28 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/47

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için ilk eylem 29 Kasım’da…
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
Krizin faturası işten atmalarla işçilere ödetilmek isteniyor…
Krize karşı eylemler...

Metal işçilerinin 6. hafta yürüyüşleri…!

AÜ’de yemekhane işgali...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal TİS’leri ve birleşik mücadelenin artan önemi
  Türk Metal ateşle oynuyor!
  Mirabel Kardeşlerin çağrısına emekçi kadınlardan yanıt:
  Gençlik hareketinden….
  Ekim Devrimi, sınıf hareketi ve devrimci parti
Volkan Yaraşır
  İzmir’de coşkulu Ekim Devrimi etkinliği!
  Ortadoğu’da gerçek barışa halkların devrimci direnişiyle ulaşılacaktır!.
  Gerçekler inatçıdır!
M. Can Yüce
  Topkapı İşçi Derneği 1. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Alevi açılımı” yeniden ısıtılıyor!

Alevi örgütlerinin Ankara yürüyüşü sonrasında Aleviler’in talepleri gündemin ön sıralarına yerleşti. Hükümet üyeleri Ankara eyleminde dile getirilen istemleri “uç talepler” olarak nitelendirip görmezlikten gelseler de, sonunda konuyla ilgili adım atmak üzere harekete geçmiş görünüyorlar.

Elbette yapmak istedikleri Aleviler’in gerçek taleplerini karşılamak değil. Sadece AKP’nin sahte “Alevi açılımı” bir kez daha ısıtılıyor. Cemevlerine yasal statü verilmesi, Alevi dedelerine maaş bağlanması, Aleviler’in Kültür Bakanlığı ya da Başbakanlık’a bağlı bir birimde temsili vb. adımlar atılması öngörülüyor.

Öte yandan geçmişte birçok Alevi katliamına imza atan, şimdi ise Alevilerle kardeş olduğunu keşfedip tam bir ikiyüzlülükle “Alevi kardeşlerimiz” diye söze başlamayı ihmal etmeyen MHP de Alevilere şirin görünmek için gayret gösteriyor.

Hatırlanacağı üzere, 2007’nin son günlerinde AKP, Reha Çamuroğlu’na benzer bir çalışma yaptırmış, fakat bu girişim iflasla sonuçlanmıştı. Şimdi yine Çamuroğlu, Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu ile bir çalışma başlatmış bulunuyor.

Aleviliğin mutlaka devlette temsil edilmesi gerektiğini ifade eden Çamuroğlu, değerlendirmeye alınan taleplerin başında “cemevlerine yasal statü kazandırılması”nın geldiğini belirterek, ilk etapta cemevlerinin elektrik ve su giderlerinin devlet tarafından karşılanmasının ve Alevi dedelerine maaş bağlanmasının gündeme gelebileceğini söyledi. Açıktır ki, bu plan uygulamaya geçirilirse, Sünni İslam diniyle içiçe olan sermaye devleti buna Aleviliği de eklemiş olacaktır ki, bu uygulamanın laiklikle bağdaşmayacağı açıktır.

Ayrıca, AİHM kararları uyarınca, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” derslerinin müfredatının değiştirilebileceği belirtiliyor. Oysa, biçim, içerik ve uygulaması nasıl olursa olsun, din dersleri okullardan tümüyle kaldırılmalıdır. Din derslerinin ne seçmeli hale gelmesi ne de içerik olarak tek bir dinin ya da mezhebin öğretisiyle sınırlı olması kabul edilebilir.

Hükümet, “başka dini gruplara emsal teşkil edebileceği ve değişik ibadethane isteklerinin gelebileceği” gerekçesiyle “Alevi açılımı”nın Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla “kültürel açılım” olarak uygulanmasını, Alevilik kurumunun bu bakanlığa bağlanmasını planlıyor. Ankara ve İstanbul’da dergâh büyüklüğünde iki cemevi açılması, Alevi toplumu ile hükümet arasındaki ilişkileri yürütmek üzere 40 kişilik bir kurul oluşturulması da öngörülüyor. Hükümetin Ocak ya da Şubat ayında Ankara’da geniş katılımlı bir Alevi Kongresi düzenlemesi bekleniyor.

Alevi kurumlarının öne çıkardığı talep, Diyanet İşleri’nin feshedilmesi yoluyla laikliğe aykırı olan mevcut durumun ortadan kaldırılmasıyken, hükümet Alevi inancını da devlete tabi hale getirecek uygulamalar peşinde koşuyor.

AKP hükümetinin yeni “Alevi açılımı”nda, yerel seçimlerin yaklaşmasının yanısıra, başta CHP ve MHP olmak üzere çeşitli düzen partilerinin Alevi kitlesini yanına çekme çabalarının da etkisi olduğu açık. AKP, hükümet olmanın avantajını da kullanıp diğer partilerin önüne geçerek, talepleri kendince yorumlayıp birkaç değişiklik gerçekleştirmeyi, böylece Alevi kitlelerine hoş görünerek onların desteğini almayı hedefliyor.

Sermaye düzeni hiçbir zaman halklar için birleştirici olmamıştır. O, halkı dini inanç, milliyet zeminlerinde parçalamış, bir kesimi kendisine dayanak yaparken, diğer kesimi düşman ilan etmiştir. Sünnilik, devlet olanaklarıyla desteklenip örgütlenmelerine destek olunurken, Alevilik düzen için tehlikeli kabul edilerek etkisizleştirilmek istenmiştir. Bu politika AKP hükümeti döneminde daha aleni olarak uygulanmaktadır. İşte şimdi bu kafa yapılarının sahipleri, Aleviler’in sorunlarına “çözüm arayışı” içinde oldukları havası yaratmaya çalışıyorlar.

Düzen güçlerine göre, Aleviler hem asimile edilmesi hem de oy deposu olarak da kullanılması gereken bir kesimdir. Aleviliği bugüne kadar daha çok CHP gibi partiler oy deposu olarak kullandılar. Ancak AKP ve MHP de şimdi bu potansiyele el atmakta, Alevi toplumuna bir anlamda sızmaya çalışmaktadır. Düzen güçlerinin “Alevi açılımı” manevrası buna yöneliktir.

Bugün tüm düzen güçlerinin Alevilere yönelik politikaları birçok noktada kesişmekle birlikte, kullandıkları söylemler, araçlar farklılık göstermektedir. Kimisi politikasının temeline doğrudan yok saymayı oturturken, bir başkası “Aleviler’in hakları tanınsın” gibi kulağa hoş gelen fakat içeriği boş bir yaklaşımla çıkabilmektedir. Tüm bu düzen güçlerinin ortak yanları ise, Alevi kültürünün gericileştirilmesi, Aleviler’in muhalif niteliğinin yok edilmesi ya da törpülenerek vitrin süsü haline getirilmesidir. Sermaye devleti Alevileri her zaman potansiyel tehlike ve düşman olarak görmüştür. Alevi emekçilerin devrimci harekete yakınlığı bunun başlıca nedenidir. Bu konu birçok MGK toplantısının gündemine bunun için gelmiş, Alevi emekçilerin devrimci harekete yakınlaşmasının önünü kesmeye yönelik politikalar uygulamaya geçirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda, geleneksel “sindir-inkâr et-asimile et çizgisi”nde herhangi bir sapma yoktur. Bu temel politikanın bazen bir, bazense bir başka yönü ön plana çıksa da, özü budur.

Tartışmasız bir gerçektir ki,Aleviler yüzyıllardır Alevi olmaktan kaynaklanan bir baskı görmektedirler. Bugün kimliklerini gizlemek zorunda kalmakta, istemedikleri halde zorunlu din dersleriyle çocukları Sünni propagandasıyla yüzyüze kalmakta, köylerine zorla cami dikilmekte, inançları muteber kabul edilmemekte, ibadetleri çeşitli biçimlerde engellenmektedir, vb...

Bugüne kadar en küçük demokratik hakkı bile tanımaktan ödü kopan sermaye düzeni ve onun partilerinin Alevilere özgürlük alanları açması mümkün değildir. Bugün var olduğu iddia edilen laiklik de özde değil, sözde bir laikliktir. Sermaye devletinin laikliği, bütçesi beş bakanlığın bütçesine denk bir Diyanet İşleri kurumunun varlığına, Alevi köylerine bile kurulan camilere, okullarda Alevi çocuklarına da zorla verilen Sünni din eğitimine ve devletçe maaşa bağlanmış onbinlerce din adamına dayanır. Bu “laiklik” bugüne kadar Alevilerin herhangi bir yarasına merhem olmamıştır. Aksine, ihtiyaç duyduğunda dinsel farklılıkları kaşıyarak faşist sürüleri Alevilerin üzerlerine sürmüştür. Hiç şüphe duyulmasın, bundan sonra da ihtiyaç duyulduğunda Aleviler’e karşı provokasyon ve katliamlar düzenlemekten geri durulmayacaktır.

Burjuvazi dünyanın her yerinde bu türden kışkırtmalara başvurmaktadır. En gelişmiş burjuva demokrasilerinde bile emekçiler dinsel, etnik vb. hassasiyetlerle birbirine düşürülmektedir. Sermaye egemenliği koşullarında hiçbir zaman tam bir laiklik hayata geçmemiştir. Dahası büyük burjuva devrimlerinden bu yana, zaman içinde bu alanda birçok geri adım atılmıştır. Bunun gerisinde, burjuvazinin işçi sınıfının mücadelesi karşısında zaman içindeki gericileşmesi vardır. Dolayısıyla, tutarlı bir demokrasi ve laiklik programı ancak işçi sınıfının devrimci iktidarı altında gerçekleşebilir.

Bugün Alevilere yönelik baskı, temelde demokrasi ve onun bir alt unsuru olan laiklik mücadelesinin konusudur. Devlet ve din işlerinin tam ayrılığı, dinin ona inanan bireylere bırakılması, dolayısıyla Diyanet gibi kurumların kaldırılması ve tüm resmi din personeline son verilmesi, hiçbir dinsel faaliyete devlet yardımının yapılmaması... Tüm bu istemler, ancak demokrasi ve gerçek laiklik mücadelesinin tek tutarlı temsilcisi devrimci işçi sınıfının öncülüğünde bir mücadele ile elde edilebilir. Modern sınıf mücadeleleri tarihi de açıkça bunu göstermektedir.

Unutulmamalıdır ki, kapitalizm çerçevesinde kalındığı sürece, demokrasi ve laiklik alanında atılacak kimi adımlar ya da Alevi örgütlerinin şu ya da bu somut taleplerinin yerine getirilmesi, hiçbir biçimde Alevi toplumu için gerçek bir güvence olamaz.

Uzun bir tarihsel süreç boyunca Sünni İslam ile ezilmiş olmanın getirdiği kaygılar nedeniyle, buna karşıymış gibi görünen düzen güçlerinin peşinde sürüklenen Alevi emekçilerin kendi yaşadıklarından öğrenmeleri gereken çok şey var. Bunun için de ilk önce, başta Kemalizm olmak üzere tüm gözbağlarından kurtulmaları gerekiyor. Düzenin bunalımının derinleştiği koşullarda burjuvazi kitlelere yanlış hedefler göstermekten asla vazgeçmez. Türkiye’de Alevilik ve Kürt sorunu da her zaman sermaye devleti için potansiyel bir kışkırtma konusu olmaya devam edecektir. Alevi emekçiler eğer gerçekten bu tür korkuların olmadığı bir toplum istiyorlarsa, yapmaları gereken şey, işçi sınıfının kızıl bayrağı altında devrimci mücadele saflarında yer almaktır. Çünkü böyle korkulardan azade bir toplum olan sosyalizme giden yolu açacak olan tek güç devrimci işçi sınıfıdır. Başka bir çözüm yolu yoktur.