18 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Çatışmanın seyri içinde çökmekte olan hayaller
   DTP 2. Olağan Kongre’ye hazırlanıyor…
“Ergenekon iddianamesi” devletin katliamlarını ve kirli faaliyetlerini sahiplendi…
Şekerde özelleştirme saldırısı tamamlanıyor

İşçileri ölüme mahkum edenler tedbir alamaz...

Küçükçekmece Belediyesi Park Bahçeler Müdürlüğü işyeri temsilcisiyle TİS süreci üzerine görüştük...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Saldırılara karşı birleşik mücadeleyi güçlendirmek için sınıf dayanışmasının önemi
  OSB-İMES İşçileri Derneği
3. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
  Canovate’nin “mazlum” patronu!
  Halklara karşı yeni cephe açmaya hazırlanan emperyalist-siyonist güçlere karşı direniş!
  Füze kalkanı inşa etmek savaş hazırlığıdır!
  Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 3
Volkan Yaraşır
  Mamak 5. Kültür Sanat Festivali’ne doğru...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Liberal solun “Çatı Partisi” gündemi…

Reformist cephede yeni bir şey yok!

Liberal Kürt hareketinin ve reformist solun gündeminde bir süredir “Çatı Partisi” var. Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, DTP, EMEP ve SDP’nin üzerinde karar kıldığı, ÖDP’nin ise sıcak bakmakla birlikte hala değerlendirme aşamasında olduğu bu girişim giderek olgunlaşıyor. DTP’nin bu hafta sonu yapacağı 2. Genel Kongresi’nde bu yönde karar alınacağı ifade ediliyor.

Bu girişim aslında 22 Temmuz seçimlerinin hemen sonrasında başlatılmıştı. Girişimin fikir babası da Öcalan’dır. Öcalan’ın avukatları aracılığıyla üzerinde ısrarla durduğu “Çatı Partisi” fikri, bir süre sonra somut bir girişim haline getirilerek uygulamaya sokuldu. Erken seçim ihtimalinin ufukta gözükmesi üzerine bu yılın başında “Çatı Partisi için taslak önerisi” oluşturuldu. Bununla birlikte bir yol haritası da belirlendi ve kamuoyuna açıklandı. Buna göre, oluşturulan taslak etrafında aydınlar, yazarlar, sanatçılar ve kanaat önderleri tartışacak ve nihayet Mayıs ayının ortalarında bir öncü grup oluşturularak “Çatı Partisi”nin temelleri atılacaktı.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı, Mayıs ayı içerisinde bu adım atılamadı. Sonrasında Haziran ayı telafuz edilmeye başlandı, fakat bu da gerçekleşmedi. Ancak AKP’ye açılan kapatma davasının seyri ile birlikte seçim ihtimalinin güçlenmesi, Ergenekon davasıyla sözde demokratikleşme beklentilerinin körüklendiği, sağı ve soluyla düzen cephesinden yeni siyasi arayışların gündeme geldiği bir ortamda, “Çatı Partisi” girişimine yeniden hız verildi.

Düzenin “muhalefet boşluğu”nu doldurmak iddiasıyla kurulan hayaller

Şu günlerde “Çatı Partisi”ne ilişkin görüşler birbiri ardına ortaya konulmaktadır. Girişimin sahibi durumundaki partiler adına yapılan açıklamalarda ortaya konulan bu görüşler, “çatı partisi” düşüncesinin tüm liberal-reformist özünü ortaya koymaktadır. Yanısıra geçmişte defalarca denenen ve fiyaskoyla sonuçlanan girişimlerin bir yenisine daha işaret etmektedir.

DTP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Sarıkaya girişim hakkında şunları söylemektedir: “Mevcut siyasal ortamda ciddi bir sol boşluk sözkonusu. Diğer taraftan toplumun da beklentisi demokratikleşme yönündedir. Ülkeyi demokratikleştirecek bir ruh dalgası AKP karşısında ciddi bir alternatif doğuracaktır. Zira AKP demokratikleşme ve sorunların demokratik yollarla çözümünde sınıfta kalmıştır. AKP’ye umut bağlayan liberal, demokrat çevreler AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıktığı için bugün arayış içindedir. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Alevisi ile herkesin çıkarları demokratikleşmededir. Bu umudu doğuracak ciddi bir programa ihtiyaç vardır. Toplumun beklentileri de bu yöndedir. Doğru bir politik önerme getiren, halkın sorunlarına çözüm umudu veren bir oluşum çok güçlü bir toplumsal güç olur. (gündemonline)”

“DTP Siyasal Partiler ve Sivil Toplum Örgütü İlişkiler Komisyonu” adına konuşan DTP yöneticisi Şamil Atan ise oluşturulacak partiyi şöyle tarif etmektedir: “Siyasi parti, siyasi gruplar, dergiler veya daha değişik çevreler kendilerini feshederek oluşuma girmeyecek. Tüm herkesin kendi özgün durumunu feshetmeden birlikte hareket edecekleri bir mekanizma arayışı içindeyiz. Dünya örnekleri var. Almanya sosyal demokrat parti modeli. İtalya’da zeytin dalı modeli. Bu deneyimlerinden de yararlanacağız. Ancak hangi modele ne şekilde karar vereceğimizi ortaklaşa tartışarak bulacağız.”

“Çatı Partisi” üzerine en çok hayal kuranlardan SDP’nin Genel Başkanı Filiz Koçali de girişime yönelik düşüncelerini şöyle yazdı: “Çatı Partisi’nin minimum hedefi, şu anda içinden geçtiğimiz yargısal, hukuksal ‘darbe süreci’ ve politik krize demokratik alternatif yaratmaktır. Bu, Çatı Partisi’nin CHP ve MHP’yi saf dışı bırakarak ana muhalefet partisi düzeyine yükselen bir güç haline gelmesiyle olur. Bu mümkündür. TBMM’deki grup, Çatı Partisinin gücünü arkasına aldığı gün AKP hükümetinin ve onu tasfiye etmeye çalışan Ergenekon destekli vesayetçi güçlerin karşısında gerçek ana muhalefet grubu olacaktır. DTP’nin kapatılmak istendiği, bunun AKP’nin kapatılma sürecine eşlik ettiği koşullarda krize Çatı Partisiyle müdahale etmenin tahmin edilenden çok daha ciddi sonuçları olacaktır.

Koçali “Çatı Partisi”nin hedef kitlesini de şöyle özetlemektedir: “Bu hükümete yalnızca sosyalistler ve Kürt özgürlükçüleri karşı çıkmıyor. Yine İslami referansları olan, aynı zamanda demokratik özgürlükleri savunan çevrelerden de AKP’ye ciddi itirazlar geliyor. Bize göre Çatı Partisi bu çevreleri saflarında birleştirmelidir...)” (5-11 Mayıs, Yeni Bakış)

Koçali, “Bugün gerçekten de sol liberalleri, demokrat Müslümanları, sol aydınları, Kürt özgürlükçülerini ve sosyalistleri, bu arada başı örtülü ve başı açık kadınları, ezilen aleviyle sünniyi tek bir Çatı Partisinde cephe birliğine çekmek mümkün müdür? Nasıl?” sorusunu sorarak bu liberal çeşniyi nasıl oluşturacaklarını da anlatıyor. Ona göre “Askeri vesayet rejimine ve Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme” hedefi tüm bu kesimleri bir çatı altında toplayabilir.

EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel’in girişime dair sözleri de Koçali ile paralellik taşımaktadır: “Dolayısıyla burada yeni bir şey olmadığı gibi eleştiri gerektirir yönler bulunmaktadır. ÖDP Başkanı Ufuk Uras’ın açıklamaları yine söylenildiği gibi ‘solun’ neden kitleselleşemediği sorusunun yanıtını, daha doğrusu zaafını taşımaktadır. Emek Partisi ısrarla, bu sol-sağ adıyla bölünmenin halk açısından bir şey ifade etmediğini, aksine zararlı bir işlev gördüğünü hep söyleyegelmiştir. Solcuların birliği ülkenin hangi meselesini çözecek, halk için birleştirici hangi özellik taşıyacaktır?”

EMEP Genel Başkan Yardımcısı Ender İmrek, Levent Tüzel’in bıraktığı yerden devam ederek şunları söylemektedir: “Emeğin hakkını, barışı ve demokrasiyi hedef olarak önüne koyan, birleştirici bir cephe için, sol parti tanımı doğru olmayacaktır. Birçok partinin, onların yalan yanlış politikalarına kanmış bulunan milyonlarca işçi ve emekçiyi onlardan koparacak, yeni bir çekim merkezine, bir platforma, birliğe, harekete, ya da halk cephesine ihtiyacımız vardır.”

“Çatı Partisi” köhnemiş seçim projelerinin yeni adıdır

Tüm bu görüşler çeşnisinden de görüleceği üzere, “Çatı Partisi” olarak kodlanan bu girişimin herhangi bir yeniliği ya da özgünlüğü yoktur. Daha önce de her seçim öncesi dönemde aynı çevreler tarafından defalarca gündeme getirilmiş, denenmiş ve her defasında seçim sandıklarında elde edilen hezimetle çökmüş olan seçim ittifaklarının yeni bir örneğinden başka bir şey görünmemektedir. “Yukarıdan değil aşağından örgütlenecek bir parti”, “siyasi partilerin değil, kitle örgütleri ve aydınların başını çekeceği, partilerin destekleyeceği bir muhalefet hareketi”, “sağ-sol ayrımı yapmadan mevcut statükodan rahatsız tüm toplum kesimlerini kapsayacak bir alternatif”, “Tüm kesimlerin üzerinde uzlaşacağı isimlerin liderliğinde muhalefet boşluğunu dolduracak, arayış içindeki insanları birleştirecek bir hareket” vb., vb... Geçmişte benzer nitelikteki her girişim sırasında duymaya alışık olduğumuz bu bayatlamış ifadeler, bir kez daha büyük bir yenilikmiş gibi öne sürülmektedir. 22 Temmuz seçimleri öncesinde yine Öcalan tarafından önerilen, fakat siyasal hayatın katı gerçekleri nedeniyle ölü doğan “Zeytin dalı” politikası da gerçekte bir “Çatı Partisi” projesi değil miydi?

Öcalan tarafından 2006 yılında gündeme getirilen “zeytin dalı” politikası, bilindiği üzere İtalya’da aynı adı taşıyan, içerisinde değişik renklerden sosyal-demokrat, sol parti ve grupların olduğu bir seçim ittifakıydı. Son derece esnek olan bu seçim ittifakının kurulu düzenle herhangi bir sorunu olmadığı gibi, gerçekte Berlusconi’nin partisinin katı bir şekilde uyguladığı neo-liberal politikalar ile birlikte Amerikan güdümlü savaş politikalarına karşı belli itirazlar dışında net bir muhalefet de yapmıyordu. Bundan dolayı da bu sol liberal ittifak seçimlerde ucu ucuna bir farkla Berlusconi’nin partisine karşı üstünlük sağlayabilmiş, fakat kurduğu hükümetle işleri götüremeyerek çökmüş, erken seçimle hükümeti yeniden Berlusconi’ye teslim etmek zorunda kalmıştı. Tek işlevi ise daha soldaki bazı bileşenlerinin bu ittifak içinde daha da sağa kayması, böylece inandırıcılıklarını ve kitle desteklerini tümden yitirmeleri olmuştu.

Öcalan’ın bir önceki seçim arifesinde “zeytin dalı” politikasını önermesi, kuşkusuz bunun tüm hatlarıyla kurulu düzeni ve emperyalizmi rahatsız etmeyecek türden bir liberal sosyal-demokrat girişim olarak tasarlanmasındandı. Öcalan, bu projeyle esas olarak, herhangi bir kitle tabanı olmayan EMEP, SDP ve ÖDP gibi liberal partilerden ziyade, CHP ve DSP gibi partilerin de içerisinde olduğu (ya da en azından bu partiler bünyesindeki belli kesimlerin yer alacağı) düzen solunun ana güçlerini hedeflemekteydi. Fakat özellikle düzenin Kürt sorununda geleneksel inkar ve imha politikalarında esnemeyeceğini göstermesi ve milliyetçi cereyanın yükselişte olması, bırakalım CHP ve DSP gibi partileri Karayalçın’ın SHP’si ve adları yerli Prodi olarak geçen Celal Doğan gibi isimlerin de bu girişimden uzak durmasına yol açmış, bu nedenle de daha baştan ölü doğmuştu.

İşte bugün piyasaya sürülen “Çatı Partisi” önerisi de, ölü doğmuş bu projenin yeniden ısıtılıp gündeme getirilmesinden başka bir şey değildir. Bundan dolayı ilk kez gündeme getirildiğinde liberal cenah içerisinde de pek itibar görmedi. Fakat, düzenin bugün ulaştığı siyasi kriz aşamasında, düzen içi çatışmanın yarattığı koşullarda yeni bir demokratikleşme beklentisi liberal sol içerisinde yaygınlaştığı için, “zeytin dalı” politikasına yönelik umutlar da arttı. Özellikle tekelci burjuvazinin bir kesiminin de içerisinde olduğu muhalefet arayışlarının yoğunlaşması ve artık somut girişimler halinde ortaya çıkması bu projeye yönelik ilgiyi arttırdı.

Fakat, görüldüğü üzere liberal solun tutumu, “zeytin dalı” politikasının tartışıldığı dönemin de gerisindedir. Öyle ki, artık genel bir sol tanımından dahi uzak durulmakta, “muhafazakar İslamcı demokratlar”ı da içerisine alacak esneklikte bir birlik aranmaktadır. Bu cenahın meramını en iyi anlatan ifade Aysel Tuğluk tarafından kullanılmıştır: “Solun AKP’si”!

İşte “Çatı Partisi” girişimcilerinin aradığı ve özlediği böyle bir partidir. CHP’nin uzun zamandır boşalttığı düzenin sol kanadı olma rolünü üstlenmek istemektedirler. “Çatı Partisi Girişimi için Taslak Önerisi”nin son cümlesi bunu özlü biçimde anlatmaktadır: “Bugün CHP’den çeşitli sol çevrelere; birer birer aydınların, demokratların işçi ve emek çevrelerinin arayışlarına yanıt verildiğinde, mecliste bir gruba sahip olarak da doğacak bir partinin toplumda yeni bir heyecan dalgası yaratacağından kuşku duymamız için bir neden yoktur. Dahası bugün böyle bir seçenek ötesinde halklar indinde umut olabilecek bir seçenek de yoktur.” (emep.org)

CHP’nin koltuğuna aday olan bu girişim içerisinde yer alan partilerden DTP payına bu hedef yeni değildir. Bilindiği üzere DTP geleneğinde uzun yıllar öncesinde de, “demokrat muhafazakarlar” olarak adlandırılan gerici düzen partileriyle ittifak arayışları çok sık gündeme geldi. Özellikle İmralı sonrasında bu bir çizgi haline getirildi. Fakat, her defasında ittifak önerilen düzen partileri, düzenin Kürt sorunundaki esnemez çizgisi nedeniyle bu önerilerden uzak durdular.

“Çatı Partisi”nin diğer girişimcileri olan partilerden EMEP de zaten Murat Karayalçınlar’la girilen seçim ittifakından beri kendileri açısından önemli bir eşiği aşmış durumda. SDP gibi Kürt hareketinin yedeğinde var olmaya çalışan ve artık büyük ölçüde bir tabela partisine dönmüş bir çevre için ise zaten hiçbir sorun bulunmuyor. ÖDP için de durum aynıdır. Başlangıçta kendisi de bir tür “Çatı Partisi” iddiasıyla ortaya çıkan bu partinin zaman içinde düştüğü içler acısı durum gözler önündedir. Saflarında halihazırdaki gidişten rahatsız olan beli güçler olmakla birlikte bugün bölünmenin eşiğinde duran ÖDP gerçekte artık tipik bir sosyal-demokrat partidir. Bu niteliği ile de her türden sol liberal seçim ittifakı girişimine açıktır.

Sonuç olarak, reformist Kürt hareketi ve parlamenter hayalleri çerçevesinde onun etrafında kümelenen reformist sol grupların başlattıkları “Çatı Partisi” girişimi, düzene alternatif oluşturmak adına girişilen, gerçekte ise temel özellikleriyle düzen sınırları içinde kalan yeni bir sol liberal denemeden öte bir şey değildir. Bu kof girişimin tutma şansı yoktur, akibeti 2002’den beri her seçim öncesinde gündeme gelen öteki girişimlerden farklı olmayacaktır.

Liberal hayallere karşı ilkeli mücadele

Bununla birlikte, bu liberal girişimin toplumsal muhalefetin bir kesimini bir süreliğine de olsa boş hayallerle oyalamak gibi bir uğursuz etkisi de olacaktır. Yanısıra, ilkesel sorunlarda fazlasıyla zayıf, bu nedenle de bağımsız hareket etme yeteneğinden yoksun, ama hala da belli devrimci reflekslerini koruyabilen bazı devrimci güçlerin de bu liberal rüzgârın etkisine açık oldukları bir gerçektir. Devrimci siyasal mücadele açısından asıl mesele de buradadır. Kriz içinde debelenen ve temel kurumları sürekli bir yıpranma içinde bulunan kurulu düzene karşı sınıf eksenli bir devrimci alternatif geliştirmenin yakıcı bir ihtiyaç olduğu bir dönemde, toplumsal muhalefetin şaşırtılmasına ve kitlelerin boş parlamenter hayallerle oyalanmasına izin verilemez.

Komünistler, reformist solun parlamenter hayaller yayan çizgisine karşı kararlılıkla mücadele etmeye devam edeceklerdir.


Yargı sermayenin tam hizmetinde!

Kapatma davasında ya da türban tartışmalarında “demokrat” kesilen AKP “yargının bağımsız olmadığı”nı söylerken, “Ergenekon operasyonu” sözkonusu olduğunda ise tam tersini söyleyebilmektedir.

“Ergenekon operasyonu”nun ardından yargının hazırladığı iddianame üzerine geçtiğimiz günlerde hükümet adına AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ bir açıklama yaparak şunları söyledi: “İddialar tamamen konuyu saptırmak isteyenlerin beyanlarından ibarettir. Hükümet, soruşturmayı yönlendiremez. Böyle bir yetkisi yoktur. Yargı bağımsızdır. Tamamıyla Cumhuriyet savcılarının yönettiği bir süreçtir...”

Oysa bundan çok kısa süre önce, Mayıs ayı sonunda, AKP Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında konuşan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Yargıtay ve Danıştay’ın yayınladığı bildirilerle tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybettiğini savunarak yargıya sert mesajlar vermişti.

Düzen içi dalaşmada bu kadar aşikar tartışılan “yargının bağımsızlığı”, aynı yargı kurumları eliyle temel hak ve özgürlükler gaspedilirken tartıştırılmıyor bile. Örneğin Şemdinli’ nin failleri “iyi çocuklar” diye korunurken, değil bunu tartışmak, Şemdinli davası savcısı Ferhat Sarıkaya Genelkurmay’ın yazılı isteği ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararıyla memuriyetten atılmıştır.

Bu çürüyen bir düzen gerçeğidir. Çürüyen düzenin aynasında devletin temel ayaklarından biri olan yargıya “müdahale edildiği” ve yargının “bağımsız” olması gerektiği üzerine AKP ya da CHP işine geldiği gibi çeşitli açıklamalarla ortaya çıkmaktadır. Genelkurmay’ından değişik güç odaklarına kadar çeşitli kişi ve kurum bu dalaşmanın bir tarafı olarak boy göstermektedir.

“Yargının bağımsızlığı” tartışmaları düzen iç dalaşmada tarafların elinde bir koz gibi kullanılmakta, işçi ve emekçi kitleleri aldatma işlevi taşımaktadır. Oysa yargı, sermaye devletinin temel ayaklarından biridir ve egemenlerin çıkarına göre işlemek durumunda olan bir kurumdur. Bu nedenle sermaye düzeninde yargı her zaman burjuvazinin hizmetinde ve emrinde çalışır.

İşçi ve emekçiler bu düzen içi dalaşmada taraf olmak değil, tüm kurumlarıyla çürüyen sermaye düzenine karşı olmak durumundadır.