizli polis şefinden gelir. Adı Zubatov’dur. O kurmuştur. Amaç sınıfın mücadelesini ekonomik mücadeleyle sınırlamaktır. Ama işçi hareketinin politikleşmesiyle dernekler tasfiye edilir. Arkasından Gapon gelir. Eksantrik bir adamdır papaz Gapon. Önce işçi yardımlaşma dernekleri kurar. Okhrana’nın dikkatini çeker ve gizli servis bu adamla da bağ kurar. Gapon’u yönlendirmeye başlar. Gaponist dernekler kurulur. Kısa zamanda sayıları 11’e ulaşır. Derneklere üyelerin sayısı ise 20 bin’dir.

Aynı zamanda Rus-Japon savaşının olduğu dönemdir. Siyasal ve ekonomik kriz derinleşmektedir. Yıl 1905’dir. Devrimin kalbi olan, o zamanlar 12 bin işçinin çalıştığı Putilov Fabrikası’ndan bir grup işçi işten atılır. İşten atılanlar Gaponist derneklere üye olan işçilerdir. Gaponist derneklere giderler derler ki: “Biz işten atıldık ne yapabiliriz?” Gapon bir bildiri hazırlar. Bildirideki talepler naiftir. Atılan işçiler işe geri alınsın, ücretler iyileştirilsin, sağlık sorunları çözülsün gibi… Fakat yapılan toplantılara sosyalistler de katılmaktadır. Menşevikler ve Bolşevikler toplantılarda yer alır ve işçileri etkilerler. Bu kadrolar bildiriyi siyasal bir bildiriye dönüştürürler. Gapon ister istemez, işçilerle Kışlık Sarayı’na yürümek durumunda kalır. Bildiğiniz, tarihe “Kanlı Pazar” diye geçen olay yaşanır. Bildiriye imza atanların sayısı 135 bindir. Çar’a “şikayete” giden işçilerin sayısı ise 200 bindir. Amaç şudur: Çar olarak bizim sizden bir şikayetimiz yok. Ama bu sorunları yaratan bürokratlar ve aristokratlardan şikayetçiyiz. Fakat gelişmeler hiç de beklendiği gibi olmaz, Kışlık Sarayı’nın damlarından işçi sınıfı taranır, binlerce işçi ölür, “Kanlı Pazar” gerçekleşir.

Bu gelişme 1905 Devrimi’nin başlangıcı ve çar efsanesinin sonudur. Ocak ve Şubat grevleri başlar. 150 bin işçi grevdedir. 1896’daki taban örgütlenmeleri yeniden doğar. Gelişmeler 1905 Devrimi’nin doğuşunu müjdeler. Ardından Mayıs grevleri yaşanır. Bu grevler ekonomik temellidir. Ekim grevleri ise işçi hareketinin siyasallaşmasını gösterir. Ve 1905 Sovyetleri doğar. İlk olarak Petersburg’da işçi Sovyeti kurulur. Sovyetler Rus işçi sınıfının yarattığı, dünya işçi sınıfına armağan ettiği organizasyonlardır.

Peki Sovyetler’in arka planı neydi? Arka planı taban örgütlenmelerine dayanıyordu. Taban örgütlenmeleri işçi sınıfının doğrudan, kendi yaratıcılığıyla ortaya çıkardığı örgütlenmelerdi. Sınıf mücadelesinin sertleştiği ve devrimci durumun olduğu koşullarda ne oluyordu bunlar? Sovyetler’e dönüşüyordu…

Aynı deneyim 1917 Şubat’ında yeniden yaşandı. 1917 Şubat’ına yine Putilov Fabrikası’nda işten atılmalar ve grevler gündeme gelmiştir. Ayrıca 1905 Kanlı Pazar’ının yıldönümü büyük bir gösteriye dönüşmüştür. 100 binler sokaktadır. Bu gelişmeyi dünya emekçi kadınlar günü izler. Birden grev dalgası Rusya’yı sarar. Grevler genel gereve, genel grev genel ayaklanmaya dönüşmeye başlar.

Çarlık otokrasisi artık tarumar olmuş, çökmüştür. Çar tahtını bırakır. Şubat ayından itibaren Sovyetler kurulmaya başlar. 1905 Sovyetleri kitle hareketinin sonucunda doğarken bu Sovyetler, devrimden sonra doğar. Kısaca Sovyetler hem 1905’te, hem de 1917’de yer altından aniden, kendiliğindenci bir şekilde ortaya çıkan, devrimin gerçek ve sahici yapılarıdır. Bir de aynı dönemlerde 1917’lerde ortaya çıkan ve pek üzerinde durulmayan bir işçi örgütlenmesi vardır. Adı Fabrika Komiteleri’dir. Fabrika Komiteleri yine sınıfın yaratıcı gücüyle ortaya çıkan yapılanmalardır. Sınıf bu komitelerin adını kendi koyar. Adı nedir? “Devrimin Çocuğu”dur.

Kısacası Ekim Devrimi’nde iki temel organı vardır: Sovyetler ve Fabrika Komiteleri. Peki bunlar neyi gösteriyordu? Nasıl bir komünizm istediğimizi, nasıl bir sosyalizm istediğimizi… Ve bu oluşumların hepsi sınıfın öz örgütlenmesi, sınıfın geleceği kurduğu örgütlenmelerdi. Kökleri nereye dayanıyordu? Taban örgütlenmelerine…

Ekim Devrimi’nin bir diğer boyutu 11. Tez’di. Peki 11. Tez neydi? 11. Tez “Tek yol devrim” demekti. Şimdi burada bir kimliği görürüz. Bu kimliğin adı Lenin’dir.

Lenin ilk defa teorik olarak mücadelesini Narodnizm’e karşı yürütür. Narodnizm, köy komünlerini esas alan bir devrim stratejisine sahiptir. Narodnikler derki, Rusya’da kapitalizm yaşanmadan komünizme geçilebilir. Marks ve Engels’le tartışmalar yürütülür. 1870’lerden sonra Marks Rusya üzerine düşünmeye başlar. Yazışmalarda Engels, Rusya’da devrim olabilir, komünizme geçilebilir. Ama bu batıda gelişecek devrimlere bağlıdır der. Ardından Komünist Manifesto’nun Rusya baskısında Marks şunu söyler: Rusya’da devrim şansı vardır. Yani Avrupa’da devrimi beklemeye gerek yoktur der. Kısaca Narodnik hareket iki ustanın referans ve otoritesiyle hareket etmektedir.

Ama 1894’de Lenin diye bir kimlik ortaya çıkar ve yazdığı kitap şudur: “Halkın dostları kimlerdir?” Arkasından 1898’de “Rusya’da kapitalizmin gelişmesi”ni yazar. Bu iki kitap aslında Lenin’in tarih tezidir. Özü şudur: Rusya’nın izleyeceği yol kapitalizmdir, devrimin dayanacağı sınıf ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı der ve vurgusunu partiye yapar. Kısaca 11. Tez bir anlamda Lenin’in momentlerin teorisyeni olduğunu göstermektedir. Yani, “Tek yol devrim” hem ekonomik, hem siyasi, hem ideolojik momentlerin bütünselliğini ifade eder.

Lenin parti anlayışını “Ne yapmalı?”da ortaya koyar. Bu kitap aynı zamanda ekonomizmle mücadeleyi anlatan bir kitaptır. Bir anlamda Bolşevik Parti’nin teorik mimarisinin kurulduğu kitaptır. Nedir Lenin’in parti anlayışı? Dar devrimciler örgütüdür ve öncü partidir. Yani her koşula ve şarta uyum sağlayan ve volantrizmin konsantre gücü olan bir yapı. Yani Rusya’nın özgün şartlarını gören ama maddi şartlara teslim olmayan, o maddi şartları yıkan güç…

Peki Lenin örgütlenme ve çalışma tarzını nasıl ortaya koyar? Örgütlenmenin esası fabrika komitelerine dayanmaktadır. Çalışma tarzı ise sınıfla bütünüyle organik bağ kurmaktır.

Bunları neden vurguluyorum? Yine konuşmanın başına dönecek olursak, Ekim Devrimi neydi? Ekim Devrimi, 11. Tez artı Sovyetler’di. 11. Tez neydi?  “Tek yol devrim!”di. “Tek yol devrim!” ne demek? Sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkarmak demekti. Peki sınıfın yıkıcı gücünü kim açığa çıkartacaktı? Parti açığa çıkartacaktı. Peki sınıfın kurucu gücü neydi? Sovyetler’di. Sovyetler neye dayanıyordu? Taban örgütlenmelerine dayanıyordu.

Demek istediğim şu: Bir parti kendine komünist diyorsa nerede olması gerekir? Referansımız Lenin ise, nerede olmamız gerekiyor? Sınıfın içinde olmak gerekiyor. Sınıfın organik parçası olmak gerekiyor. Birinci tespit bu.

Peki ne yapacağız? Sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkaracağız. Peki bugünden sınıfı nasıl örgütleyeceğiz? Taban örgütlenmeleriyle örgütleyeceğiz. Neydi Sovyetler’in başlangıcı? Taban örgütlenmeleriydi. Devrimci durumda bu taban örgütlenmeleri ne oluyordu? Sovyet oluyordu. O zaman neyi savunuyoruz? Demek ki 21. yüzyılın Bolşevizmi nasıl yaratılacak? Taban örgütlenmelerini kuranlar, sınıftan öğrenenler, sınıf içinde örgütlenmeyi esas alanlar ve sınıf devrimciliği yapanlar 21. yüzyılın Bolşevizmini kuracaklar. Bu anlamda sınıfı devrimin kurucu öznesi olarak görenler ancak komünist olabilirler. Buna hak kazanabilirler. Burada referansımız Leninizm’dir.

Demek istediğim şu arkadaşlar. Yeni dönemde doğrudan yönelinmesi gereken odak sınıf olmak zorunda. Sınıfla dirsek teması kurmak değil. Sınıfla organik ilişki kuran ve bugünden taban örgütlenmelerini esas alan, ama gelecekte de bu taban örgütlenmelerinin sınıfın kurucu gücüne dönüşeceğini bilen ve bugünden taban örgütlenmeleriyle sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkartmaya çalışan bir örgütlenme ve çalışma tarzını önümüze almak zorundayız. Bu da leninist örgütlenme tarzıdır.

Son olarak bir örnekle bitireyim. Diyalektik muazzam bir şeydir ve hayatın kendisidir. Afganistan’da bir Taliban komutanı bilmeden diyalektik bir vurgu yapmış. Son sözümü Taliban komutanının sözünü değiştirerek söylemek istiyorum. Taliban komutanı ABD ile savaşırken, “onlar ancak saati kazanabilirler, zamanı kazanacak olan biziz” diyor. Ben de bunu değiştiriyorum: “Burjuvazi ve sermaye ancak an’ları kazanabilir, zamanı devrimciler, komünistler kazanacaktır.”