15 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/33

  Kızıl Bayrak'tan
  Kafkasya’da emperyalist
nüfuz mücadeleleri
   Emperyalist planlar Kafkas halklarının başına savaş açtı!
AKP’nin kapatılmaması üzerinden yayılan boş hayaller
“Cari açık” polemiğinin ardına gizlenen gerçekler!

İşçi ve emekçi hareketinden…

KESK: “Toplu görüşme değil toplu sözleşme!”
  KESK toplu görüşme sürecine ilişkin “mücadele programı ve eylem takvimi”ni açıkladı…
Grev ve TİS komiteleri kurulmalı,
işyerlerini temel alan bir süreç örülmelidir!
  Sİ-DER kampanyası güçlenerek sürüyor…
  Mamak 5. Kültür-Sanat Festivali binlerce işçi ve emekçinin katılımıyla başarıyla gerçekleşti…
  Dünyadan kısa kısa...
  Diktatör Pervez Müşerref’in cumhurbaşkanlığından azli gündemde…
  Filistinli şair Mahmud Derviş’i yitirdik...
  DHKP: “Komutanımız, önderimiz, dayımızı yitirdik”
  Bir kez daha Ergenekon tartışmaları ve doğru yaklaşım üzerine...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’nin kapatılmaması üzerinden yayılan boş hayaller

DTP’nin kapatılması davası önümüzdeki aylarda Anayasa Mahkemesi’nin gündemine gelecek. DTP yöneticilerinin AKP’nin kapatılmamasından dolayı kendi partilerinin geleceği hakkında da umutlandıkları görülüyor. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, AKP’nin kapatılmamasının olumlu olduğunu, eğer DTP de kapatılmayacak olursa bunun Türkiye’de “demokratik değişim ve dönüşüm” sürecinin yaşandığı anlamına geleceğini vb. ifade ediyor. Kuşkusuz bu söylemin gerisinde daha çok sermaye devletini AKP davası üzerinden açmaza alma çabası var. DTP’nin mutlaka kapatılacağı elbette söylenemez. Sermaye devletinin kendi çıkar ve hesapları üzerinden bundan vazgeçmesi mümkündür. Fakat bunu Türkiye’nin “demokratik değişim ve gelişim”i olarak yorumlamak, Kürt halk kitlelerini boş hayallerle oyalamaya hizmet ediyor.

Son gelişmeler, DTP’nin kapatılmasının sonbahar aylarına sarktığını göstermektedir. Yargıtay Başsavcısı sözlü açıklamasını mahkemeye geçtiğimiz günlerde sunmuş ve DTP’nin kapatılması talebini yinelemiştir. DTP’nin sözlü savunmasını ise 16 Eylül’de yapması kararlaştırılmıştır.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz. Bu düzen, bu düzenin mevcut sınıf ilişkileri, bu düzenin bugünkü uluslararası ilişkiler sistemi içindeki yeri korunduğu sürece, Türkiye’ye demokrasi gelebileceği hayalini kitleler içinde yaymak, hele hele şu veya bu partinin kapatılmamasını demokrasinin varlığına kanıt olarak göstermek tam bir reformizmdir.

Bugün yeterli açıklıkta ortaya çıkmıştır ki, AKP’ye kapatma davası, düzenin iki kampı arasındaki egemenlik mücadelesinin bir ürünü olarak gündeme gelmiştir. Davanın AKP’nin kapatılmamasıyla sonuçlanması, demokratikleşme yönünde bir adımla değil, her iki burjuva kamp arasında sağlanan geçici uzlaşma ile ilgilidir. Sistemin patronlarına göre, AKP’nin kullanım tarihi henüz dolmamıştır. Onun hala yapacağı işler vardır. Bunların içeride IMF-TÜSİAD damgalı program doğrultusunda sosyal yıkımı derinleştirmek, dışarıda ABD’nin BOP’una taşeronluk etmenin yanısıra Kürt halkına yönelik geleneksel imha, inkar ve asimilasyon politikalarını devam ettirmek olduğu biliniyor.

DTP’nin kapatılma davası ise, AKP’ninkinden bambaşka bir içeriğe sahiptir. Kendi aralarında egemenlik mücadelesine tutuşan düzen güçleri, Kürt sorunu ve onun bir uzantısı olan DTP’nin kapatılma davasında ortak bir tutuma sahiptirler. Bunu anlamak için son birkaç yıldır yaşanan olaylara bakmak bile yeterlidir.

Hatırlanacağı üzere, 2005 Newroz’undaki “Bayrak provokasyonu” ile başlatılan şovenizmin kışkırtılması, 2007’de asker cenazeleri de kullanılarak onbinlerce kişinin elde bayrak sokaklara salınmasıyla zirveye çıktı. 2007’de yapılan genel seçim, DTP’nin Meclis’e girmesinin yolunu açtı. DTP’nin Kürt halkının ulusal mücadelesini düzen kanallarında eritmek konusunda oynayabileceği rol üzerine hesaplar yapan sömürgeci burjuvazi, ilkin onun meclis çatısı altına girmesinde bir sakınca görmemiştir.

DTP de mecliste son derece yumuşak ve uzlaşmacı bir siyaset izlemiştir. DTP milletvekilleri, parlamento kürsüsünü bir mücadele kürsüsü olarak kullanmak bir yana, DTP’nin konumu çerçevesinde dahi son derece zayıf davranmış, kendilerine çizilen sınırları aşmamaya büyük bir özen göstermişlerdir. Yaptıkları ufak-tefek çıkışlar nedeniyle koparılan patırtı karşısında ise savunmacı bir muhalefet çizgisini aşamamamışlardır. Buna rağmen düzenin saldırı hedefi olmaktan kurtulamamışlardır.

Tüm düzen güçleri, meclisteki DTP grubunu açıkça “PKK’nin Meclis’teki temsilcisi” söylemleriyle hedef göstermişlerdir. Erdoğan, “terör örgütüyle aranıza mesafe koyun, sonra gelin Meclis’te konuşun” diyerek DTP’ye karşı bir linç kampanyasının önünü açmıştır. Ardından her gün DTP’li milletvekilleriyle ilgili yeni iddialar gündeme getirilerek DTP tam bir kıskaca alınmaya çalışılmıştır. DTP milletvekillerine karşı saldırganlık, Genelkurmay Başkanı’nın “Meclis’te PKK var” açıklaması ile tırmandırılarak, DTP’ye karşı kapatma davası açılmasına ve partinin Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’ın tutuklanmasına kadar vardırılmıştır. Dahası, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri hakkında sayısız dava açılmış, kimi belediye yöneticileri görevlerinden alınmıştır.

Elbette tüm bu saldırılar nedensiz değildir. Tüm zayıflıklarına ve tutarsızlıklarına rağmen, DTP, Kürt hareketi için önemli bir mevzidir. Bu, DTP’ye rağmen yaşanan bir olgudur. Zira DTP’yi vareden ve bir güç haline getiren, ulusal özgürlük istemleri bir türlü boğulamayan Kürt halkının son derece zor koşullar altında yürüttüğü mücadeledir.

Dolayısıyla, bu saldırının esas hedefinin DTP olmadığı, onun üzerinden Kürt halkının ulusal mücadelesine saldırıldığı tartışmasız bir gerçektir. DTP her ne kadar düzenle barışık, liberal-demokratik sınırlara sıkışmış bir mücadele hattı izlemeye çalışsa da, onun şahsında Kürt halkını ilgilendiren her konuda saldırganlık sergilenerek, Kürt halkının ulusal özgürlük umutları yok edilmek istenmektedir.

Sınır ötesi operasyonlar üzerinden askeri planda tam bir fiyaskoyu yaşayan sömürgeci devlet, uzun bir dönemdir psikolojik üstünlük sağlama çabası içindedir. Bu amaçla kirli savaş medya eliyle psikolojik planda da alabildiğine tırmandırıldı. Bunun için en iğrenç yol ve yöntemlere başvuruldu. DTP’yi kapatma davasının da moral üstünlük sağlamanın etkili bir malzemesi olarak kullanılabileceği hesaplandı. Ancak gelinen yerde bunun sanıldığı kadar kolay olmadığı görülmüş bulunuyor.

DTP davası, son derece kaba bir hukuksuzluk gösterisi olarak sürüyor. İddianamenin, resmi ideoloji savunusu ırkçı-şoven gerici bir propaganda metni olmaktan öte bir anlamı yoktur. DTP gibi partilerin varlığını, kirli yüzünü örten bir demokrasi maskesi olarak kullanmayı hesaplayabilen sömürgeci devlet, bugün artık bu tür maskeleri bile yük sayabilmekedir.

DTP’nin kapatılması davası aynı zamanda, burjuva demokrasisinin yalnızca burjuvazinin uşakları, sömürgeci düzenin şakşakçıları için bir demokrasi, tüm bunlara az-çok karşı duranlar için ise azgın bir terör rejimi olduğunu gösteren en son örnektir. DTP’ye yönelik kapatma saldırısı, “parlamenter demokrasi”nin ne tür bir ucubenin karşılığı olduğunu son derece yalın bir şekilde ortaya koymuştur.

Bu dava ile bir kez daha, bu rejimde mevcut parlamentonun bir asma yaprağı olma işlevini dahi yerine getiremediği açık bir biçimde açığa çıkmıştır. “Parlamenter demokrasi” adı altında oynanan demokrasi oyunu, son derece bayağı ve düzeysiz bir orta oyunundan ibarettir.

Bu oyunun kurallarına uygun olarak seçilmiş bir grup Kürt milletvekilinin partisinin kapatılması girişimi, sömürgeci rejimin Kürt sorunundaki açmazları ile doğrudan bağlantılıdır. Bunun kapatma veya kapatmamayla sonuçlanması, tamamen sömürgeci rejimin çıkar ve hesaplarıyla ilgili olacaktır.

Kürt halkı, bu düzenden, bu düzenin parlamenter demokrasisinden hiçbir şey beklememelidir. Demokratik hak ve özgürlükleri kazanmanın, sermaye karşısında mevziler kazanmanın yolu, düzen ve onun kurumları hakkında liberal ham hayalleri kitlelere pompalamaktan değil, devrimci mücadelenin yükseltilmesinden geçmektedir.