28 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/47

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için ilk eylem 29 Kasım’da…
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
Krizin faturası işten atmalarla işçilere ödetilmek isteniyor…
Krize karşı eylemler...

Metal işçilerinin 6. hafta yürüyüşleri…!

AÜ’de yemekhane işgali...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal TİS’leri ve birleşik mücadelenin artan önemi
  Türk Metal ateşle oynuyor!
  Mirabel Kardeşlerin çağrısına emekçi kadınlardan yanıt:
  Gençlik hareketinden….
  Ekim Devrimi, sınıf hareketi ve devrimci parti
Volkan Yaraşır
  İzmir’de coşkulu Ekim Devrimi etkinliği!
  Ortadoğu’da gerçek barışa halkların devrimci direnişiyle ulaşılacaktır!.
  Gerçekler inatçıdır!
M. Can Yüce
  Topkapı İşçi Derneği 1. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için ilk eylem 29 Kasım’da…

Süreç sınıfa dayalı birleşik, meşru-militan eylemlerle örülmelidir!


Kapitalizmin küresel krizinin dalgaları işçi sınıfını, emekçileri ve yoksulları sarsıyor. Kölelik ve yağma düzeni kapitalizm bir kez daha emekçileri hedef alan ölçüsüz bir saldırı başlatmış bulunuyor. Saldırının ilk aşaması bile yüzbinlerce işçinin tensikata uğramasına yol açmışken, yıkıcı dalgaların bir süre sonra Tsunami’ye dönüşmesi sürpriz olmayacaktır. Sermaye kodamanları ile temel misyonu onların sınıf çıkarlarını korumak olan burjuva devlet, krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilere ödetebilmek için ekonomik, sosyal, siyasal, askeri vb. alanlarda hazırlıklarını sürdürüyor. Buna rağmen “kriz bizi teğet geçer” söylemi, emekçileri hazırlıksız yakalayıp sersemletici darbeyi vurmak içindir.

Zıt iki kutup, uzlaşmaz iki sınıf karşı karşıya!..

Kapitalizmin iki temel sınıfı olan burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkiler uzlaşmazdır. İşçi sınıfının ürettiği değerlere el koyan kapitalistlerin çıkarı, bu uğursuz çarkın dönmesinde düğümlenirken, işçi ve emekçiler ise kurtuluşlarını ancak sınıfsız ve sömürüsüz sosyalist bir dünyada, yani kapitalistlerden arınmış bir dünyada bulabilirler. İçinde yaşadığımız kapitalist düzen patronların mezar kazıcıları olan işçilerin varlığını zorunlu kılarken, sosyalizm ise ancak kapitalistlerin ekonomik ve siyasi iktidarlarının parçalanıp yıkılmasıyla kurulabilir.

Bu uzlaşmaz çelişki sadece krizler döneminde değil olağan dönemlerde de sürer. Bu iki sınıftan birinin kazanımı ancak diğerinin zararı pahasına mümkündür. Örneğin çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için sendikal örgütlenme çabasına giren işçilerin her zaman saldırılara maruz kalmaları, patronların el koydukları artı-değerin azalmasını önleme çabasından kaynaklanır. Kriz dönemlerinde ise, -ki kapitalizm yıkılana kadar krizlerin sonu gelmeyecektir- ortaya birilerinin ödemesi gereken kabarık bir fatura çıkar. Bu, çatışmayı şiddetlendirir. Dolayısıyla iradesi baskın çıkan sınıf, yükü diğerinin sırtına yıkarak ödediği bedeli hafifletir. Bunu çok iyi bilen asalak kapitalistler sınıf bilinci yönünden donanımlı oldukları gibi, örgütlüdürler de. Bir zor aygıtı olan devlet de onların hizmetindedir.

İşçi sınıfı ve emekçi müttefikleri ise, verili koşullarda hem sınıf bilinci hem örgütlülük bakımından yetersizdir. İşte sınıflar çatışmasını keskinleştiren krizler, bilinçte sıçramalara uygun koşulları hazırlamanın yanısıra “sınıfa karşı sınıf” temelinde direnme eğiliminin güçlenmesinin koşullarını da olgunlaştırır. Sendikalar içinde yuvalanmış sermayenin Truva atlarının maskesini işçiler nezdinde düşürmek için fırsatlar sağlar. İşçi sınıfının sırtına yapışan bu asalakların sendikalardan sökülüp atılması, devrimci sınıf hareketinin önemli bir engelden kurtulması anlamına gelir.

Saldırılara karşı mücadele arayışı ve talepler

Krizin Eylül ayından beri gündemde olması, ABD, AB ve Japonya gibi emperyalist güç odaklarının trilyonlarca doları bulan harcamalarının sorunu çözmeye yetmemesi, bu arada kimi arsız patronların açıkça faturayı işçi sınıfına ödetmekten başka çare olamadığını söylemesi… Tüm bunlar işçilerin de dikkatlerini krize yöneltmelerini sağlamış bulunuyor. Sınıf çalışmasında propaganda materyallerinin dağıtımına gösterilen ilgideki belirgin artış da bu saptamayı güçlendirmektedir. Bu ilginin bir yönü tedirginlik, korku ve gelecek belirsizliği ise diğer yönü merak ve arayıştır. En genel anlamıyla krize gösterilen ilginin ilk yönü kaderci bir bekleyişi, ikinci yönü mücadele eğilimini anlatıyor. Buna göre işçi ve emekçilerin verili koşullardaki durumu, dayatılan faturayı ödemeyi sineye çekme ile sermayeye ödetmek için mücadeleye atılma ikilemini içermektedir. Bu kaderci bekleyişi geriletip “sınıfa karşı sınıf” anlayışı ile mücadele etme eğilimini güçlendirmek kritik bir önem taşımaktadır. Bu durum, krizin faturasını kapitalistlere ödetmek uğruna mücadelede kararlı olanlara büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Zira güven vereci bir çıkışın direnme eğiliminin güçlenmesi açısından özel bir rolü olacaktır.

Son günlerde bazı güçlerin formüle ettiği taleplerin kapsamı farklı olmakla ve kendilerine özgü kimi yönler taşımakla birlikte temel noktalarda çakışmaktadır. Öne sürülen talepler, bir anlamda farklı güçlerin acil demokratik talepler ve emeğin korunması taleplerinin kendine özgü ifadesidir. Bir temenniler listesi olarak değil de, süreç sınıfa karşı sınıf perspektifi ve meşru-militan zeminde örgütlenecek bir mücadele olarak kurgulandığında, kuşkusuz bu talepler anlamlıdır.

Formüle edilen taleplerin arkasında durma, bu uğurda meşru-militan bir mücadele örgütleme, aynı amaçlar için mücadele eden güçlerle ortak yürüme samimiyet ve kararlılığının düzeyi ise, önümüzdeki yakın dönemde netleşecektir. Bu dönem bir yönüyle sınanma günleri de olacaktır.

Zira kimileri, uğruna mücadele etmek için talepler formüle ederken, kimileri de bunu farklı amaçlarla yaparlar. Önümüzdeki mücadele süreci bu eğilimleri ayrıştıracaktır.

29 Kasım eylemi, krizin faturasını kapitalistlere ödetecek mücadele sürecinin başlangıcı olmalıdır!

Kısa süre önce “toplumsal uzlaşma“ adına hükümete temenniler listesi sunan bir platformda yer alan DİSK ve KESK -zamanlaması, örgütlenişi, talepleri konumuzun dışında olan- 29 Kasım’da Ankara’da merkezi eylemle biten bir mücadele planı ilan ettiler. (İki konfederasyonun eyleme geçme kararı, taleplerin ancak fiili mücadele ile kazanılabileceği yönünde ilerlemesi koşuluyla olumlu bir gelişmedir.) 29 Kasım eyleminin verili koşullarda büyük bir önem taşıdığını belirtmek gerekiyor. Zira yer yer görülen yerel hareketlilikleri dışta tutarsak, 29 Kasım eylemi, krizin faturasını emekçilere ödetme saldırısına karşı gerçekleşen ilk çıkış olacaktır. Dolayısıyla eylemin güçlü geçmesi hem asalak kapitalistlere hem de işçi sınıfı ve emekçilere mesaj niteliği taşıyacaktır. Güçlü Ankara eylemi, pusuya yatan sermaye kodamanlarına işlerinin kolay olmayacağını gösterirken, işçi ve emekçilere umut verecek, kaderci eğilimi geriletip mücadele kararlılığını güçlendirecektir.

Eylemin güçlü geçmesi, hem kitlesel katılıma hem de meşru-militan mücadele kararlılığının ortaya konmasına bağlıdır. Bu olgu, ilerici-devrimci güçlere olduğu kadar, sınıftan yana sendikacılarla ilerici-öncü işçi ve emekçilere de önemli sorumluluklar yüklemektedir. Güçlü militan bir eylemin etkisi emekçiler açısından ne kadar olumlu olacaksa, militan ruhtan yoksun zayıf bir eylemin etkisi de o kadar olumsuz olacaktır.

Öte yandan, 29 Kasım eyleminin güçlü geçmesi ancak iyi bir başlangıç olabilir. Önemli olan arkasını getirebilmektir. Güçlü bir başlangıç yeni eylemlerle pekiştirilmelidir. Bu ise sürece ciddi, kararlı bir hazırlıkla girmeyi, mücadele saflarını netleştirip düzen uzantılarından arındırmayı, güçleri ortak şiarlar etrafında birleştirmeyi, işçi sınıfı ve emekçileri mücadelenin özneleri haline getirmeyi, talepleri dar ekonomik sınırların ötesine taşırıp kapitalizme yöneltmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu arada devletin ırkçı-inkarcı baskısı altında bulunan Kürt işçi ve emekçilerini sürece katabilmek gerekiyor. Krizin faturasını en ağır ödeyen kesim olmaya aday olan Kürt işçi ve emekçilerinin bu mücadeleye kazanılmasının önemi büyüktür.

Emekçiler cephesinden dağınık, yeterince kararlı olmayan, işçi ve emekçileri sürece katmayan güçsüz bir tablonun yansıması ise, sermaye sınıfı ve onun devletini daha da azdıracaktır. Sermaye devleti krizin yıkıcı faturasını emekçilere ödetmekle kalmayacak ekonomik-sosyal, demokratik-siyasal kazanım ve mevzilere de saldıracaktır.

Bu yıkıcı sonuçlara maruz kalmamak için tüm güç ve olanaklar seferber edilmeli, işçi sınıfı ve emekçileri sürece katmak için azami çaba harcanmalıdır. Krizin devrime giden yolu açması bu çabanın başarısına bağlı olacaktır.