15 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/33

  Kızıl Bayrak'tan
  Kafkasya’da emperyalist
nüfuz mücadeleleri
   Emperyalist planlar Kafkas halklarının başına savaş açtı!
AKP’nin kapatılmaması üzerinden yayılan boş hayaller
“Cari açık” polemiğinin ardına gizlenen gerçekler!

İşçi ve emekçi hareketinden…

KESK: “Toplu görüşme değil toplu sözleşme!”
  KESK toplu görüşme sürecine ilişkin “mücadele programı ve eylem takvimi”ni açıkladı…
Grev ve TİS komiteleri kurulmalı,
işyerlerini temel alan bir süreç örülmelidir!
  Sİ-DER kampanyası güçlenerek sürüyor…
  Mamak 5. Kültür-Sanat Festivali binlerce işçi ve emekçinin katılımıyla başarıyla gerçekleşti…
  Dünyadan kısa kısa...
  Diktatör Pervez Müşerref’in cumhurbaşkanlığından azli gündemde…
  Filistinli şair Mahmud Derviş’i yitirdik...
  DHKP: “Komutanımız, önderimiz, dayımızı yitirdik”
  Bir kez daha Ergenekon tartışmaları ve doğru yaklaşım üzerine...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ergenekon operasyonu devletin ve generallerin aklanmasına dönüştü…

İşledikleri sayısız suçun hesabını vermekten kurtulamayacaklar!

Düzen içi çatışmanın ürünü olan Ergenekon operasyonu bir dönem sol liberal çevreler içerisinde ham hayallerin konusu oldu. Bu çevrelere göre, operasyonla derin devlet tasfiye edilmekte, ordunun düzen üzerindeki vesayeti ortadan kaldırılmakta, böylelikle de bir demokratikleşme atılımı gerçekleştirilmekteydi.

Fakat, iddianamenin açıklanmasıyla birlikte bu hayaller de tuzla buz oldu. Zira, Susurluk soruşturmalarını bıraktığı yerden devam ettireceği umulan Ergenekon İddianamesi, Susurluk’un yanına bile yaklaşamadı. Çünkü, Susurluk sürecinde devletin Kürt halkına yönelik yürüttüğü kirli savaşta kullandığı, fakat daha sonra denetim dışına çıkan çetelerin temizliği yapılırken, fatura bu çetelere kesilmekle birlikte hiç değilse dönemin kirli operasyonları kıyısından da olsa sorgulandı. Fakat Ergenekon İddianamesi, birçoğu devlet adına cinayetler işleyen ve kontr-gerilla mekanizmasında görev alan katil takımını bu suçlarından dolayı değil, AKP hükümetine karşı bir darbe hazırlığı içerisinde olmakla itham ediyor. Gazi, 1 Mayıs, kirli savaş ve “faili meçhul” cinayetlerle ilgili üstü örtük suçlamalar dışında herhangi bir somut suçlamada bulunmuyor. Dava klasörlerinde devleti ve orduyu adres gösteren belgeler ise, iddianame tarafından ya yok sayılıyor ya da Ergenekoncu olarak gösterilen eski kontrgerilla artıklarına maledilerek yeniden formüle ediliyor. Ya da işin içerisine devrimci ve sol güçler bile karıştırılarak hedef bulanıklaştırılıyor.

Zaten iddianameyi hazırlayan savcılar daha baştan bu niyetlerini ortaya koyuyorlar. İddianamenin başında, Ergenekon’un TSK ve MİT ile herhangi bir ilişkisinin olmadığının altını kalınca çiziyorlar. Bunu yaparken, TSK ve MİT’in yazılı yanıtlarını veri kabul ediyorlar. İddianameye göre, operasyonlar sırasında ele geçirilen belgelerin iddia ettiğinin aksine, Ergenekon örgütünün TSK ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Örgüt TSK’nın yazışma ve belgelerinde kullandığı dili ve şekilleri taklit ederek kendisini TSK bünyesinde göstermek istemiştir. Bununla birlikte, Ergenekon örgütü TSK’nın hiyerarşisine de sızmış ve yürüttüğü karanlık operasyonları bu yolla TSK’ya bulaştırmaya çalışmıştır.

İşte iddianame böyle bir yol izleyerek orduyu temize çıkarmakta, fakat bununla da yetinmemekte, Ergenekon olarak adlandırılan kontrgerilla artıklarına çıkarılan fatura sadece AKP karşıtı faaliyetlerden ibaret tutulmaktadır. Örneğin Ergenekon’un iki numaralı ismi olarak gösterilen Veli Küçük’ün adı iddianamede AKP karşıtı faaliyetlerle ve en fazlasından bu faaliyetler kapsamında planladığı kirli işlerle anılmaktadır. Ama Veli Küçük’ün adı, Kürt halkı ve devrimci hareket için apayrı bir anlam taşımaktadır. Zira Veli Küçük, başta Kürt halkına yönelik kirli savaş olmak üzere devrimci harekete yönelik devletin kanlı operasyonlarında kilit görevlerde rol oynamış birisidir. Kürt illerinde sokaklarda insanların adım başı doğrandığı, kaçırılıp alçakça işkencelerden geçirildikten sonra katledildiği, köyde şehirde oluk oluk insan kanının akıtıldığı bir dönemin kilit isimlerinden biridir. Yine adı ölüm üçgenine dönmüş olan Sakarya-Akyazı-Düzce arasında seri infazların yaşandığı dönemde de Veli Küçük bu bölgede görev yapmaktaydı.

Sadece bir kısmını saydığımız böylesine kabarık bir suç seceresine sahip olan Veli Küçük bu suçlarının hiçbiriyle ilgili yargılanmamaktadır. Sadece Veli Küçük değil, Ergenekoncu olarak adlandırılan eski kontrgerilla artıklarının hiçbiri halka ve devrimcilere karşı işledikleri suçlardan dolayı yargılanmamaktadır. Ergenekon İddianamesi’nin hazırlayıcıları, düzen içi çatışmanın ürünü olarak ileri sürdükleri iddialarını bir yandan bu çatışmanın ekseninde oluşturmuşlardır, diğer yandan da tam olarak ordunun ve devletin temizliğine dönüştürmüşlerdir.

Zaten onlardan başka türlü davranmaları da beklenemez. Bu devletin savcıları olarak önlerine konulan görevi yapıyorlar. Düzen içi çatışmanın bir tarafı olarak hareket ediyor, fakat düzenin ve devletin temellerine dokunmamak konusunda net bir tutum sergiliyorlar. Çatışan düzen güçleri belli bir mutabakat etrafında bir araya geldikleri ölçüde ise, ellerindeki yetkilerini bir bütün olarak kurulu düzenin çıkarları ne gerektiriyorsa onun için kullanıyorlar. Dolayısıyla onlardan bu davranışlarının ötesinde bir yargılama kudreti beklemek ham bir hayaldir. Çünkü, “bağımsız yargı”, “herkesin önünde eşit olduğu yasalar”, “gücü her şeye yeten kudretli savcılar” gibi burjuva liberal söylemlerin gerçek hayatta örtü olmak dışında bir anlamı yoktur. Burjuva hukukunun nasıl işleyeceği tümüyle sınıfsal güç ilişkilerine bağlıdır. Ergenekon soruşturması bu gerçeği bir kez daha doğrulamaktan başka bir şey yapmamıştır.

Ergenekon operasyonu ve yargılaması elbette bugünkü aklama operasyonunun sınırlarının dışına taşırılabilir ve devletin Kürt halkına ve devrimci güçlere yönelik kıyımlarından dolayı en azından devletin bir takım güçleri yargılanabilirdi. Fakat bunun için öncelikle düzen içi çatışmanın ortaya serdiği pisliklere duyulan tepkiyi bu düzene yöneltecek bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Böyle bir mücadelenin birinci koşulu ise, düzen içi çatışmanın taraflarından birine en küçük bir yakınlık içerisinde olmamaktır.

Oysa sol liberal çevreler Ergenekon operasyonuna oldukça ileri beklentiler yüklediler ve tüm siyasal pratiklerini bu operasyonu yapanlara hararetli destek vermekle sınırladılar. Yanısıra sol hareketin bu çatışmaya ortak olmamakta ısrar eden kesimlerini kendilerine katılmaya ikna etmek doğrultusunda yoğun bir çaba sergilediler. Sonuçta düzen içi çatışmaya dolgu malzemesi olmaktan öteye gitmediler ve düzen güçlerinin kavgalarını belli bir mutabakata vardırmalarıyla birlikte tam anlamıyla boşluğa düştüler. Zaten daha ilerisini yapmak bu çevrelerin de harcı değildi. Zira küçük-burjuva reformist konum ve kimlikleriyle, düzene karşı bir taraf olarak çıkmaları mümkün değildir.

Düzenin iç çatışmasının ortaya serdiği pislikleri düzene karşı kullanmak ve giderek süreci devletin emekçi halka karşı işlediği suçların yargılanmasına dönüştürmek için bağımsız bir tutum almak gerekir. Bunu da, kurulu devleti ve düzeni hedef alacak biçimde devrimci bir mücadeleyle birleştirmek gerekir. Elbette bu mücadelenin düzeni zorlayacak bir düzeyde örgütlenebilmesi, işçi sınıfı ve emekçi tabanına oturtulmasıyla mümkündür. Bunun için yoğun bir emek harcayarak, kurulu düzenin koruyucu ve kollayıcı gücü olarak devletin işçi sınıfı ve emekçilere karşı örgütlü bir suç şebekesi olarak çalıştığını teşhir etmek ve düzen içi çatışmanın iç yüzünü döne döne anlatmak gerekir. Yanısıra oluşturulan duyarlılıkları örgütlü bir mücadeleyle düzenin karşı çıkarmak gerekir. Bu hakkıyla yapılabilirse eğer, Ergenekon savcılarının kurulu düzeni ve devleti aklama operasyonu boşa çıkarılacağı gibi, tüm suçlarıyla düzenin kanlı suç şebekesi yargılanıp mahkum edilebilir.

Böyle bir toplumsal gücün baskısıyla hazırlanacak bir iddianamede ne Veli Küçükler işçilere, emekçilere ve Kürt halkına karşı işledikleri suçlardan kaçabilirler, ne bu suçların hesabı Veli Küçük gibi yönetici ve tetikçilerle sınırlandırılabilir. Toplumsal mücadelenin gücüyle gerçekleştirilecek yargılamada sanık sandalyesine Veli Küçükler’le birlikte bir bütün olarak kontrgerilla şebekesi, bu şebekenin başında duran generaller, onların suç ortağı olan AKP de dahil olmak üzere hükümetler, polis şefleri vb. oturtulur. Ama bunlarla da sınırlı kalınmaz, bu suç şebekesini örgütleyen NATO ile birlikte bu terör şebekelerinin ve katiller takımının hizmet gördüğü emperyalistler ve onların yerli uzantısı durumunda olan tekelci burjuvazi de mücadelesinin hedef haline gelir. Zira, Kanlı Pazarlar’ın, Maraş-Çorum-Sivaslar’ın, Gaziler’in, zindan katliamlarının, Diyarbakır işkencehanelerinin, faşist darbelerin, sayısı onbinleri bulan cinayetlerin sorumluları bunlardır. Sorumlu, her dönem katil takımını yenileyerek devrimci güçlerin ve toplumsal mücadele güçlerinin üzerine salan emperyalistler ile tekelci burjuvazi ve onun kontralaşmış devletidir.

Bugün düzen içi çatışmanın yatışmaya yüz tuttuğu bir dönemde, devrimci ve ilerici güçlere düşen görev, düzeni ve devleti bu temelde yargılamak üzere işçi sınıfını, emekçi kitleleri ve Kürt halkını harekete geçirmek, bu doğrultuda etkin bir çaba sergilemektir. Suçları saymakla bitmeyen bu suç şebekesinden hesap sormanın biricik yolu, çürüyen düzeni yıkmayı hedefleyen devrimci mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.